“Doğada var olan hareketi de kapsayacak genişlikteki içeriğiyle diyalektik, değişim ve hareket demektir. Değişim ve hareketin özü ise çelişkidir ve diyalektik yöntem de zaten çelişkinin mantığıdır.”[1] Çeşitli filozofların düşüncelerinde diyalektik yöntem kendini farklı şekillerde açığa vurmuştur. Örneğin Antik Yunan filozoflarından Herakleitos, her şeyin değişim ve dönüşüm süreçleri içinde olduğunu, her şeyin aktığını ve değişmeyen tek şeyin de değişimin kendisi olduğunu ifade eder. Hegel ise diyalektiği idealist felsefenin sınırları içerisinde değerlendirir, ona göre insanların varlığını bilinçleri belirler.
Marx ve Engels, Hegel’in tam karşısında bir yerde konum alarak bilincin maddeyi değil, maddenin bilinci belirlediğini söyler. Marksizmin bilimsel ürünü olarak tarihsel materyalizmi ortaya koyan Marx ve Engels’e göre insanların bilincini onların varoluş koşulları belirler. Yani hangi koşullarda yaşadığımız, düşünme tarzımızı ve bilincimizi belirler. Örneğin zengin bir ailede yaşıyorsak, ay sonunu nasıl geçireceğimizi düşünmek zorunda kalmayız, ama çok yoksul bir ailenin ferdiysek dışarıda bir kahve içmek için bile düşünmek zorundayızdır. İşte bu örnekte görüldüğü gibi Hegel, Marx ve Engels’ten tam da bu noktada ayrılır. Yani Hegel’in diyalektiği gerçek dünyayı fikrin yansıması olarak ele alırken, Marx ve Engels fikri, gerçek dünyanın yansıması olarak ele alır. Hegel insanların kötü şeyleri dahi düşünsel olarak var ettiğine inanırken, Marx ve Engels kötü şeyleri, kötülüğü, kötü koşulları yaratanın nesnellik, yani kapitalizm olduğunu vurgular.
Marx ve Engels’in de dediği gibi kapitalizm dünyayı bir cehenneme çeviriyor, insanlığı boğup, çelişkileri alabildiğine derinleştiriyor. Emperyalist savaşlar, göç krizi, iklim krizi, ekonomik kriz ve bunlarla birlikte açlık ve sefalete mahkûm edilen milyonlarca insan… Kapitalizm miadını çoktan doldurmuş, açıkça görüldüğü üzere dünyayı acınası, kepaze bir hale getirmiştir. Bu kepaze sistemin ortasında hapsolan insanlar elbette ki umutsuzluğa kapılıyor. Çoğu zaman bir çıkış yolu bulamayacağını düşünerek bir kurtarıcı bekliyor.
Fakat bu, gerçekliğin sadece bir yönüdür. Çünkü diyalektik yöntemin de ifade ettiği gibi her şey karşıtıyla vardır, her şey karşıtını var eder. Tüm çelişkileriyle kapitalizm aynı zamanda bu sisteme karşı mücadele edenleri yani kendi mezar kazıyıcılarını da yaratıyor. Tarih nehrine baktığımızda nice zulümler, nice savaşlar olduğunu görürüz. Ama buna karşın isyan bayrağını yükseltip, baskılara ve zorbalıklara boyun eğmeyen, mücadele eden insanlar olduğunu da görürüz. Yani bir yerde zulüm ve zorbalık varsa buna karşı duran, mücadele eden insanlar da vardır. Mücadele başarıyla sonuçlanmasa bile, mücadele edenler mücadelelerini elden bırakmazlar ve geriye her zaman bir şeyler kalır. İyiden, güzelden, umuttan yana gelişecek ne varsa var eden insanlığın çalışkan evlatları, şüphesiz ki hayata karşı devrimci bir tutum almayı, diyalektik yöntemi kendilerine kılavuz edinmeyi sürdürmüşlerdir.
Ezgi Şanlı’nın, Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e yazdığı mektup üzerinden kaleme aldığı yazısında alıntıladığı gibi “Umutsuz olmak için tek bir sebep bile mevcut değildir”.[2] Dünyada yaşananlar acı vericidir, bu doğrudur, ama acı insanı umutsuzluğa sürüklememeli, acı insanın yüreğinde mücadeleyi var eden keskin bir kılıca dönüşmelidir. Sözümüzü bu keskin kılıcı şiirleriyle bileyen Nâzım Ustanın dizeleriyle bitirelim:
Sen de çıkar
Göğsünün kafesinden yüreğini
Şu güneşten
düşen
Ateşe fırlat;
Yüreğini yüreklerimizin yanına at!
link: İstanbul’dan MT okuru bir grup genç, Mücadeleyi Var Eden Keskin Kılıç, 9 Eylül 2024, https://marksist.net/node/8345
Övünün Dedikleri Ekonomik Yıkım Tablosu
Çiftçi Eylemlerinin İşaret Ettikleri