Türkiye bir kez daha yerel seçim sürecine girdi. AKP hükümetinin doludizgin giderken, oy oranlarını tavana vurdurduğu bir süreçte yaşanacak seçimler, pek de “yerel seçim” havasında gerçekleşecek gibi görünmüyor. Yerel seçimlerden ziyade, AKP hükümeti açısından güvenoyunun katlanarak tazelenmesi, meclis içi ve dışı muhalefet açısından ise, genel seçimlerde yakalanamayan “başarı”nın, AKP icraatlarının eleştirisi temelinde yakalanmaya çalışılması ekseninde ele alınan seçimler, genel seçimlerin doğal bir uzantısı olmuş durumda. Aslına bakılırsa, Türkiye’de yerel seçimlerin, istisnalar bir yana, her daim genel-merkezi seçimlerin bir uzantısı olarak gündeme geldiğini, hükümet ve muhalefetin genel seçimlerin öncesindeki ya da sonrasındaki karşı karşıya gelişini ifade ettiğini söylemek mümkün. Durumun böyle olmasının temelinde, yerel seçim gündeminin merkezinde bulunan belediyelerin, kent yaşamının sorun ve ihtiyaçları temelinde şekillenen bir yerel iktidar modeli olmaktan çok, merkezi iktidarın yereldeki temsilcisi-uzantısı konumunda olmaları bulunuyor. Arka planında, yerel yöneticilerin, mülki amirlerin gözetimlerinde çalıştıkları, yerelin değil merkezin temsilcisi oldukları ve hatta atandıkları bir devlet-siyaset geleneği yatıyor. Bunun doğal sonucu olarak da, kitleler nezdinde ve düzen partileri arasında belediye seçimleri, yerel-kentsel sorun ve ihtiyaçlar gündemli değil, mevcut hükümet politikalarının onaylanması ya da eleştirisi temelinde gerçekleşiyor.
Öte yandan seçim çalışmaları yapan yaygın sosyalist çevreler nezdinde yerel seçimlerin taşıdığı anlam, kitleler ve düzen partileri nezdinde sahip olduğu anlamdan faklılık taşıyor. Bu anlam farklılığı, haliyle bir yaklaşım farklılığını da beraberinde getiriyor. En basitinden, bu grupların, genel seçimlere yaklaşımı ile yerel seçimlere yaklaşımı arasında göz ardı edilemeyecek bir açı var. Ülke çapına yayılmış merkezi bir faaliyeti organize etmekten uzak olan bu grupların, genel seçimlere yaklaşımı, bütün iddia ve söylemlere rağmen daha ziyade etkisi fazlasıyla sınırlı propaganda çalışmaları düzeyinde kalırken; belediyesinden muhtarlığa kadar uzanan yerel seçimlere yaklaşım, kendini var etme çabası ve kimi bölgelerde ve düzeylerde ise seçimi kazanma hedefi ekseninde şekillenebiliyor. Bu durumun temelinde sahip olunan örgütlülüğün gücü ya da gelişkinliği yatıyor gibi görünse de, yaklaşım farklılığının sebepleri bundan ibaret değil.
Söz konusu sosyalist çevreler açısından belediye yönetimi, burjuvazi alaşağı edildikten sonra yapılacakların mümkün olduğu ölçüde hayata geçirileceği ve geleceğin iktidarının uygulamalı olarak propagandasının yapılacağı bir iktidar modeli, deneyimi olarak ele alınabiliyor. Belediye “hizmetleri”nin ve yönetiminin, “devlet olmayan devlet” yaklaşımıyla benzeştirilmesi, bu durumun ortaya çıkmasında oldukça etkili. Bu noktada belirleyici olan bir diğer yaklaşım da, bir ulusal devlet sınırlarındaki burjuvazinin merkezi iktidarı karşısında alternatif yerel iktidar modelleri, burjuvazinin egemenliği karşısında kurtarılmış bölgeler misali özerk hegemonya-iktidar alanları oluşturabilme arayışıdır. Her iki durumda da, ağırlıklı olarak belediyeler üzerinden somutlanan kamusal hizmetlerin sosyal ya da eşitlikçi bir anlayışla ele alınmasına indirgenen belediyeci bir zihniyete teslim olmak işten bile değil. Bir diğer gerçeklik de, bu tür yaklaşımların, burjuvazinin sınıfsal egemenliği koşullarında şekillenmiş mevcut yerel iktidarların (aslolarak da belediyelerin), işçi sınıfının iktidarına da model olabilecekleri türünden bir yanılsamayı üreterek, bu yanılsamanın işçi sınıfı nezdinde yayılmasına hizmet ediyor oluşudur.
Kapitalizmin Yerel İktidarları Proletarya Diktatörlüğüne Model Olabilir mi?
