Mersin’deki bayrak olayından sonra egemen sınıfın statükocu-devletçi kesiminin çıkarları doğrultusunda kitlelere milliyetçi zehir daha yüksek dozajlarda enjekte edilmeye başlandı. Bu şovenist dalga faşistlere devrimcilere daha rahat saldırabilme olanağı yarattı. Sakarya ve Trabzon’da faşistler “bayrak yakanlar bunlar, bunlar vatan düşmanı” diyerek esnafın da desteğini alarak bir grup devrimciye saldırdı. Trabzon’da saldırı daha da ileri bir boyuta ilerlemiş, linçe dönüşmüştü.
Bir yandan AB süreci, diğer yandan ABD ile ilişkilerin gerilmesini ve bunun Kuzey Irak’ta doğurabileceği sonuçları –TC’nin büyük kabusu Kürt devleti– çok iyi değerlendiren egemen sınıfın statükocu-devletçi kesimi Mersin’deki olayı kullanarak çeşitli illerde protesto mitingleri gerçekleştirdi. Pencereler, balkonlar bayraklarla donandı, Kürtler lanetlendi.
Olağan dönemlerde egemen olan fikirler egemen sınıfın düşüncesidir. Bu yüzden kitlelerin şovenist dalgaya bu kadar çabuk kapılmalarını anlamak mümkün. Ama kendini işçi sınıfının önderi, Marksist-Leninist olarak adlandıran politik grupların bu olay karşısındaki tutumlarına ne demeli? “Bayrağa saygısızlık kabul edilemez”, “Türk halk onurunu yükselt” gibi açılımlarla milliyetçiliği adeta soldan beslediler.
Şovenist dalganın üniversitelerde de yeni gelişmelere yol açacağı açıktı. Nitekim öyle de oldu. Özellikle devrimci öğrencilerin güçlerinin az olduğu yerlerde faşistler devrimci öğrencilere saldırılarda bulundu. Yıldız Teknik Üniversitesinde ise daha politik yollara girişti işçi ve emekçi sınıfların düşmanları. Okula gece gelip, her tarafı içerisinde İstiklal Marşının ilk kıtasının yer aldığı pullarla kaplamışlardı. Bunları gördüğümüz yerlerde söküp çıkarttık veya başka afişlerle kapattık. Bunu yaparken faşistlerin müdahalesi söz konusu oldu. Ülkücüler “bizim de fikirlerimizi söylemeye hakkımız var” diye kendilerini savunmaya geçmişti. Olay büyümeden bitmesine rağmen okulun faşistler tarafından saldırıya uğraması ihtimaline karşı toplu olarak okulda bekledik ve akşam toplu şekilde çıkış yaptık. Ertesi sabah da yine toplu şekilde okula giriş yapılacaktı.
Sabahki manzara ibret vericiydi. Buluşma yerine topu topu 4 kişi gelmişti. Solun içerisindeki ciddiyetsizliğin en açık göstergesiydi bu. Üstelik herkes biliyordu ki benzer bir olay 98’de yaşanmış ve bir kişi bıçaklanmıştı. O zaman da buluşma yerine kimse gelmemişti. Geçmişten ders çıkartmakta bir acizlik söz konusu! O gün okuldaki bir faşist, bıçak çektiği anda dövüldü. Tüm bir hafta boyunca okulda bir saldırının gerçekleşmesi ihtimaline karşı tetikte bekledik.
Faşistler “demokrasi” demagojisini bize karşı çok iyi kullanıyorlar. Diğer öğrencilerin gözünde kendilerini haklı çıkartıyorlar. Sıradan bir öğrenci şöyle düşünüyor: “Ama siz düşünce özgürlüğü demiyor musunuz? Peki onları niye engelliyorsunuz o zaman?” Faşistlere karşı devrimci öğrenciler diğer öğrencilerin de desteğini aldıklarında başarılı olabilirler. Hiçbir zaman demokrasi demagojisi yapmadan faşistlerin kim olduklarını, kime hizmet ettiklerini, işçi ve emekçilerin düşmanları olduklarını, bu yüzden de hiçbir şekilde okulda politika yapmalarına izin vermeyeceğimizi anlatmalıyız. Küçük-burjuva şiddet karşıtlığına kapılmamalıyız, gerektiğinde devrimci şiddeti kullanmak en doğal hakkımızdır. Ancak bunlar çok iyi anlatıldığı takdirde diğer öğrencilerin desteğini alabilir ve başarıya ulaşabiliriz.
Fakat yapılan hiç de bu olmadı. Faşistleri teşhir etmek için yine milliyetçilik kullanıldı. İşte Yıldız Teknik Üniversitesinde bazı devrimci grupların ortaklaşa dağıttıkları ve kaleme aldıkları bildiriden ufak bir alıntı:
“…bu asalaklar vatanlarını savunuyorlarsa ABD’ye yeni katliamlar başlatması için verilen üslere ve limanlara sahip çıksınlar. Toprakların ABD’ye ve İsrail’e parsel parsel satılmasına karşı çıksınlar. ABD’nin askerlerin başına çuval geçirmesine ses çıkarsınlar.”
Emperyalizmin küçük-burjuva kavranışı sola hakim durumda. Bunu besleyen en önemli etken de Türk solunun ezeli zaafı milliyetçilik. Emperyalizm karşıtlığı hâlâ 30-40 sene öncesi gibi anti-Amerikancılıkla bir tutuluyor. Sol hareketin henüz yeni canlandığı, çocukluk devresini yaşadığı o dönemde, bu düşünceyi anlaşılır bulsak bile onaylamak mümkün değildir. Peki aradan bunca yıl geçmesine rağmen halen aynı yanlışı tekrarlayanlara ne demeli? Anti-emperyalizm adı altında ulusal kapitalizm savunusu yapılıyor. Bağımsızlık, sosyalizm, yurtseverlik bayrakları aynı çuvala tıkıştırılıyor! Oysaki bir dünya sistemi yaratmış olan kapitalizmde kapitalist temellerde kalarak tam bağımsız olmak mümkün müdür? Tabii ki hayır! Bu bağımlılık kapitalizmle birlikte vardır ve ancak kapitalizm yıkıldığı takdirde ortadan kaldırılabilir. “Yurtseverlik” gibi kavramlar burjuva ideolojisine aittir ve bu milliyetçi kavramlara karşı enternasyonalizmin kızıl bayrağına sarılmamız, onu yükseltmemiz olmazsa olmaz bir şarttır. Okulda, işyerinde, bulunduğumuz her yerde işçi ve emekçilerin bilinçlerine zerk edilmeye çalışılan milliyetçi anlayışların karşısına işçi sınıfının enternasyonalist fikirlerini çıkarmalıyız. Şovenizme, faşizme karşı mücadeleyi dar ve gerici ulusal çerçevede değil, enternasyonalist çerçevede vermeliyiz.
Anti-Kapitalist Olunmadan Anti-Emperyalist Olunmaz!
Milliyetçiliğin Panzehiri Enternasyonalizmdir!
link: Yıldız Teknik Üniversitesinden bir öğrenci, Şovenizme Karşı Enternasyonalizm Bayrağını Yükselt, 21 Mayıs 2005, https://marksist.net/node/551
İstanbul Üniversitesi’nde Formasyon ve Yaz Okulu Eylemleri
İrlanda: 1916 Paskalya Ayaklanması