Resmi açıklamalara göre Türkiye’de 23 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ancak ilginç olan şu ki, bu kadar insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede 800 milyon dolarlık batık kredi kartı borcu bulunmaktadır. Burjuvazinin üst kesiminin kredi kartı borcunu ödeyememesi gibi bir durum söz konusu olamayacağına göre, bu borç, küçük burjuvazi ve işçi sınıfının sırtına bindirilmiş bir borçtur. Peki bu borç, işçi sınıfının sırtına nasıl bindiriliyor ve patronlar bunu ne amaçla yapıyorlar?
Bugün, bankalar ister ödeyebilsin ister ödeyemesin herkesin cüzdanına bir kredi kartı yerleştiriyor. Tüm bankalar kefilsiz, koşulsuz, işçilere, işsizlere ve hatta öğrencilere bile kredi kartı dağıtıyor. Sokaklarda kart satışını arttırmak için stantlar kuruluyor. Kredi kartı kullanımının yaşamı daha da kolaylaştırdığı, burjuva medya tarafından reklâmlar aracılığıyla her gün pompalanıyor. Kuşkusuz burjuvazinin amacı yaşamı kolaylaştırmak değil, işçi sınıfının canını okumaktır! Aldığı asgari ücret ile yaşamını devam ettirmekte zorlanan bir işçi temel gereksinimi olan yiyecek ihtiyacını bile nakit parayla karşılayamayınca kredi kartına başvuruyor. Böylelikle kapitalist sistem, kredi kartları ile, bir işçinin aldığı düşük ücretten dolayı yaşayacağı sıkıntıları geçici de olsa erteliyor. Patronlar bizlere, bu tür geçici çözüm yollarıyla, aldığımız düşük ücretlerin yeterli olacağını yutturmaya çalışıyorlar. Ayrıca, aşırı üretimden dolayı krizlere boğulan kapitalist sömürü sistemi, elinde biriken ürünlerden kurtulmak için, sürekli olarak tüketimi pompalıyor.
Televizyonlar, gazeteler her gün kredi kartı ile yapılan taksitli alışverişin reklâmını yapıyorlar. Nakit paran olmasa da bir yıl, iki yıl süren taksitlerle birçok şeyin alınabileceğini pompalıyorlar. Ve hatta öyle bir noktaya getiriyorlar ki aslında hiç ihtiyaç olmayan şeyleri bile, sözde cazip taksit imkânları ile birer ihtiyaç haline getiriyorlar. Nasıl ki, küçük bir çocuk hiç aklında yokken bir elma şekeri gördüğünde, annesinden onu almasını isterse, bizler de hiç ihtiyacımız yokken bu taksitlendirilmiş fiyatlardan dolayı kendimize gereksiz ihtiyaçlar doğurabiliyoruz. örneğin burjuva medya her gün, yeni çıkan cep telefonu modellerinin reklâmını yaparak, eskilerinin yetersiz olduğunu düşündürtmeye çalışıyor ve cep telefonu olan bir kişi bu özendirici reklâmlarla, ihtiyacı olmadığı halde taksitler yardımıyla yenisini alabiliyor. Alışveriş yaparken sürekli kredi kartı kullanmak, yani o an için nakit para ödememek, o ürünü ücretsiz alıyormuş hissini uyandırıyor ve bunun sonucu olarak toplumda plansız tüketim alışkanlığı yaratılıyor.
Bankalar tüketimi daha da arttırmak için kredi kartı limitlerini istedikleri şekilde arttırıyorlar. Limit arttıkça yapılan harcamalar da artıyor ve ay sonunda gelen yüklü bir borç ekstresi ile kişi boğazına kadar bankaya borçlu hale geliyor. Tabii ki, alınan düşük ücretlerle, banka borçlarının kapanması mümkün olamıyor ve tam da bu noktada banka uyguladığı yüksek faiz oranları ile hem muazzam kârlar elde ediyor hem de işçiyi kendisine göbekten bağımlı hale getiriyor. Kendi geliri ile borcunu ödeyemeyen işçi, bu defa da başka bankaların kredi kartlarını alarak borcunu, bu kartlarla kapatmaya çalışıyor. Ancak birinin borcunu kapatırken diğer bankaya daha da yüklü miktarlarda borçlanıyor ve ödenmeyen borçlara katlanarak faiz uygulanıyor. Böylece günden güne artan borçlar, işçiyi sadece bankalara bağımlı hale getirmiyor, işine de zincirlerle bağlıyor. Sistem, işçiyi patronların bütün baskılarına, aşağılamalarına, kötü çalışma koşullarına boyun eğdirerek gırtlağına kadar kapitalizme batırmış oluyor. Bizler sistemin gerçek yüzünü görmediğimiz ve bilinçle mücadeleye atılmadığımız sürece, sistem bizim bilinçsizliğimiz üzerinden kendi çarkını işletmeye devam ettirecektir.
link: MT okuru bir eğitim işçisi, Yaşamı Taksitlere Bölmek, 13 Ekim 2005, https://marksist.net/node/422
Yaşayan Marksizm
Patronlar da şükreder mi