Yine söz konusu sosyalist çevreler seçim çalışmaları sırasında düzenledikleri çeşitli toplantılarda kendi belediyecilik perspektifleriyle Paris Komünü deneyimi arasında paralellikler kurarak Komünün tarihsel anlamını bulandıracak görüşler ileri sürüyorlar.
Tarihte işçi sınıfının ilk iktidar deneyiminin, ilk işçi devletinin, Paris belediye meclisi üzerinden-içerisinden çıkmış olması bir gerçeklik. Ancak bunun yanında, Komün iktidarının Paris belediye meclisine ya da bu meclisin iktidarına indirgenemeyeceği de bir diğer gerçeklik. Sınıf mücadelesinin tarihine malolduğu devrimci anlamıyla Komün, belediye hizmetlerini icra eden bir kurum değil, işçi sınıfını egemen sınıf katına yükselten bir ayaklanma ve iktidar organıydı. Her şeyden önce komün, ölçeği ne olursa olsun, eski devlet aygıtının, iktidar mekanizmalarının ve kurumlarının devralınması değil, parçalanması üzerinde yükselen yeni tipte bir devlet örgütlenmesinin ifadesiydi. Komün, merkezi burjuva iktidarının varlığı koşullarında şekillenen yerel ve federatif bir yönetim-iktidar modeli değil, ölçeği ne olursa olsun, burjuvazinin merkezi iktidarına tarihsel anlamda alternatif, proleter temelde şekillenmiş, gerek siyasi, gerek örgütsel, gerekse de iktisadi anlamda merkeziyetçi bir iktidar modelini temsil etmektedir. Dolayısıyla komün iktidarını belediye yönetimine indirgemek, proletarya diktatörlüğünden hiç bir şey anlamamaktır.
Daha da önemlisi, işçi sınıfının devrimci iktidarının, belediyecilik ya da bu paralelde yaklaşımlarla ele alınması, işçi sınıfının genel ve ortak çıkarları üzerinden somutlanması gereken proleter devrimci siyaset anlayışından, işçi sınıfının uluslararası birliği hedefinden bir uzaklaşmayı kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir.
Proletarya diktatörlüğüyle karakterize olan kapitalizmden sosyalizme geçiş döneminde, burjuvazinin sınıf egemenliği koşullarında kalıcı çözümler üretilemeyen işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları eksenindeki sorunlar da şüphesiz gerçek çözümlerine kavuşacaklardır. Ne var ki, bu husus proletarya diktatörlüğü kavramının özüne ilişkin değildir. Onun tarihsel anlamı, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde işçi sınıfının burjuvaziyi alt etmek için ihtiyaç duyduğu devrimci diktatörlüğün ifadesi olmasıdır. Dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün özü, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin savaş rejimi olmasıdır, yoksa devletin toplumun ortakça görülmesi gereken işlerini üstlenerek kamusal rolünün ön plana çıkması yoluyla devlet olmayan bir devlet halini alması ya da kapitalizmin “sosyal devlet”inden daha ileri bir sosyal devlet anlayışı ile varolması değil. Kaldı ki, burjuvazinin uluslararası planda tasfiyesini sağlamadan, proletarya diktatörlüğünün, sınıfsal bir baskı aygıtı anlamında devlet olmaktan çıkması ve kendisini kamusal görevlerle sınırlaması düşünülemez. Bu anlamıyla proletarya diktatörlüğünün, belediyecilik ekseninde kavranması, bu devrimci iktidarın, proletaryanın uluslararası devrim hedefinin uzağında yerel bir sosyal devlet ya da hükümet modeli olarak algılanması anlamına gelmektedir.
Bunun yanında, belediyelerde somutlanan yerel yönetim model ve anlayışları yerel, bölgesel sorunlar-ihtiyaçlar üzerinde yükselir. Yerelin, diğer yereller ve merkez karşısındaki çıkarlarını gözetmek, böylesi bir iktidar anlayışının gereğidir. Oysa proletaryanın iktidar mücadelesi, yerel, bölgesel ve hatta ulusal değil, genel ve evrensel bir kavrayış üzerinde somutlanmalıdır. Proleter devrimci siyaset nasıl ki, proletaryanın şu ya da bu kesiminin çıkarlarının ya da bu kısmi çıkarların tek tek aritmetik toplamının üzerinde değil de, genel ve ortak çıkarları üzerinde yükselebilecekse, proletaryanın devrimci iktidarı da, yerel, bölgesel ve hatta ulusal değil, evrensel ölçekte merkezi bir iktidar olarak ele alınıp somutlanabilecek bir hedeftir. Bu noktada belediyecilik hastalığı, proletaryanın evrensel ölçekte somutlanması gereken devrimci iktidarının merkeziliğinin karşısında federatif, yerelci bir eğilim olarak dikilmektedir.
