Gemi inşa sanayii, kapitalizme özgü tüm çelişkileri çarpıcı bir biçimde gözlerimizin önüne seren sektörlerden biridir. Bu sektörün yüzde 90'ını oluşturan özel tersanelerin büyük bir bölümü, yıllardan beri Tuzla bölgesinde faaliyet gösteriyor. Yaklaşık 40 şirketin bulunduğu Tuzla havzasında 30 bine yakın işçi çalışıyor. Yan sanayilerle birlikte toplam işçi sayısı 50 bine yaklaşıyor. Sendikal örgütlülüğün zayıf ve çalışma koşullarının son derece kötü olduğu bu tersanelerde çalışan işçiler için, yıllardır biriken sınıf çelişkileri dayanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Kapitalistler için yüksek kâr oranları demek olan bu sektör, işçi sınıfı için örgütsüzlük, esnek çalışma, düşük ücret, sendikasızlık, meslek hastalıkları ve ölümlü iş kazaları anlamına geliyor. Taşeronlaştırma, sigortasız çalışma, uzun ve yorucu iş saatleri ile geçen ve can güvenliğinin olmadığı sahalarda akıtılan alın teri... Kısacası tersane havzası işçiler için adeta bir cehennemi andırıyor. Ve denizin üstünde oluşturulan bu cehennemde işçi sınıfı kapitalizme hayat vermeye devam ediyor.
Tersane bölgesinde çalışan işçilerin yaşadığı sorunların başında taşeronlar geliyor. Bir gemide 60'a yakın taşeron var. Tersanenin genelinde bu rakam 700'ü buluyor. Görüştüğümüz bir taşeron işçisi 'işçi sınıfının örgütlenmesinden korkan patronlar taşeronları kullanıyorlar' diye söze başlıyor ve 'patronların taşeronlar eliyle işçiler arasında rekabeti körüklediğini' ifade ediyor. Gün geçtikçe tüm sektörlere yayılan taşeronla çalışma yöntemi, sermayenin işçi sınıfının sendikal birliğinden duyduğu korkuyu ifade ediyor. Patronlar, taşeronlar aracılığıyla işçileri bölmeye ve küçük parçalara ayırarak örgütlenmelerinin önüne geçmeye çalışıyorlar. Ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesi bizlere patronlar, fabrikalar ve sektörler arasında hiçbir ayrım yapılamayacağını deneyimlerle göstermiş bulunuyor. Daha deneyimli ve bilinçli işçiler bu gerçeğin farkında. Bir sendika üyesi 'sadece Tuzla'da birlik olmalarının yetmeyeceğini, İspanya'daki, Çin'deki veya diğer ülkelerdeki tersane işçileriyle birlik olmak gerektiğini, hatta ortak sendikalarının olması gerektiğini' ifade edip, işçi sınıfının mutlaka uluslararası dayanışma ve mücadele yürütmesi gerektiğini sözlerine ekliyor.
Tersane işçileri günlük ücretlerle, yevmiye usulü çalışıyorlar. Ücretler düşük ve kimi zaman ödenmiyor. En düşük çalışma süresi 8 saat. Geminin inşasının, tamirinin bir an evvel tamamlanması için hafta sonları dahil, gün batımına dek çalışılıyor. Yoğun sömürünün yaşandığı ve ağır işçiliğin hâkim olduğu sektörde, işçiler günlük ortalama 25 ilâ 40 YTL arasında ücret alıyorlar.
Tersane işçilerinin sosyal hakları hemen hemen hiç yok. Sigortaları genelde ayda bir haftayı geçmiyor. Servis veya yol ücreti ödenmiyor. 'Bizler sigortalı olduğumuzu sanıyorduk, sonrasında bir araştırma yaptık ve gördük ki, sadece bir günlük sigortamız yatırılmış' diyor bir işçi. Soyunma, duş, tuvalet, dinlenme yerleri ya yok ya da sağlıksız ve kullanılamaz durumda. Yıllık izin hakkı gibi, iş yasalarında yer alan temel haklarsa neredeyse hiç uygulanmıyor.
Tersane işçileri sık sık meslek hastalıkları, iş kazaları ve ölümle karşı karşıya geliyorlar. Kimyevi maddeler, paslı demirler ve kaynak dumanıyla zehirlenen işçiler için alınan tek önlem yoğurt yemek oluyor. Solunum maskelerinin verilmediği, düzenli sağlık kontrollerinin uygulanmadığı ve işyeri için sağlık koşullarının denetlenmediği açık bir gerçek. Örneğin 20 yıllık bir işçi kendi tersanesindeki bu sorunu şu şekilde ifade ediyor: 'Çalıştığım gemi, krom gemisi. Bizlere haftada bir defa pazartesiden pazartesiye toz maskesi veriyorlar. Yoğun dumana maruz kalıyoruz ve daha fazlasını talep ediyoruz, yok deniliyor. Kirlendiği anda toz maskelerini değiştirmemiz gerekiyor, neden yok diye sorduğumuzda pahalı deniliyor.'
Tersanelerde iş kazaları sıradanlaşıyor. İskelelerden düşen, elektrik çarpan, demir saçlarla ağır darbeler alan işçiler çoğunlukla ya işten atılıyor ya da sigortasız çalıştırıldıklarının açığa çıkmaması için özel hastanelerde kaçak tedavi ediliyorlar. 'Çok sayıda kaza ve ölüm yaşanınca GİSBİR buraya bir hastane kurmak zorunda kaldı. Böylece hem para kazanıyorlar hem de kazaların kayıtlara geçmesine mani oluyorlar' diyor bir başka tersane işçisi. GİSBİR, tersane patronlarının örgütü olan Gemi İnşa Sanayicileri Birliği'nin kısa adı.
