ABD’nin hedef tahtasında İran’ın bulunduğu uzun zamandır bir sır değil. Son haftalarda resmi açıklamaların harareti giderek arttı ve bunlara hemen her gün yenileri ekleniyor. Açık veya gizli sürdürülen diplomatik görüşmeler ve esasen manipülasyon amacıyla “basına sızdırılan” istihbari bilgiler de sürecin hız kazandığını gösteriyor. Hatta işi bir adım daha ileri götüren burjuva stratejistler, saldırının askeri boyutuna ilişkin detaylı planları kamuya açık yayınlarda yayımlamaya başladılar. En çok rağbet gören senaryoya göre, 2006 yılı içinde ABD ve İsrail bir hava saldırısıyla İran’ın nükleer ve askeri tesislerini vuracak. Türkiye ise bu saldırıya lojistik, istihbari ve politik destek verecek. Bu ve benzeri kurguların fazlasıyla spekülatif olduğu doğru ama yine de gerçeklerin bir kısmını yansıttığı göz ardı edilemez.
İran devleti, 70 milyonluk nüfusu, geniş yüzölçümü ve oldukça çetin coğrafyasının yanı sıra savaş tecrübesi ve teknik donanımı yüksek bir orduya sahip. Ayrıca, Ortadoğu’da yükselen İslamcı eğilimi ve yıllardır “şeytan Amerika ve Siyonist İsrail” nefreti ile koşullanmış İranlı emekçilerin saldırı esnasında büyük oranda İran devletinin yanında saf tutacağı gerçeğini hesaba kattığımızda, emperyalistler açısından bu defa daha ihtiyatlı adım atmanın önemi büyük. İşte bu yüzden ABD, bir önceki Irak savaşından farklı olarak, ittifak ağını mümkün olduğunca geniş örme, arkasına “uluslararası koalisyon”un desteğini alarak İran’ı çok yönlü bir abluka altında tutma çabası içinde. Bu doğrultuda epey ilerleme kaydedildiği de biliniyor. Emperyalizmin sözcülerinin “İran kolay lokma değil”, “İran Irak’a benzemeyecek” gibi açıklamalarını da tüm bu hesapların birinci ağızdan dile getirilişi olarak görmek gerek. Ayrıca belirtilmesi gereken bir başka husus da, Irak savaşı öncesi yüz binleri meydana taşıyan Avrupa’daki savaş karşıtı hareketin, İran’a olası bir saldırının gündemi meşgul ettiği şu günlerde güçlü bir ses vermemiş olmasıdır. Akla ilk gelen, Avrupa ülkelerinin saldırıya ikna ediliyor olması ile savaş karşıtı hareketin tepkisizliği arasında bir bağlantının olduğudur.
İran, zengin petrol ve doğalgaz kaynakları, enerji yolları üstündeki stratejik mevkii ve çevre ülkelerle kurduğu güçlü bağlarla emperyal hevesler peşinde koşan bir devlet. İran burjuvazisi ulusal ölçekte doyuma ulaştığı andan itibaren uluslararası pazarları zorluyor.
Öte yandan devrimin ilk yıllarından beri ABD ile zaten gergin olan ikili ilişkilere ek olarak, BOP çerçevesinde bölgeye “yeni dünya düzeni” aşılayan ABD’nin, Çin ve Rusya’ya yanaşarak çevresinde (Kafkasya, Ortadoğu, Hazar Bölgesi) nüfuzunu arttıran bir İran’ı doğal hedef olarak görmesi kaçınılmazdı.
İran işçi sınıfı da dünyanın geri kalanından farksız olarak, kapitalizmin sömürü yasalarına tâbi. Üstelik şeriat rejiminin en temel demokratik hak ve özgürlükleri yok sayan, insan yaşamının bireysel-toplumsal her alanına müdahale eden gerici-baskıcı varlığı altında sömürü ve ezilmişlik katmerleniyor. Kürt ve Azeri halkları İran devletinin boyunduruğu altında sinmiş durumdalar.
Yakın bir zaman öncesine kadar, İran egemen sınıfı içindeki reformcu-muhafazakâr ayrışmasında reformculara yedeklenen geniş emekçi yığınlar gösteriler, mitingler ve yer yer sokak çatışmaları biçiminde on yılların birikmiş öfkesini dışa vurmuşlardı. Fakat geçen zaman, reformcuların emekçilerin taleplerini yerine getirmek, yaşamını iyileştirmek gibi bir niyetlerinin olmadığını ve olamayacağını kanıtlayınca, İran halkının büyük kısmı hayal kırıklığına sürüklendi. Bu ortam içinde, Batıya yönelttiği gözükara tehditlerle bir yandan kendisine karşı oluşturulan uluslararası kampın saflarını netleştirmeye ve süreci hızlandırmaya çalışan Ahmedinecad ve onun muhafazakâr yönetimi işbaşına geldi.
İran halkının başına yağacak bombaların pazarlığı bu kadar pervasızca sürdürülebiliyorsa, bunun tek nedeni İran ve Ortadoğu işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak ortaya çıkamayışı, kendisine doğru bir mücadele rotası çizecek Bolşevik bir önderlikten yoksun oluşudur. ABD’nin nükleer tehdidi önleme, Batı tipi demokrasi ve refah yalanlarıyla, İran burjuvazisinin “İslam için savaş, bağımsız ve güçlü İran” masalları arasında bir tercih yapmak yerine, kendi gerçek sınıf çıkarları için savaşmalı işçi sınıfı.
link: İstanbul Üniversitesi’nden bir MT okuru, İran Hedef Tahtasında, 14 Şubat 2006, https://marksist.net/node/926
Sıra 14 Şubat’ta saldırın mağazalara!!!
Ölçümüz Ne Olmalı?