Yerel seçimler vesilesiyle, sol hareket içerisinde, gerek belediyecilik ekseninde ortaya çıkan yanılsamalar üzerinde, gerekse de genel olarak seçimler, genel oy hakkı, parlamentarizm konularında varolan çarpık kavrayışlar üzerinde daha fazla durmayacağız. Sol hareket nezdinde varolan yanılsamaların bundan ibaret olmadığı malum. İşçi sınıfı zemininde siyaset yapma iddiasında olan grupların bünyesinde bulunan, genel anlamıyla siyaset ve örgüt anlayışı konularındaki çarpık kavrayış ve yanılsamaların bilince çıkartılması, komünistlerin ve işçi sınıfının acil ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlardan kaynaklanan görevler bakımından son derece önemli bir konudur.
İşçi Sınıfı Seçim Siyaseti Denklemlerinin Neresinde?
İster genel, ister yerel seçimler üzerine bir siyasal çalışma söz konusu olsun, böyle bir siyasal aktivitenin hedefi ve ölçeği kitlelerdir. Dolayısıyla seçim siyaseti, kitle çalışmasının alanındadır. Komünist siyaset açısından kitle çalışması, işçi sınıfı içerisinde çalışma ekseninde ele alınması gereken bir sorun ve görevdir.
Seçimler vesilesiyle siyaset zemininde boy göstermeye çalışan sosyalist gruplar bu açıdan değerlendirildiğinde, ilk elden göze çarpan gerçeklik; kitle çalışmasının bir anda, sınıf ekseninden kopuk seçmen çalışması halini aldığıdır. İşçi sınıfı içerisinde sağlam bir temele ve yaygın bir ilişki-örgütlülük ağına sahip olmaksızın, böylesi bir temeli, ilişki ve örgütlülük ağını yaratmayı hedefleyen bir çalışmanın da üzerinden atlayarak toplumun diğer kesimlerine seslenmeye çalışan bu gruplar açısından “sınıf” olgusu, söylemlerini renklendiren ve yaşamda karşılığı bulunmayan bir ifadeye dönüşmüştür.
Komünist siyaset açısından belirleyici olan bir diğer nokta da, kitle çalışması dendiğinde anlaşılması gereken işçi sınıfı eksenli çalışmanın, kitleleri taraftar-destekçi yapmak için sürdürülen bir çalışma değil, bizzat siyasetin özneleri olarak örgütlendirmek hedefiyle yürütülmesi gereken bir faaliyet olduğudur. Bu açıdan bakıldığında da seçimler vesilesiyle siyaset sahnesinde boy gösteren sosyalist gruplar, işçi sınıfına ve kitlelere yaklaşım konusunda burjuva partilerle aynı şekilde, yığınlara kendi destekçileri-seçmenleri olarak yaklaşan bir tarzla hareket etmektedirler. Dolayısıyla, işçi sınıfının siyaset dışına itilmesi ve bu yolla yedeklenmesi çabası, sosyalist gruplar nezdinde de siyaset yapmanın revaçta biçimleri arasındadır. Seçim programları ya da propagandalarında öne çıkartılan “işçi sınıfı”, “emek” vb. vurgular, bu gerçeği değiştirmemekte, aksine sosyalizan bir kılıfla perdelemeye yaramaktadır.
Sonuç olarak işçi sınıfının, seçim zeminindeki sosyalist grupların siyaset denkleminde bulunduğu yer ile düzen partilerinin siyaset denkleminde bulunduğu yer arasında özde hiçbir farklılık yoktur.
