Kırk üç yıldır faşist Molla rejimi altında nefessiz kalan, boğulan İranlı emekçilerin Eylül ayında başlattıkları isyan büyüyerek devam ediyor. Rejimi yıkarak bu kâbusu bitirmek, kızlarına ve oğullarına ağıtlar yaktıkları yas günlerini geride bırakıp bayramlar kutlamak için mücadele eden İranlı emekçiler henüz bu hedeflerine ulaşmış değiller. Fakat İran’ı boydan boya saran ve nicedir bir devrimci duruma evrilen inatçı isyan gösteriyor ki emekçi kitleler nezdinde hiçbir meşruluğu kalmayan bu çürümüş rejim için artık çıkış yoktur!
İran’a özgü tarihsel-siyasal koşulların sonucunda ortaya çıkmış Molla rejimi esasen bir anomaliden başka bir şey değildir. Mollalar, 20. yüzyılın son çeyreğinde, milenyum dönemecine doğru gidilirken kapitalizm altında iktidara geldiler. İran gibi, Asyatik despotik köklere sahip bir ülkede bir karşı-devrimle devleti ele geçirerek, bu köklere ve devlet gücüne yaslanıp siyasal ve ekonomik alanı tamamen kontrol altına alarak Şiiliğin en katı yorumuna dayanan teokratik faşist bir rejim kurdular.[1] Böylece binlerce yıllık zengin bir kültüre sahip, yüzünü büyük oranda Batıya dönmüş bir topluma adeta bir deli gömleği giydirdiler.
Çok açıktır ki İran’da emekçi halkın ezici çoğunluğunun özlemleri, dünyaya bakışı, yaşam ve gelecek tahayyülü ile faşist rejimin köhne ve karanlık vaatleri taban tabana zıttır. Rejimle İran toplumunun çoğunluğu arasında tabiri caizse ölümcül bir doku uyuşmazlığı vardır. Tam da bu nedenle faşist Molla rejiminin hüküm sürdüğü 43 yılda İran’da bazısı haftalarca süren pek çok kitlesel protesto ve halk isyanı gerçekleşti. Özellikle 2009’dan sonra bu protesto ve isyanlar daha da sıklaştı ve güçlendi. Kitleler kıyıma uğrayıp ezilseler de yeniden ve yeniden isyan ettiler. Bugün yaşanansa bir devrimci durumdur ve çelişkilerin artık taşınamaz olduğunu, çözülmek zorunda olduğunu göstermektedir. Yıkılmayıp ayakta kaldığı her an işçi ve emekçilere cehennemi yaşatan bu ucube rejim eninde sonunda gümbürtüyle yıkılıp gidecektir.
“Bu sefer çok farklı!”
Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesinin ardından 16 Eylülde patlak veren isyan bugüne kadar gerçekleşen isyanlardan faklı olarak daha ilk anlardan itibaren doğrudan doğruya Molla rejimini, rejimin en tepesinde bulunan velâyet-i fakîhi[2] ve başörtüsü gibi sembolleri hedefe oturttu, İran’ın tüm eyaletlerine yayıldı ve bir devrimci duruma evrilerek İran rejimini temellerinden sarstı, sarsmaya devam ediyor. Tam da bu nedenle katmerlenen zulme; cinayetlere, idamlara, işkencelere, kaçırılmalara, tehditlere rağmen İranlı emekçileri, gençleri, kadınları korku, yas ve yenilmişlik duygusu değil, öfke, direngenlik ve umut sarmalıyor. Tam da bu nedenle sadece İranlı emekçiler değil rejimin temsilcileri de bu seferki isyanın daha önceki isyanlardan çok farklı olduğunu dile getiriyorlar. Daha önce nice kereler bastırıp ezdikleri kitleleri bastıramamış olmanın şaşkınlığını ve öfkesini yaşıyorlar, geri sayımın başladığını, zamanın aleyhlerine işlediğini çok iyi biliyorlar. Ocak 1979’da devrilen Şah ile aynı kaderi paylaşma korkusuyla tir tir titriyorlar.