Küçük kazalarla biten bir işgünü işçiler tarafından bir şans olarak değerlendiriliyor. Çünkü tersanelerde işçiler her an ölümcül kazalarla burun buruna geliyorlar. 90'lı yıllardan bu yana kayıtlardaki ölen işçi sayısı 55'leri buluyor. 'Bir işçi saca basıp, üzerine devrilen sacın altında kalıyor ve oracıkta ölüyor.' Bir başka işçi, tanık olduğu ölümcül kazayı şu şekilde anlatıyor: 'Tanklarda yangın çıktı. İçeride bir mühendis kalmıştı. Yangını haber alan patron derhal tankları kapattırdı. Yangının tüm gemiye sıçramasını istemiyordu. Ancak o mühendis orada sıkıştı ve yanarak öldü.'
Tersane bölgesinde yoğun olarak Kürt işçiler çalışıyor. Tersanenin dışında kurulan işçi pazarlarında işe alınmayı bekleyen işçi grupları var. Bu işçi pazarındaki işçilerin çoğunluğunu da yine Kürt işçiler oluşturuyor. Pazardaki işçilerden biri 'Urfa'dan 10 çocuğumu geçindirmek için geldim, ancak iş bulamadım' diyor. Kürt illerinden gelen ve kalacak yer dahi bulamayan işçiler, izbe barakalarda kalıyorlar ve düşük ücretle, sigortasız, uzun saatler boyu çalışmayı çaresizce kabul ediyorlar.
Sömürü ve kölece çalışmanın doruğa ulaştığı tersanelerde işçi sınıfı örgütsüz ve dağınık. Havzada örgütlü bulunan sendikalar, Dok-Gemi İş, Harb-İş ve Limter-İş'ten oluşuyor. Harb-İş Deniz Kuvvetleri Komutanlığının sahibi olduğu Pendik Tersanesinde örgütlü. Limter-İş henüz herhangi bir işyerinde yetki alabilmiş değil. Özel tersanelerde örgütlü bulunan sendika ise Dok-Gemi İş.
Genelde olduğu gibi tersane bölgesinde de işçiler sendikal mücadeleye uzak duruyorlar. Sendikalara karşı güvensizlik içindeler. İşçiler korkularını 'sendikalaşmaya çalışsak hepimiz işten atılıp para kazanamayacağız, bizim korkumuz akşam eve para götürememek' diyerek dile getiriyorlar. Ne var ki, işçilerin sendikal mücadeleden uzak durmalarının tek sebebi patrondan duydukları korku değil. Sınıf işbirlikçi sendikacılık yüzünden yaşanmış olan olumsuz deneyimler de, işçilerin sendikaya soğuk bakmasına neden olmuş. İşçilerin çıkarlarını öne alıp mücadeleci bir çizgiyi sürdürmeye çalışan anlayışlar da mevcut olmasına rağmen, polisin ve işverenlerin baskıları yüzünden bölgede henüz ciddi bir sendikal örgütlenme yaratılabilmiş değil. Hatta sendika üyesi bazı işçiler, kendilerinin mücadele ettiğini, ama yetkiyi işbirlikçi diğer sendikanın aldığını söylüyorlar.
Sınıf mücadelesinin tarihi bizlere işçi sınıfının ekonomik, siyasi ve ideolojik mücadelesinin bir bütün olduğunu gösteriyor. Bu bütünlük içerisinde örgütlü işçi mücadelesi düz bir hatta ilerlemiyor. Başarılar kadar yenilgilerle dolu bir tarihe sahibiz. Unutmamamız gereken ders yenilgilerden öğrenmeyenlerin mücadelede bir arpa boyu yol alamayacağıdır. 1872 yılında, Kasımpaşa Tersanesi işçileri, 11 aydır ödenmeyen ücretlerini almak için greve çıkmışlardı. Bu grev, Türkiye tarihinde bir ilkti. Kasımpaşa tersane işçileri mücadeleye karar verdikleri o gün, bizlere de bir mücadele geleneği bıraktılar: Hak verilmez alınırâ?¦
Sınıf mücadelesi sabırlı, planlı ve disiplinli bir mücadele olmak zorundadır. En olumsuz koşullarda, en gerici işçi örgütlerinde ve en karanlık dönemlerde dahi militanca bir mücadele çizgisini tutturmak zorunludur. Bilinçli her işçinin temel görevi, kapitalizme karşı ulusal ve uluslararası ölçekte bir mücadeleyi örmektir. Sınıfımızın uluslararası dayanışmaya, mücadeleye ve örgütlülüğe ihtiyacı var. Eskilerden kalma bir söz vardır: Gemileri yakmak. Kararlılığı ve cesareti ifade eden bu söz sınıf mücadelesinde alacağımız tutumu da çok güzel özetliyor.
link: Adil Aksu, Gemileri Yakmak, 11 Kasım 2006, https://marksist.net/node/7211
Kapitalist Toplumun İdeolojik Düzenleyicisi: Medya
İnsanlığı özgürleştirme tutkusudur öykümüzü gerçek kılan