Yaşamın ortaya çıkışı, doğada var olan karşıtlıkların doğurduğu devrimsel gelişimle gerçekleşti. Tek hücreli canlılarla başlayan yaşam, dinozorları da var etti, insanı da. İnsanın evrimsel gelişimi doğanın birikiminin yarattığı sıçramalar sonucunda bugünkü haline ulaştı. Bilincin oluşumu ve alet kullanımı ile hızlanan insan türünün olgunlaşma süreci, onun bütün gezegen üzerinde hâkimiyetini kurmasıyla ve pekiştirmesiyle sonuçlandı. Çevresini algılayıp, bilinçli olarak değiştirebilme yeteneğine sahip olmasıyla diğer canlı türlerinden ayrılan insan, doğayı tüm diğer canlılardan daha fazla etkileme gücüne kavuştu. Bu güç yapıcı olabileceği gibi yıkıcı da olabilmektedir. Böylelikle insan hem çevresini büyük bir felâkete sürükleme, kendi türüyle birlikte diğer türleri de ortadan kaldırma potansiyeline, hem de diğer tüm canlı türleriyle birlikte dünyayı daha yaşanılır kılabilecek nesnel olanaklara sahip olmaktadır.
İnsanın aksine, sayıları insanlara göre kat be kat fazla olan karıncaların doğanın olağan devinimi dışına çıkabilmesinin olanağı yoktur. Karıncalar arasında var olan ve sadece soylarını sürdürmelerine yardımcı olan işbölümü, onlara doğayı bilinçli değiştirme potansiyeli sunmuyor. Yaşamları boyunca çalışıp didinen küçük karıncalardan birinin yaşam öyküsüyle bütün karınca türlerinin yaşamı anlatılabilir.
Karıncalar arasında olan işbölümü insanda da var. Ama insan türünün daha da gelişmesi bu işbölümünün sonucu olarak ortaya çıktı. Bu toplumsal işbölümü, iki milyon yıl boyunca sınıfsız toplum düzeninde yaşayan toplumu birbirine karşıt sınıflara böldü. Bu sınıflardan iktidarı elinde bulunduran, hem de azınlıkta olan sınıf bütün insan türü üzerinde elde ettiği hâkimiyetini korumak için toplumun içindeki eşitsizlikleri ve farklılıkları muhafaza edip pekiştirdi. İktidar olgusu bu biçimiyle insan yaşamına duhul olduktan sonra bunu korumak gereği de ortaya çıktı. Siyasal iktidar olarak şekillenen egemenliklerinin rakip olarak ortaya çıkan diğer insan topluluklarından korunması için çitlerle çevrilmesi gerekiyordu.
İnsan topluluklarını çevreleyen çitler zamanla büyüdü ve devleti ortaya çıkardı. Kutsallık halesiyle süslenen devlete karşı çıkmak, yaratıcıya ve insanlığın doğasına karşı çıkmak sayılıyor ve bunu yapanların yaşama hakları ellerinden alınıyordu. Her çitin içinde çeşitlenen ihtiyaçlar, çıkarları da çeşitlendirdi. Çitin içinde bulunan tüm topluluğun çıkarı gibi gösterilen çıkarlar uğruna komşu çite savaş ilan edildi. Savaşta çarpışanlar, iki çitte de yönetilen durumunda olan insanlardı. İnsanlığın genel çıkarı değildi bundan böyle söz konusu olan. Karıncalarda olduğu gibi, kendi türünü devam ettirmek de değildi.
Sınıflı toplumun ilk dönemlerinden çok daha karışık ilişkiler mevcut kapitalizmin egemen olduğu dünyada var. Toplumun sınıflara bölünmesinden ve peyda olan egemen sınıfların toplumda eşitsizlikleri yaratan ve koruyan iktidarlarına karşı isyan bayrağını kaldıran Spartaküs’ten bu yana binlerce yıl geçti. Sayısız insanın can verdiği sayısız savaş gerçekleşti. O günden bugüne dalgalanan özgürlük bayrağı altında ezenlere karşı mücadele Spartaküs’ten sonra da devam etti. Bu uğurda birçok yenilgiler alındı. Çünkü egemen olan azınlık sınıfların gücü, niceliklerine değil ellerinde bulundurdukları devlete ve ideolojik araçlara dayanıyordu. Bu araçlarla, kalabalık ve gerçekte daha güçlü olan ezilenleri, kendi içlerinde parçalayıp birbirine rakip gruplar haline getirip birbiriyle çarpıştırabildiler ve böylece kendi sultalarını devam ettirebildiler. Bugün de buna benzer biçimde, egemen sınıf olan burjuvazi işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini koruyabilmek için aynı yöntemlere başvuruyor. Dünyayı kana bulamakta da herhangi bir sakınca görmüyor.
İnsanlığın sınıflı toplumlara bölünüşünün kısacık bir öyküsü oldu yukarıda kalemimden dökülenler. Sınıflı toplumların yıkılış öyküsü ise devrimci işçi sınıfı tarafından halen yazılıyor. Özgürlüğü gezegen üzerinde gerçek kılmanın öyküsünde şimdiye kadar ciltleri dolduracak birçok zafer ve yenilgi yaşandı. Zaferler tüm insanlığın ortak kazanımına dönüşemedi. Ama devamı gelmeyen ve yenilgiyle sonuçlanan yengiler bizim mücadelemizi anlatan öykümüzde önemli bir deneyim birikimini oluşturdular.
Bu öykü, esaretinden ve beynine vurulmuş prangalardan kurtulmak için ezenlere karşı savaş verenlerin öyküsüdür. Dünyamızda var olan yaşamın öyküsüdür. Daha gözünü açamadan yaşama hakkı elinden alınmış çocukların, sefaletle boğuşanların, bütün bir insanlığı bir uydu gibi kendi etraflarında ama uzak bir yörünge üzerinde döndürmek isteyen asalakların düzenine karşı savaşırken kendi canını ortaya koyanların ve mücadeleyi bir yaşam tarzı olarak benimseyenlerin öyküsüdür!
link: Topkapı’dan bir MT okuru, İnsanlığı özgürleştirme tutkusudur öykümüzü gerçek kılan, 12 Kasım 2006, https://marksist.net/node/987
Gemileri Yakmak
Her yerde haklı davamızı savunmalıyız!