Eylemler önce katledilen Mahsa’nın memleketinde, Kürdistan’da başladı. On yıllardır Molla rejiminin, Devrim Muhafızlarının[3], Besiclerin[4], cahş denilen korucuların zulmü altında bulunan, darağaçlarına çekilen, hapishanelere atılan, yargısız infaz edilen, kaçırılan, gözaltında kaybedilen insanların ezici çoğunluğu Kürttü ve Kürtler kızlarının, oğullarının rejim tarafından daha fazla katledilmesini engellemek istiyorlardı. Fakat eylemler kısa zamanda tüm eyaletlere yayıldı. Kadın, erkek Kürt, Beluci, Fars, Lur, Azeri, Türkmen, Arap, Şii, Sünni emekçiler sokaklara döküldüler. “Diktatöre Ölüm”, “Hamaney’e Ölüm” sloganlarıyla rejimi ve rejimin sembollerini hedef aldılar. “Azerbaycan ayaktadır, Kürdistan’a destektir”, “Kürdistan, İran’ın gözü ve nuru”, “Tahran’dan Zahidan’a canım İran’a feda”[5] gibi sloganlarla aralarındaki etnik ayrımların önemli olmadığını, herkes için özgürlük istediklerini ortaya koydular. Böylelikle farklı etnik kökenlerden halklar ilk kez rejime karşı öfkelerini ve özgürlük taleplerini birlikte dile getirdiler, dayanışma içinde olduklarını gösterdiler. Bu rejim altında yaşadıkları yoksulluğa, yoksunluğa, işsizliğe, aşağılanmaya, baskılara, şiddete, katliamlara hep birlikte isyan ettiler. Sadece Mahsa’nın değil 43 yılın hesabını birlikte sormaya giriştiler.
Gaddar Molla rejimi protestoları yalanlarla karalamak, şiddetle bastırmak için hızla harekete geçti. Devrim Muhafızları ve Besic militanları sokaklarda yüzlerce can aldı. Cenazeler ailelere verilmeyip kaçırıldı. Fakat bu çabalar eylemleri bastırmaya yetmediği gibi çok daha geniş kesimlerin rejimin meşruiyetini sorgulamasını, eylemlerin daha da yaygınlaşmasını sağladı. “Eylemler ivme kaybetti, protestolar duruluyor” denilen her günün ardından yeni bir yükseliş geldi. Özellikle Mahsa’nın öldürülmesinin 40’ıncı günü olan 26 Ekimden itibaren isyan daha da istim kazandı. Cenaze törenleri ve ölümlerin 40’ıncı günleri öfkenin, isyanın yeniden harlandığı dönemeçler oldu.
Protestoların bir devrimci duruma evrileceğini kestiremeyen, eylemlerin kendiliğinden sönümleneceğini ya da hareketin her zamanki gibi şiddetle ezilebileceğini varsayan rejimin temsilcileri, bu aşamadan sonra kontrolü her an kaybedebilecekleri duygusuna sürüklendiler. Protestolara etkin müdahalenin yollarını tartışmaya başladılar. Protestoların patlak vermesinden önce sağlık sorunları nedeniyle ortalarda görünmeyen 83 yaşındaki Hamaney, sağlık sorunlarını bir kenara bırakıverdi ve tehditler savurmak, rejimin taraftarlarını, kolluk güçlerini konsolide etmek için yeniden sahneye çıktı. İsyanı bastırmanın yolunun daha fazla şiddet ve idamlarda olduğunu söyledi. Başörtüsü dayatmasının hafifletilmesi tartışmalarına karşılık “bunlar Allah’ın emirleridir ve sorgulanıp değiştirilmeleri mümkün değildir” minvalinde açıklamalar yaptı. Böylece, Hamaney’de temsilini bulan faşist Molla rejiminin azgın saldırıları arttı.
