6 Şubatta meydana gelen depremler 11 ili doğrudan etkileyerek, binlerce binanın yıkılmasına, bazı bölgelerin yerle bir olmasına yol açtı. Resmi rakamlara göre bile 50 binden fazla kişi hayatını kaybederken, yüz binlerce insanın hayatı da altüst oldu. Yıkımdan kurtulmayı başaranların hayatta kalma mücadelesi devam ediyor. Bölgede hâlâ en temel ihtiyaçlar karşılanmadığı gibi devletin (rejimin) yarattığı yeni sorunlarla bölge insanının yaşamı giderek çekilmez hale geliyor. Depremin ilk gününden itibaren işçiler, emekçiler, çeşitli sol-sosyalist örgütler, sivil toplum örgütleri, emekten yana mücadeleci sendikalar depremzedelerin acısını paylaşıp, yardım kampanyaları örgütlerken, bölgedeki insanlara yardım eli uzatmaya koşarken, devletin ilgili kurumları günlerce ortada yoktu. Ortaya çıktıklarında da gelen yardımları ya engellemeye ya da bunları kendi hesabına yazmak için yardımların üstüne çökmeye çalıştılar. Felâketleri fırsatlara dönüştürme yeteneğindeki iktidar bu felâketten de büyük fırsatlar, büyük vurgunlar elde etmekte gecikmedi. Ne de olsa Türkiye’deki sermaye sınıfının da genlerinde felâketlerle, talanlarla beslenme güdüsü var!
Daha depremin ilk haftasında kurtarılması gereken canlara odaklanması beklenen devlet, depremden geriye kalan enkazdan elde edeceği rantın hesaplarına odaklandı. Yüz binlerce insanın canını alan, milyonlarcasını perişan eden deprem, iktidara ve yandaşlarına yeni bir rant kapısı oldu. On binlerce insan üstlerine yıkılan evlerinin enkazı altında günlerce kurtarılmayı beklerken yitip gitti. Hayatta kalanlar çadır kentlerde, çok zor koşullarda yaşamaya çalışırken, içinde oturmaya korktukları az ya da çok hasarlı hatta hasarsız evlerine de devletin el koyduğunu öğrendiler. İnsanlar ev veya işyerlerine giremez, buralardan kendi eşyasını çıkaramaz oldu. Depremden sonraki talan depremden beter oldu!
Deprem yıktı, şirketler yıkımı ranta çevirdi
Depremden kısa bir süre sonra yaşananlar iktidarın ve sermaye sınıfının fırsatçılığını ve vicdansızlığını bir kere daha ortaya koydu. Böylesi bir felâketin ardından insanlar devletin (rejimin) tüm olanaklarını enkaz altındaki canları kurtarmaya ayırmasını, dozerlere, iş makinelerine ve çeşitli olanaklara sahip şirketleri bu iş için seferber etmesini beklerken, onlar bu yıkımdan nasıl kârlı çıkacaklarının, bunu “Allah’ın lütfu”na çevirmenin hesaplarını yapıyorlardı! Kısa bir süre içinde, harabeye dönen kentlerde enkaz haline gelen binlerce binanın yıkımı için ihaleler verildi, hurda büyük bir vurgun konusu haline geldi ve âdeta bir enkaz ekonomisi oluştu. Yıkılan binalardan ortalama 150 milyon ton civarında enkaz ortaya çıkacağı, bunun da yüzde 1’inin yani 1,5 milyon tonluk kısmının hurda ve geri dönüşüm malzemesi (demir, bakır, plastik, PVC, kepenk, kablo, kâğıt vs.) olacağı varsayıldı. Bu atığın kilogramına ortalama 8 TL fiyat biçilerek deprem enkazından en az 12 milyar liralık değerli atık çıkacağı hesaplandı. Daha önce devlet, binaların yıkılması için hafriyat şirketlerine para ödüyordu. Enkaz hafriyatı belirli alanlarda toplandıktan sonra bu kez ayrıştırma için hurda firmalarının devlete ödeme yapacağı ihaleler açılıyordu. Bu defa farklı bir uygulamaya geçildi ve ağır hasarlı yapıların hurda malzemeler karşılığı yıkılması ve hafriyatın kaldırılması için ihale düzenlendi. Yani devlet yıkım için artık para ödemeyecekti. Üstelik ihaleyi kazanan firma bina içindeki demir ve değerli malzemeleri alacak ve devlete bunun için para da verecekti. Yani devlet depremzedelerin ağır hasarlı evindeki malzemeleri şirketlere satmış oldu. Artık iktidara yakın şirketlere deprem ganimetlerini toplamak kalıyordu!
