“Hepinize yalvardım, hepinizin kapısını tek tek çaldım, hiçbiriniz yardım etmediniz bana. Çocuklarım gitti, ağlayın yalandan hepiniz. Çocuklarım öldü! İki gün sonra unutursunuz” diyerek haykıran annenin çığlıkları kulaklarımda çınlıyor. İki çocuğunun tabutlarını omuzları üzerinde taşırken “incitmeyin onları” diyor. “Hadi kızlarım uyanın, şaka yapmayın” diyerek yalvarıyor.
Babaları tarafından öldürülen iki kız çocuğu. Annenin feryadı yürekleri dağlıyor. “6 yıl şiddet gördüm. Aileme sığındım, «çocuklarını bırak kurtul» dediler. Polise gittim. Savcıya gittim. Bir gün bile içerde tutmadılar. Tehditler aldım. Herkesten yardım istedim ama kimse yardım etmedi. İki göz odada yaşadım, saklandım çocuklarımla. Sığınma evlerine gittim. Ama çocuklarımı bırakmayı hiç düşünmedim. Bugün iki çocuğum da yok. Kim verecek şimdi hesabını?” Çocukları sağken yardım istediği herkes çocukları öldükten sonra etrafındaydı. Mikrofonlar iki çocuğu babaları tarafından pompalı tüfekle katledilen annenin dramını dinlemek için uzatılıyordu. Şimdi gazeteler bu büyük dramı yazıyor. Polisler şimdi kapısındaydı. Şimdi iki günlüğüne de olsa Türkiye’nin gündemindeydi. Öyle ya, haber olmak için olayın dramatik olması gerekiyordu. Çocukları ölmeden önce yardım çığlıkları, haykırışları duyulmadı. Eski kocasının “ya benimsin ya kara toprağın, seni öldürürüm” demesi yeterli değildi dikkate alınması için… Öldürmesi gerekiyordu! Ayrılmak isteyen karısına olan öfkesi çocuklarına olan sevgisinden bile büyüktü. Kadın şiddet gördüğü kocasına dönmeyince çocuklarının ölümüyle cezalandırıldı. Bir anneye verilecek en büyük acı buydu çünkü.
Peki, bu zihniyet nereden besleniyor? Kadınların feryadı neden duyulmuyor? Mevcut iktidarın her geçen gün daha da arttırdığı nefret söylemleri kadına şiddetten bağımsız düşünülemez. AKP iktidarı boyunca kadına şiddet 14 kat artmış durumda. Kadınlar ayrılmak istedikleri eşleri tarafından şiddet görüyor, katlediliyorlar, evlatları öldürülerek tarifsiz acılara boğuluyorlar. Polise giden kadın “karı-koca kavgasıdır” denerek katiline teslim ediliyor. Erkek egemen zihniyetin beslendiği yer, iktidarın kirli dili ve zihniyetidir. Kadın ve erkek tanımı topluma verilen bakış açısını özetliyor. TDK sözlüğünde kadın “analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan”, “hizmetçi bayan” olarak açıklanırken; erkek “sözüne güvenilir, mert”, “sert, kalın, bükülmez” olarak tanımlanıyor. Tam da bu tanıma uygun düşecek şekilde bir Sağlık Bakanı “kadın için en büyük kariyer anneliktir” diyebiliyor. Kadın için çocuk doğurmanın vatani görev olduğunu söylüyorlar. İşine geldiğinde “cennet anaların ayakları altındadır” diyen Erdoğan ve iktidarı, diğer taraftan anaların feryatlarına kulak tıkıyor. İşlerini geri istedikleri için açlık grevine giren Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in anaları evlatlarının ölümünü sessizce izlemeye mahkûm ediliyor. Polis tarafından katledilen Berkin Elvan’ın, İsmail Korkmaz’ın analarının yüreklerinin yangını hâlâ sönmedi. Cumartesi annelerinin tek isteği evlatlarının bir mezarının olması, katillerinin hesap vermesi! Bu anaların yüreğini dağlayan, acılarına sessiz kalan iktidar ikiyüzlüce “cennet annelerin ayaklarının altındadır” diyebiliyor. “Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır” diyerek sözde anneliğin önemini vurgulayan iktidar, kadınlar ve evlatları kapitalist sistemin kurbanı olurken kör, sağır ve dilsizi oynuyor.
Kapitalist sistemde anaların gözyaşı ve kadına olan şiddet son bulmayacak. Aksine günden güne körüklenecek. Bu şiddeti durdurmak kadınların korkusuzca mücadeleye atılmasıyla mümkün olacak.
link: Tuzla’dan bir kadın işçi, Her Kapıyı Çaldı Ama…, 21 Ocak 2018, https://marksist.net/node/6172
Hrant Dink Katledilişinin 11. Yılında Anıldı
Karanlığa Teslim Olmayan Komünist Şair: Nazım Hikmet