29 Ekimde Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Salami, devlet televizyonlarına çıkarak büyük bir kibir içinde protestoculara ültimatom verdi: “Sokağa çıkmayın! Bugün ayaklanmaların son günü!” Ancak bu tehditler özellikle üniversiteli gençlerin “Bitti deme, daha fazlası Kasımda gelecek” sloganları arasında boğulup gitti. Öğretmenler de grevleriyle eylemlere destek verdiler. Kasım ayıyla birlikte tüm üniversitelerde, tüm okullarda, sokaklarda isyan daha da büyüdü. “1979 İslam Devriminin kurucu önderi, tartışılmaz ve dokunulmaz sembolü” addedilen Humeyni’nin, müzeye çevrilen baba evi, Şiiliğin kalesi sayılan kentlerde mollaların eğitim aldığı medreseler yakıldı. Hamaney’in ve rejimin önemli sembollerinden biri olan Kâsım Süleymani’nin resimleri yakıldı, büst ve heykelleri tahrip edildi, duvarlardaki resimlerine kanı temsil eden kırmızı boyalar sürüldü. İnsanlar toplu olarak bulundukları her alanı, metro istasyonlarını, çarşıları, mezarlıkları eylem alanına dönüştürdüler. Mollaların sarıklarını yere fırlatmak yaygın bir eylem biçimi halini aldı. Bu eylemler toplumsal yaşamın düzenlenmesinde büyük bir ağırlık tutan mollaların nasıl bir nefret unsuru haline geldiklerini, toplumun ezici çoğunluğu açısından en ufak bir meşruiyetlerinin kalmadığını göstermesi bakımından çarpıcıdır. Dahası Molla rejiminin ne denli güç yitirdiğinin, eskisi gibi yönetmeye devam edemeyeceğinin, moral üstünlüğün rejimi devirmek üzere harekete geçen kitlede olduğunun, umutların büyüdüğünün kanıtıdır.
Kasım ayı içinde umutları daha da arttıran gelişme petrol rafinelerinde, otomotiv fabrikalarında, İsfahan Demir Çelik, Haft Tapeh şeker fabrikası gibi kimi önemli işletmelerde işçilerin grevlerinin başlaması oldu. Özellikle 2019’daki ayaklanmaların yıldönümü olan 15 Kasımda, pek çok işletmede işçiler 3 günlük grev kararı aldılar. Bu gelişmeyle birlikte protestolara katılan emekçilerin, gençlerin, kadınların morali ve direnci daha da büyüdü. Öte yandan pek çok kentte bazaari denilen çarşı esnafı da kepenklerini kapatarak eylemlere destek verdi. Bu gelişme de özellikle önemliydi çünkü 1979’da mollalar sanayici ve tüccarları da içeren bazaari esnafıyla iç içe geçmişlerdi, onların sözcüsü konumundaydılar ve Tahran esnafını da peşlerine takmışlardı. Bazaari esnafı Humeyni’nin zaferinin arkasındaki temel güçtü. Fakat aradan geçen onyıllardan sonra bugün rejimin devlet tekelleri, Devrim Muhafızları ve bonyad denilen denetimden muaf vakıflar aracılığıyla tüm kaynakları ve ekonomik yaşamı kontrol altında tutması, özel girişimleri bu yolla baltalaması, adam kayırmacılığın, nepotizmin, rüşvetin alıp başını gitmesi, Ayetullahların sınırsızca zenginleşmesi, dış politika nedeniyle uygulanan uluslararası yaptırımların yarattığı sorunlar vs. bazaari esnafında tepkilerin doğmasına neden oldu. Bugün özellikle yaşam savaşı veren küçük esnaf çeşitli eyaletlerde haftanın belli günleri kepenk kapatarak protestolara destek veriyor. İşçi grevleri sektörden sektöre, kentten kente yayılıyor.