Bu plan çerçevesindeki ilk ihale Hatay’ın Arsuz ilçesinde yapıldı. İlçede 1700 binanın yıkımını alan şirket depremzedelerin kendi binalarından söktükleri kapı, pencere, korkuluk gibi malzemelere el koyarak, onlara kendi binalarındaki bu hurdaları satmaya kalkıyor. Ağır hasarlı binalarından kapı, PVC, pencere, korkuluk, demir tente gibi malzemeleri kurtarmaya çalışan insanlar, “bu malzemeler artık bizim, devlet bize sattı, alamazsınız” diyen şirket tarafından engelleniyor. Depremde ailesini, yakınlarını, evini, eşyasını kaybetmiş insanlar bu defa evlerinden geriye kalanlardan da oldular. Arsuz’da 30 yıl dönercilik yapan, lokantası depremde yerle bir olan Dönerci Ali de onlardan biri. 2016 yılında Arsuz’da inşa ettiği 2 dükkânlı, 8 daireli bina ağır hasar gördü. Depremden sonra çadırda yaşayan Dönerci Ali, ağır hasarlı raporu verilen binasındaki kapı, pencere ve krom korkulukları söküp almak istiyordu. Bu işi yaptırmak için başkasına vereceği parası olmadığı için depremde evsiz ve işsiz kalan iki arkadaşıyla, 10 gün boyunca, kullanılabilecek malzemeleri söküp binanın önüne topladılar. Ama sonra ihaleyi alan şirketin yetkilisini karşılarında bulan Ali olanları şöyle anlatıyor: “Benim binamı kaymakamlıktan aldıklarını söylediler. Sadece yatak, masa, dolap gibi kişisel eşyalarımı alabileceğimi anlattılar. Söküp binanın önüne koyduğumuz kapıları, pencereleri, korkulukları, hepsini kamyona doldurup götürdüler. Vermezsek polis zoruyla alacaklarını söylediler. ... Biz bu kişilerle tartıştık. Benim elemanıma bu malzemeleri bana satabileceklerini söylemişler. Yani benim malımı bana satmak istiyorlar. Bu devlet, bu şirket ne zaman bana ortak oldu?” Aynı durumla karşılaşan depremzedelerden Yusuf Güzel de şirketin söküm yapmalarına izin vermediğini anlatıyor: “Şirket yetkilisi, binanın fotoğrafını gösterdi. «Biz devletten bu şekilde, burayı aldık. Dolap, masa gibi eşyaları alabilirsiniz ama hiçbir şeyi sökemezsiniz» dedi. Ben şaka zannettim. Benim binamı, devlet benden habersiz satmış. Kapı, pencere, demir tenteleri bunlar götürdü. Bana «İsterseniz size uygun fiyata bunları satarız» dediler. Zaten bizim hiçbir şeyimiz kalmamış, binadaki malımıza da devlet, şirket el koyuyor.” Vicdansızca çürük binalar yapıp satarak insanların tüm birikimine çöken sermaye şimdi leş kargaları gibi enkazına da çöküyor! Depremzedeler can derdinde, iktidardan güç alan sermaye mala çökme derdinde! Ama yandaş medyaya sorarsanız, depremzedeler çok mutlu ve iktidar depremzedelerin çadırını, çorbasını eksik etmeyip, şefkatli kollarıyla sarıp sarmalıyor!
İçinde ekonomik değeri olan malzemelerle birlikte binaları şirketlere veren ihaleler Arsuz’la sınırlı kalmayıp diğer deprem bölgelerine de yayılıyor. Şubat ayında bu ihalelerin hangi firmalara verildiği bilinmiyordu. Daha sonra depremin yıkıntıları üzerine çökerek rant sağlayan şirketlerden birinin yandaş medya tarafından aylardır “tam bir iyilik meleği” olarak lanse edilen, bölgede ilk günden beri depremzedelerin yanında olduğu, gıda yardımını yaptığı anlata anlata bitirilemeyen Tosyalı Holding olduğu anlaşıldı. Bu “yardım” reklâmları neyin üstünü örtüyor bir de ona bakalım. Türkiye Varlık Fonunun (TVF) Yönetim Kurulu Üyesi, organize sanayi bölgelerinin sahibi Fuat Tosyalı, Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen birisi. 20 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, yıkımın çok ağır boyutlarda olduğu Hatay’da, Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı tarafından Tosyalı Holdingin yeni projesi olan demir çelik entegre tesisi için onay verildi ve Tosyalı’nın projeleri deprem bölgesinde tam yetki aldı. Bölgedeki tüm hurda Tosyalı’nın eritme potalarına taşınıyor. Sanayi bölgesinde “Çelikhane ve Sürekli Döküm Entegre Tesisi”, “Sıcak Haddehane Tesisi” Çelikhane ve Sürekli Döküm Entegre Tesisi Modernizasyon ve Kapasite Artışı projesi bulunuyor. Tosyalı Demir Çelik Sanayi A.Ş. tarafından Filmaşin (Kangal) Haddehane Tesisi için çevresel etki değerlendirme (ÇED) olumlu kararı da verildi.