Siyaset Zemininde Kendinden Menkul Tutum Olmaz
Siyaset, nesnesi devlet olan eylemler toplamı olarak tanımlandığında, siyaset yapabilmek, öncelikle siyaset yapabilmenin aracına sahip olmakla ilgili bir sorundur. Siyasal zeminini komplocu-kadro eylemleri değil de, kitle eylemleri üzerinden tarif edenler açısından, siyasal başarının ölçüsü de gereği de, kendi dışındaki geniş kesimleri sevk ve idare edebilme kabiliyetidir. Dolayısıyla, siyaset yapabilmenin araç ve yöntemleri esas olarak, yığınları siyasal hedefler doğrultusunda harekete geçirebilmenin, örgütlendirebilmenin, sevk-idare edebilmenin gerektirdiği araç ve yöntemler olarak algılanmalıdır. Seçimler vesilesiyle gündemimize giren kitle siyaseti alanında, yığınları siyasal hedefleri doğrultusunda harekete geçirebilme, örgütlendirebilme, sevk-idare edebilme kabiliyetinden ve bunun gerektirdiği araç-yöntemlerden yoksun grupların kendilerini var edebilme şansları yoktur. Ancak biliyoruz ki, bu grupların böylesi şanslarının olmaması, bu türden bir varoluş çabası içerisinde olmayı denemeyecekleri anlamına gelmiyor. Kaldı ki gerek Türkiye gerek dünya üzerinde, bir dizi grup, siyaset yapabilmenin gereklerinden yoksun oldukları halde, sosyalizm-komünizm adına, yığınlara arkasında duramayacakları eylem çağrıları yapmaktan, yaşam içerisinde hiçbir karşılığı olmayacak tutumları öne çıkartmaktan, kitle siyaseti zemininde tavır belirlemekten ve bu zeminde düzen partileriyle aynı kulvarda yarışa çıkmaktan geri durmuyor. Böyle olunca da komünist siyaset, işçi sınıfı siyaseti, program ya da programatik görüşlerin-hedeflerin yığınlara söylem yoluyla ulaştırılmasını ifade eden bir propaganda faaliyetine indirgenmekten kurtulamıyor. Komünist örgüt anlayışı ve örgütlenme tarzı da, etkisi kendinden menkul bir varoluşla, yığınlara doktriner söylemlerle komuta etme hevesi duyan ve yığınlarla örgütsel ilişkisi en fazlasından onları yedeğine alma çabasından ibaret grupsal bir faaliyete indirgeniyor.
Etkisi, varlığı ile sınırlı grupların, genel yahut yerel seçimler gibi, kitle çalışmasının gerektirdiği araç-yöntemlerle üstesinden gelinebilecek bir siyasal aktivitenin üstesinden gelebilmeleri olanaksızdır. Dolayısıyla, bu türden grupların, böylesi dönemlerde, seçim kampanyaları organize etmelerinin, boykot ya da herhangi bir adayın-partinin desteklenmesi kararı almalarının ya da böylesi tutumlar belirlemelerinin işçi sınıfı açısından taşıdığı hiçbir anlam bulunmamaktadır.
Komünistler, işçi sınıfına ve emekçi yığınlara sosyalizm adına götürülen hurafelerle mücadele etme noktasında gösterdiği kararlılığı, komünist siyaseti burjuva siyasete eşitleyen araç-yöntemler ve siyaset tarzıyla mücadele etme noktasında da gösterme sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar.
Siyaset yapabilmenin temel aracının, komünist partinin, gerek ulusal gerek uluslararası planda eksik olduğu saptamasıyla yola çıkan ve öncelikli görevlerini de bu aracın yaratılması olarak tanımlayan komünistler açısından seçim dönemleri, bu öncelik tespiti değişmediği sürece, kitlesel boyutta siyaset yapılacak, herhangi bir aday ya da partiye oy verme ya da seçimlerin boykot edilmesi eksenindeki tutumların belirlenip öne çıkartılacağı ya da bu çerçevede kampanyaların düzenleneceği, yaşam içerisinde karşılık bulması gereken ancak kendisinden menkul kalan tutumların alınıp deklere edileceği bir dönem olmayacak, olamayacaktır.
Ancak bu durum, komünistlerin bu dönemde seçimlere büsbütün ilgisizleşecekleri anlamına gelmiyor. Genel ya da yerel olsun, seçim dönemleri, yığınların, özel olarak da işçi sınıfının ülke yönetimi, ekonomi ve siyasetin sorunlarına göreceli olarak ilgilerinin arttığı, kitlelerin politizasyon düzeyinin yükseldiği dönemlerdir. Bu açıdan bakıldığında, seçim dönemleri, komünistlerin açısından, işyerleri ve bulunulan alanlarda, işçi sınıfı içerisinde kurulan bağların gündemlerinin de, ülke ve yönetim sorunları, iktisadi-siyasi sorunlar üzerinde şekillendiği bir dönemdir. Ve komünistler, sırf bu sebeple bile ele alındığında, seçim gündemine, seçim zemininde yığınların karşısına çıkan aday ve partilere dönük, öncelikle ilkelerimiz temelinde şekillenen net bir perspektife, işçi sınıfının iktisadi ve siyasal ihtiyaçları açısından eleştirel bir yaklaşıma sahip olmalıdır. Seçimler nedeniyle işçi sınıfı içerisinde politikaya artan ilgiden, daha çok sayıda işçinin seçimlere proleter devrimci bir perspektifle yaklaşmasını sağlayacak bir etkiyi yaratmak üzere yararlanmak zorundayız.
link: Nihat Balkanlı, Yerel Yönetimler ve Yerel Seçimler Üzerine, 19 Nisan 2004, https://marksist.net/node/1269
Çolakoğlu Metalurji’de neler oluyor?
Yargısız infazlar devam ediyor!