İran rejimi ayakta kalmak için attığı her adımla gayrimeşruluğunu daha fazla sergilemektedir. Rejim, “muharip”[6] “insanların canına ve malına saldıran IŞİD üyeleri”, “şeytan Amerika’nın ajanları” diyerek yaftaladığı gençleri, kadınları sokaklarda öldürmekle yetinmiyor, dünyanın gözü önünde darağaçlarına gönderiyor. Gencecik emekçi çocukları düzmece mahkemelerle asılarak katlediliyor. Bağımsız kuruluşların ve insan hakları örgütlerinin çabalarıyla ortaya çıkan ama resmi kaynaklardan teyit edilemeyen bilgilere göre 29 Ocak tarihine kadar 71’i çocuk olmak üzere 527 kişi öldürüldü. 20 bine yakın insan gözaltına alındı. 4 kişi idam edildi. Gözaltına alınanların önemli bir bölümünün akıbeti, nereye götürüldüğü, nerede tutulduğu bilinmiyor. Özellikle Belucistan eyaletinde idamların devam ettiği ve rejim tarafından açıklanmadığı dile getiriliyor. Kürdistan başta olmak üzere tüm eyaletlerde ev baskınları ve insan kaçırmalar hız kesmeden devam ediyor. Eylemlerin güçlü olduğu Semirom, Mahabad gibi kentlere askeri güçler sevk ediliyor. Polis, eylemleri engellemek için cenazeleri ailelerden kaçırmayı, her cenazede mezarlıklarda barikatlar örmeyi, sokaklarda can almayı sürdürüyor. Allah, din ve ahlâk adına işkence, taciz, tecavüz, kadınların cinsel organlarına ve yüzlerine zarar veren hedefli saldırılar gibi aşağılık yöntemlere başvuruyor. Ama bu zulüm devrimci durumu bastırmaya, İranlı gençleri, kadınları, işçi ve emekçileri sindirmeye yetmiyor, isyan büyüyerek devam ediyor. 2022’yi isyanla kapatan İran’ın evlatları, 2023’ü daha da kararlı, daha da büyük bir isyanla açtılar.[7]
Rejimin gücü, rejimin açmazı
Ödenen büyük bedellere rağmen bu isyanın rejimi yıkmayı başarıp başaramayacağı sorusu İran’a dair tüm tartışmaların merkezinde yer alıyor. Elbette böylesi toplumsal-siyasal olaylar söz konusu olduğunda hiçbir sorunun kolay, kestirme bir cevabı bulunmuyor. Fakat İran’daki teokratik faşist rejimin gücünün de açmazının da aynı dinamiklere dayandığını, bu çelişkinin eninde sonunda çözülmek zorunda olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Rejimin ömrünü uzatmak için yaptığı hamleler aynı zamanda sonunu yakınlaştıran bir işlev görmektedir. Tabiri caizse İran’da yaşanan deprem yapıya ağır hasar vermiştir ve güçlendirme çalışmalarıyla yapıyı kurtarmak bir tarafa gittikçe derinleşen çatlakları sıvayıp kapatmak bile mümkün değildir.
Şahlık rejimi de dâhil olmak üzere pek çok tarihsel örnekte görüldüğü gibi, despotik rejimlerin olağan burjuva rejimler gibi esneyebilmesi, reforme edilebilmesi mümkün değildir. Bu tür rejimlerin değişime son derece kapalı yapısı, hareket tarzını ve reflekslerini belirleyen ideolojik çerçevesi ve zihniyeti, çoğu durumda kitlelere basit tavizler vermeyi bile imkânsız kılmaktadır. Bu durum kendine özgü tarihsel-siyasal arka planı nedeniyle İran için bir kat daha geçerlidir. Öyle ki rejim başörtüsü konusunda bile adamakıllı bir düzenleme yapabilecek durumda değildir. Zira yapması halinde aynı rejim olarak kalması mümkün değildir.
Hatırlanacak olursa protestoların ilk haftalarında bir bürokrat tarafından başörtüsüyle ilgili düzenleme yapılabileceği dile getirildi fakat rejimin en tepesindeki isimler üstüne basa basa böyle bir şeyin söz konusu olmadığını açıklamakta gecikmediler. Çünkü İran’da rejimin başörtüsü konusunda esnemesi demek, anayasa ve yasalarda, kolluk kuvvetlerinin görev ve yetkilerinde, kadının toplumsal konumunda, eğitimde, çalışma yaşamında, yıllardır sürdürülegelen propagandalarda ve daha nice hususta büyük değişimleri göze almak demektir. Bunun anlamı açıktır: Rejimin kurucu esaslarının, varoluşsal temellerinin ortadan kaldırılması! Mahsa’yı katleden polislerin yargılanması talebinin inkâr ve ret tutumuyla karşılanması, İrşad Devriyeleriyle ilgili bir düzenleme yapılabileceği yönündeki cılız açıklamaların hızla üstünün örtülmesi, bu devriyelerin güvenlik nedeniyle sokaklardan çekilmesinin sessizlikle geçiştirilmesi hep aynı nedendendir. Dahası bu cılız açıklamaların yapılmış, bu konuların tartışmaya açılmış olmasının bile kitlelerde zafer havası yaratması ve mücadeleyi körüklemesi rejimin neden tavizlerle paçayı sıyıramayacağının bir diğer izahıdır.