Hatay’ın İskenderun ilçesinde II. Organize Sanayi Bölgesinde yapılması planlanan projenin maliyeti 1 milyar TL. Tesiste yılda 900 bin ton üretim yapılacak. Üstelik ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre projenin maliyetinin 900 milyon TL’lik miktarı kredi ile karşılanacak. Tosyalı bu proje için yalnızca 100 milyon TL harcayacak! İktidar sıra sermayeye geldiğinde hem kesenin ağzını sonuna kadar açıyor hem de önündeki tüm engelleri temizliyor! Ama depremden bu yana geçen 6 ay içinde insanlar sağlıklı konutlara yerleştirilmezken, hijyen dâhil birçok ihtiyaçları karşılanmazken ve hâlâ suya ulaşamazken, salgın haline gelmiş olan uyuz vakaları giderek artarken ortada yok!
Çevre katliamı da rant için
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından depremden sonra bina enkazlarının çevresel risk oluşturmayacak şekilde kaldırılacağı, belirlenen alanların valiliklerin koordinasyonunda insan sağlığına, doğaya, çevreye zarar vermeyecek alanlardan seçilmesi gerektiği açıklanmıştı. Enkazın vahşi bir şekilde değil, daha tekniğe uygun bir şekilde alana ulaştırılacağı söylenmişti. İş icraata gelince ne oldu peki? Klasik bir Türkiye hikâyesi! Denetim yok! İnsan, doğa, çevre sağlığı üzerine verilen sözler sadece oyalamaca ve aldatmaca! Bu defa da bildikleri, alıştıkları, en kârlı yolu uygulayarak deprem çilesini çeken insanları bir de deprem molozlarının zararlarına maruz bıraktılar.
Deprem bölgesindeki enkaz kaldırma üzerinden yürüyen rant planları hem insan sağlığına hem doğaya zarar veriyor. Hatay’da yıkılan binlerce binanın enkazı kentin belli noktalarına yığılmaya devam ediyor. Narlıca Mahallesindeki ormanlık ve zeytinlik alana enkazdan taşınan tonlarca moloz döküldü. Bölgede bulunan çam ve zeytin ağaçları moloz yığınlarının altına gömüldü adeta. Molozların taşındığı bölgeler son derece verimli zeytinliklerin veya aynı zamanda depremzedelerin de çadırlarının olduğu alanlar. Moloz yığınlarının içerisinde başta asbest olmak üzere kurşun, bakır, cıva gibi ağır metallerin bulunduğunu belirten uzmanlar bunun hem insan sağlığına hem doğaya ciddi boyutta zararlar vereceği uyarısında bulunuyor. Bölge insanları ve çadır kentlerde yaşayanlar molozların daha uygun yerlere dökülmesi için tepkilerini dile getiriyor, imza kampanyaları yürütüyor. İktidar bu tepkileri umursamadan Hatay bölgesinde yüzlerce yıllık zeytinlik alanlara moloz dökerek buralara çökmenin yolunu açmak istiyor. Bunu durduracak güçlü bir tepki gelmeyince de elini kolunu sallaya sallaya yasa çıkarmaktan geri durmuyor.
