İstanbul, üzerine şiirler yazılan, şehirlerin şehri, şehirlerin şahı denilen kent. Şarkılarla her bir köşesi anlatılır. Boğaz’ıyla, kültürel mirasıyla, adalarıyla bu güzelim şehir dünyanın dört bir yanından gelen turistleri ağırlar. Öyle çelişkilerle dolu bir kenttir ki İstanbul, gidemeyenlerin hayallerini süslerken gidip de yaşam mücadelesi verenlere çile olur. Türkiye’nin farklı illerinden kalkıp İstanbul’a göç eden yüz binlerce insan fabrika, atölye, inşaat veya hizmet sektörlerinde uzun saatler çalışarak ömür tüketir. Bir soluklanmak, şehrin karmaşasından uzaklaşıp şöyle güzel bir Boğaz havası almak ise birçoğunun rüyasını bile süsleyemez. Uzun saatler çalışıp iki yakasını bir araya getirmek için üstüne bir de fazla mesai yapmak zorunda kalan milyonlar, dünya güzeli Boğaziçi’nin az ötesinde ama onun tadını çıkarmanın çok uzağında bir hayat sürerler.
İstanbul’da yaşayıp da Boğaz’ı göremeyen, yol masrafını göze alamadığı için hafta sonu tatilini genellikle evinde geçiren, eş-dost veya akraba ziyaretlerini erteleyerek günleri aylara, ayları yıllara bağlayanların sayısı hiç de az değildir. Her şeyin ateş pahası olduğu, neredeyse bir kişinin maaşının ev kirasına gittiği şu günlerde bir yerden bir yere gitmek imkânsız hale geliyor. Çalışma koşullarının zorluğu, alınan ücretlerin yetersizliği üstüne bir de ulaşımın pahalı olması eklenince değil gezmek insanlar evin kapısından burnunu dışarı çıkaramaz oluyor. Bayramlarda ulaşımın ücretsiz olması bu yüzden yüz binlerce emekçiye bulunmaz bir nimet gibi geliyor.
Geçtiğimiz bayramda da öyle oldu. Yedi günlük tatil üstüne bir de ücretsiz ulaşım olunca otobüslerde, metro ve vapurlarda uzun kuyruklar oluştu. Ama halk, ulaşımın ücretsiz olmasından istifade edip, gitmek isteyip de gidemediği yerlere gitmek için uzun kuyruklara aldırmadan sokağa çıktı. Kimisi uzun zamandan beridir görmediği dostlarını, yakınlarını ziyaret etmek için düştü yollara, kimisi “bir Boğaz turu da biz yapalım” dedi. Bir baba ve oğul ile yapılan röportaj sosyal medyada gündem oldu. “Ücretsiz bir boğaz turu yapacağız. Allah’tan o ücretsiz. 17,5 yaşında oğlumu hayatında ilk kez buraya getirebildik” diyordu baba. “Buralara hayatımda ilk defa geliyorum. Tarihi mekânlarımızı da gezdik, çok hoşuma gitti. Kendi tarihimizi öğrenmek çok güzel benim için. Pahalı olduğu için biraz gezebiliyorum” diye açıklıyordu oğul.
Milyonlarca yoksul insanın gerçeklerinden uzak yaşayan tuzukurular ise kalabalıktan rahatsız olup şikâyetlendiler. Bundan 60 yıl önce Florya plajının halka açılmasıyla o dönemin valisi Fahrettin Kerim Gökay “halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor” demişti. O hesap, bazı “vatandaşlar” sosyal medyada rahatsızlıklarını kustular arsızca. Eminönü’nün kalabalık halinin fotoğraflarını paylaşıp burası Hindistan mı diye feryat ettiler. Kimse de “eee tamam da, o kalabalıktan şikâyetlendiğine göre sen de oradaydın, sen niye oradasın o zaman” diye sormadı. “Vatandaş” olarak kendilerine hak gördüklerini halka çok görüyorlardı yani. Öyle ki 60 yıl önce halka denizi çok gören zihniyet bugün de halkı suçlamayı marifet sayıyor. Bu rezil zihniyeti bir yana bırakalım. Ortaya çıkan tablo ücretsiz ulaşım hakkının emekçiler için ne denli önemli bir gereksinim olduğunu söylemiyor mu bize? Bunu sağlamak çok mu zor? Ulaşım, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin ücretsiz ve kolay ulaşılabilir olması hiç de zor değildir. Bundan şikâyetlenmek değil aksine mücadele etmek ve tüm bu taleplerin gerçekleşmesi için örgütlenmek gerekiyor. Ücretsiz ulaşımın bu kadar rağbet görmesi de bu durumun ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
Hep tanık olduğumuz başka bir durum da 65 yaş üstü insanların ücretsiz ulaşımdan faydalanmalarından duyulan rahatsızlık. Belediye otobüslerinde, metroda vs. hep kulağımıza “65 yaşında amcalar, teyzeler bedava diye işleri olmasa da can sıkıntısından binip geziyorlar” diye şikâyetler gelmiyor mu? Evet bu fısıltılar her yerde oluyor. Bu kesimin hakkını yok saymak nasıl bir yaklaşımdır? Oysa yaşlı emekçileri suçlamak yerine, öfkemizi kamunun parasını toplu ulaşımı daha kaliteli, daha konforlu hale getirmek için harcamak yerine patronlara saçanlara yöneltmek gerekmiyor mu? Düşük maaşların emeklileri sefalet koşullarına sürüklemesine itiraz etmek gerekmiyor mu? İster beyaz yakalı olsun ister mavi yakalı tüm emekçiler tarihsel bir yoksullaşma yaşıyor. Türkiye’de toplam servetin yüzde 81’i erişkin nüfusun yüzde 20’sine ait.
Asıl mesele budur. Bu yüzden sorunlar karşısında birbirimize öfkelenerek rahatlama yolunu değil, bütün bu sorunları yaratan kapitalizme karşı nasıl mücadele edeceğimize kafa yorarak, rahatsızlığımızı sağlıklı olarak büyütmenin yolunu seçelim.
link: Adana’dan MT okuru bir işçi, Halk Boğaz’a Akın Etmiş, Vatandaş Boğaz’a Gidemiyormuş!, 9 Mayıs 2024, https://marksist.net/node/8258
Atlanta, 1881: Siyah Kadın Çamaşırcıların Zaferi