Faşist Molla rejiminin gücü olarak bugüne kadar onu ayakta tutan katı yapısı, bugün aynı zamanda en büyük açmazıdır. Bu katı yapı darbeler sertleştikçe çatlamaya ve parçalanmaya yazgılıdır. Hatırlanacak olursa 1997’de cumhurbaşkanı seçilen Hatemi ile temsilini bulan burjuva reform talepleri karşısında rejim, benzer şekilde katı refleksler sergilemiştir. Uluslararası dengelerin de etkisiyle, sınırlı burjuva reformları bile tehdit olarak görüp reformcu eğilimi tasfiye etme, boğma yoluna gitmiştir. Reformculardan gelen “rejimi korumak için ıslah etme” çağrılarını bastırmayı seçmiştir. Ve bununla kendini, kendi içinde alternatif üretemeyen, “ya hep ya hiç” ikilemine hapseden, kitlelerin gözünü boyayacak basit hamleler bile yapamayacak bir konuma taşımıştır. Bu katı yapısını korumak için kendini muazzam bir güç ve enerji sarf etmeye mahkûm etmiştir. 1997’de önerilen kısmi, sınırlı, güdük burjuva reformları bile hayata geçiremeyen rejim, sonuç olarak bugün İranlı emekçilerin gözünde artık ortadan kaldırılması gereken devasa bir engeldir.
İran rejimi bugün hâlâ ayaktadır fakat devrimci durum ivme kazandıkça İran egemen sınıfı ve müesses nizamı içindeki çatlaklar ortaya çıkmaya başlamıştır ve zaman içinde daha da belirginleşeceği kuşkusuzdur. Mesela rejimin kurucu aileleri olan, Rafsancaniler gibi içlerinden cumhurbaşkanları çıkaran aileler bile bu isyan karşısında hâlâ sessizlik içindedir, olayları izlemekle yetinmektedir. Eski cumhurbaşkanlarından Ahmedinejad gibi önemli isimler de benzer bir tutum içindedir. Öyle ki kimi üst düzey bürokratlar ve Devrim Muhafızları komutanları bu duruma tepki göstermekte, “rejim elden gidiyor, neden bir şey yapmıyorsunuz” yollu feryatlar koparmaktadır. Devrim Muhafızları komutanları “kitleleri bir türlü bastıramıyoruz, korkmuyorlar, geri çekilmiyorlar” diye, yargı mensupları “halk, biz mollalar sanki paralarını yiyormuşuz ve onları aç bırakıyormuşuz gibi konuşuyor” diye yakınıyorlar. Bununla hem meşruluklarını kitleler gözünde ne denli yitirdiklerini, hem moral üstünlüklerini kaybettiklerini hem de iç kenetlenmenin zayıfladığını ortaya koyuyorlar. Nitekim Rafsancani’nin oğlu Muhsin Haşimi de İran toplumunda din adamlarının etkisinin kalmadığını söylerken aynı gerçeğe işaret ediyor. Bu ortamda rejimden kopuşlar artmakta, muhaliflerin sesi her zamankinden daha gür çıkmaktadır. Mesela bizzat Rafsancani’nin kızı muhalif tavrı nedeniyle tutuklanmış, Hamaney’in yeğeni Feride Muradhani ise tüm dünyaya şöyle seslenmiştir: “Özgür insanlar, hükümetlerinize bu cani ve çocukları öldüren rejime destek vermeyi bırakmasını söyleyin. Bu rejim, temel aldığı hiçbir dini yükümlülüğü yerine getirmiyor. Gücü ve iktidarı elinde tutmak için hiçbir kuralı dinlemiyor!” Rejim içindeki çözülmenin hız kazandığını gösteren bir diğer olgu ise çok sayıda Besic militanın istifa etmesi, ordudaki çok sayıda erin halka karşı savaşmayacağını dile getirmesi, Devrim Muhafızları içinde bile yarılmanın başlamış olmasıdır.