Nitekim iktidar Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda memur zammı, ek motorlu taşıtlar vergisi, mahpuslara ilişkin infaz düzenlemesi gibi birçok maddeyi içeren torba kanun teklifine, deprem bölgesindeki mera alanlarının, zeytinliklerin ve ormanlık alanların imara açılmasını sağlayacak bir madde de ekleyerek bu konuda bir hamle daha yaptı. Bu yasa teklifi AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Muhalefetten gelen tepkiler üzerine iktidar tarafından yapılan ikna toplantıları durumun vahametini daha da ortaya koymuş oldu! TOKİ Başkanı Ömer Bulut bu düzenlemenin depremden etkilenen 15 ili, ağırlıklı olarak da Hatay’ı kapsayacağını açıkladı. Verilen bilgiye göre 18 ilde deprem nedeniyle 674 bin 238 konut yapılması, 18 ilin 15’inde ise orman alanları ile tescilli ve tescilli olmayan zeytinlik alanlara deprem konutları yapılması planlanıyor. Böylece zeytinlik alanları, mera ve orman alanlarını kapsayan toplamda 15 ilde 124 milyon 730 bin metrekare arazi imara açılmış olacak. Yeşil Sol Parti Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları’nın aktardıkları da iktidarın niyetini özetliyor:
“Zeytin’e özel bir kanun var ve bunu aşmak için yeni bir teklif maddesi ihdas ediyorlar. Zeytin bu bölgelerin geçim kaynağı. Her ağaç en az 100 yaşında. Yani hem ekmek teknesi hem tarihi değeri var. Bu yüzden itiraz ediyoruz. ... Hatay merkezde ya da merkeze yakın başka bölgelerde yapılmasının mümkün olup olmadığını sorduğumuzda bu bölgelerde zemin etüt çalışması bile yapılmadığını öğrendik. Oysa yerel yönetimlerle, ilgili meslek odalarıyla birlikte kentin farklı mekânlarında; zeytinlik, orman olmayan yerlerde konut yapılıp yapılamayacağı araştırılmalıydı. «Kış gelmeden konutları yapalım» diyorlar. Tabii ki bir yerden hızla başlanmalı ama belki kent depreme dayanıklı binalarla yeniden kurulabilecek. Bunun yolu hiç araştırılmamış. Kolaycı bir yöntemle farklı amaçlarla gidildiğini düşünüyoruz.”
Bölgede zeytincilik, sera ve hayvancılıkla geçinen insanlar bu uygulamayı kabul etmediklerini, topraklarını terk etmeyeceklerini, idari, hukuksal yönden itirazlarını yapacaklarını, zorla çıkartmaya kalksalar da burayı bırakmayacaklarını dile getiriyorlar. Düzce ve Gölcük depremlerini yaşadıktan sonra memleketine dönüp deprem yönetmeliğine uygun, depreme dayanıklı bir ev inşa eden Seyran Ateş’in evine, yaşanan depremlerde evleri hasar gören yirmi beş civarında akrabası sığındı. Ateş “hal bu durumdayken Cuma günü öğreniyoruz ki, Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında burası acele kamulaştırmaya girmiş. Deprem şokunu atlatmadan böyle bir şok atlatmamız bizi çok sarstı. Biz depremden dolayı devletten yardım beklerken, devletin bizim arsalarımızı, sağlam evlerimizi kamulaştırması kabul edilebilecek bir şey değil. Depremin yıkamadığı evlerimizi, şu an devlet farklı gerekçelerle bizden alıp başımıza yıkmaya çalışıyor. Bunu kabul etmiyoruz” diyerek haklı tepkisini dile getiriyor.
AKP iktidarı boyunca 10 kez zeytinlik alanların imara açılması girişimi olmuştu. Korunan alanlar, birinci sınıf tarım alanları, ormanlar, ova, mera ve içme suyu havzası gibi tarımsal üretim ve içme suyu ihtiyacının teminatı olan arazilerde, yıllardır enerji bahanesiyle madenciliğin önünü açan kanun teklifleri gündeme getiriliyor. Yüzlerce yılda yetişmiş zeytin ağaçları enerji üretmek bahanesiyle 10 yıl boyunca yaptığı madencilik faaliyeti için herhangi bir bedel dahi ödemeyecek yandaşlar için yok edilmek isteniyor. Bu topraklara kök salmış zeytin ağaçlarının yerine başka bölgelerde zeytin bahçeleri tesis edileceği iddia edilerek bölge insanı da adeta buralardan sürgün edilmek isteniyor. Tıpkı ’99 depreminden kısa bir süre sonra emeklilik yasasında yapılan değişiklik gibi, deprem felâketi sonrası da el çabukluğu ile meralar, orman arazileri ve zeytinlikler imara açılıp rant alanlarına çevrilmek isteniyor. İktidar Hazine’nin elinde birçok arazi varken depremzedelere konut yetiştirme gerekçesiyle bu alanları gasp etmek istiyor.
İktidarın rant planlarını hayata geçirmek için denemediği yol ve yöntem kalmadı neredeyse! Antakya’nın depremde ayakta kalabilen mahallelerinden Gülderen’de de şehir hastanesi yapılacağı gerekçesiyle 30’dan fazla ev ve zeytinlik alan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından kamulaştırıldı. Kamulaştırılan parsellerin sınır arazilerinde AKP’li ve onlara yakın kişilerin arazilerinin bulunduğunu belirtmek meseleyi daha anlaşılır hale getirir herhalde! Bir şelâlesi bulunan ve dere kıyısında yer alan bu mahallede Arap Alevileri yaşıyor. Bölge insanı bu planların zeytinliklerle ilgili kısmının özellikle Hatay’a özgü olduğunu ve imar düzenlemesinin de Arap Alevilerin yaşadığı bölgeleri etkilediğini düşünüyor. Bu durum, Arap Alevilerin zaten demografik yapının değişimi ile ilgili kaygılarını depremden sonra devletin yaptıkları ve yapmadıklarıyla daha da arttırmış durumda!
İktidar bir yandan depremin ardındaki yıkımı fırsata çevirmeye çalışırken diğer yandan bunun yük olacak kısmından olabildiğince kurtulmanın ince hesaplarını “ustalık”la yapıyor. Kentlerde rant için uygun olduğunu düşündükleri alanlardaki binaların hasar tespitiyle ilgili çevrilen dolaplar durumu ortaya koyuyor. Depremde yıkılan veya ağır hasar gören binalar için yerinde dönüşüm imkânı verilecek inşaat kredisinden yararlanılması amacıyla 30 Mayısta başlayıp iki ay süren hak sahipliği müracaatının bitimine birkaç gün kala 587 bin 600 başvuru yapılmıştı. Bu konuda da yaşanan sorunlar bitmiyor. Bazı bölgelerde kontrol bile edilmeden binaların hasar tespitine dair kayıtlar tutulduğu, hasarsız evlere ağır hasarlı veya ağır hasarlı evlere az hasarlı tespiti yapıldığı basına defalarca yansıdı. Bir yandan ağır hasarlı evlere az hasarlı raporu verilerek ev sahipleri 15 bin liralık taşınma bedelini ve kira yardımını alamıyor, diğer yandan hasarsız evlerine ağır hasarlı raporu verilenler zorunlu olarak evlerini terk etmek zorunda kalıyor. Mesele rant olunca sağlam binaların sadece dış duvarında hafif sıva dökülmesi bile ağır hasarlı raporu vermeye yetiyor artık! Malatya’da evinin duvarında en ufak bir çatlak bile olmayan birçok aile evini boşaltmak zorunda bırakıldı. Ekonomik değeri çok yüksek olan Malatya’nın çarşısı olarak bilinen yerdeki sağlam binaların çoğunun toplu bir şekilde acil yıkılacak kategorisine alınması iktidarın rant fırsatçılığına çok çarpıcı bir örnektir!
Bu rejim toplumun üstünden silindir gibi geçerek her anlamda ülkeyi akıl dışı bir noktaya getirmiştir. Türkiye tarihinin en büyük yıkımının yaşandığı böylesi bir felâketin ardından yaşananlar bu gidişata dur demenin ne kadar hayati olduğunu gösteriyor! Din üzerinden, terör korkusu üzerinden, kutuplaştırarak yardığı toplumun örgütsüzlüğünden ve bunun doğal sonucu olan tepkisizliğinden cesaret alan rejim ve beslediği sermaye hiçbir şeyden korkmayarak yaşanan her sorunu ranta çevirmeye çalışıyor ve çoğu zaman başarıyor da! Toplum tümden tepkisiz değil ama fabrikalarda yaşanan grevler, çeşitli işkollarında yaşanan direnişler gibi deprem bölgesinde yaşananlara karşı tepkiler de, İkizköylülerin Akbelen ormanının rant alanına dönüşmesini engellemek için 4 yıldır verdiği mücadele gibi mücadeleler de işçi sınıfının geniş kesimlerinin ve sendikaların güçlü eylemleriyle desteklenmediği için eninde sonunda rejim tarafından baskılanıyor ne yazık ki! Korkunç felâketler yaşamış insanların evini başına yıkmaktan, doğasını rant için tahrip etmekten çekinmeyen bu rejimden ve sermayeden geç olmadan kurtulmanın tek yolu örgütlenip güçlü bir mücadele vermektir! Başka bir yolu yok!
link: Aylin Dinç, Emekçilere Felâket, Sermayeye Rant, 11 Ağustos 2023, https://marksist.net/node/8039
“Hizmet” Diye Diye Mağduriyeti Arttırdılar