Bugün İran’da karşı karşıya olduğumuz şey bir devrimci durumdur ama ne yazık ki işçi sınıfı son derece örgütsüz olduğu gibi devrimci bir önderlikten de söz edilememektedir. Ancak devrimci durumun kolay bastırılamayacağı, Molla rejiminin içindeki çatlakların derinleşeceği, durumun sürdürülemezliğinin daha da belirginleşeceği ortadadır. Bu durumda İran’da muhalif seslerin güçleneceğini, durumun sürdürülemez olduğuna kanaat getiren burjuva güçlerin bir aşamadan sonra hareketin önderliğine soyunmak üzere daha güçlü çıkışlar yapacağını tahmin etmek güç değildir. Pek çok tarihsel örnekte egemen sınıf içindeki çatlaklar yeterince olgunlaştığında benzer şeyler yaşanmıştır. İşçi sınıfının devrimci örgütlülükten yoksun olduğu ve burjuvaziye tehdit oluşturmadığı kanaatinin güçlü olduğu durumlarda, rejim muhalifi burjuva güçlerin kitle hareketinin önünü açtığı, rejimi sıkıştırmak için uluslararası ittifakları harekete geçirdiği, iktidar alternatifleri oluşturduğu görülmüştür. İran’ın bir istisna teşkil edeceğini düşünmek için herhangi bir neden yoktur. Rejimin yıkılması İran’da büyük bir dönüşüm yaşanması ve bölgede büyük altüst oluşlara kapı açması anlamına gelecektir. Ama sular durulmayacak, İran’ı saran yangın sönmeyecektir.
İsyan ateşi yanmaya devam edecek!
İranlı yazar Alex Shams, henüz Ekim ayında İran’a ilişkin şöyle diyordu: “Son birkaç hafta, insanların neyin mümkün olduğuna dair algısını önemli ölçüde değiştirdi. Ve bu başlı başına bir zaferdir. … Rejim bugün isyanın alevlerini söndürse bile, közler yanmaya devam edecek!” Aradan geçen zamanda rejimin isyanın alevlerini söndürmesi bir tarafa alevler rejimin etrafını her geçen gün daha fazla kuşattı. İsyan devrimci duruma evrildi, ayakta durmaya devam etse de rejimin içten içe çürüdüğü ve ömrünün çok uzun olamayacağı ortaya çıktı. Fakat çok açık ki Molla rejimi burjuva düzen sınırları içinde yıkılacak olsa bile isyan ateşi yanmaya devam edecek. O zaman nefes almaya başlayacak olan İran halkı, o nefesin verdiği güçle kapitalizme karşı mücadelede yeni isyan ateşlerini tutuşturacak. Çünkü bugünün İran’ı, 1979’da Şah rejiminin devrildiği İran’dan da, 1997’de burjuva reformlarla rejimi değiştireceğini söyleyenleri umut olarak gören İran’dan da çok farklı bir ülkedir.
Günümüz dünyasında kapitalizm tam anlamıyla küreselleşmiş, kapitalist yaşam tarzı ve tüketim kalıpları dünyanın en ücra köşelerine kadar hâkim hale gelmiştir. Elbette bu durumdan İran da nasibini almıştır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi İran’da da derin bir toplumsal dönüşüm yaşanmıştır. 1980’de yaklaşık 39 milyon nüfusu olan İran bugün 86 milyonu aşkın nüfusa sahiptir. Nüfusun yüzde 75’inden fazlası kentlerde yaşamaktadır ve ezici çoğunluğu 35 yaş altıdır.[8] Bugün eylemlerde başı çeken gençler, önceki kuşakların yaşadığı ağır yenilgileri yaşamamış, farklı bir ruh haline sahip bir kuşaktır. Ambargolara, faşist rejimin baskı, sansür ve yasaklarına rağmen gelişen teknoloji ve bunun getirdiği iletişim olanakları sayesinde dünyayla iç içe bir İran söz konusudur. Üstelik çok kalabalık bir diasporaya sahip olması İran’ın bu durumunu güçlendirmektedir. Öte yandan Molla rejimi, “İslam Devriminin ülkede özellikle kadınlar arasında okuma yazma oranlarını ve istihdamı arttırdığını” ileri sürerek övünüyor. Kadınların eğitim düzeyinin, istihdama, işgücüne katılımının çok büyük artış göstermesinin mollaların başarısı olmadığı açıktır. Bu durum hem Molla rejiminin altını oyan dinamiklerin bir neticesi hem de bu dinamiklerden biridir. Kadının geçmişin içe kapalı, geleneksel kalıplarla belirlenen toplumsal yaşamını, toplumdaki yerini sorgulamasını, hak bilinci geliştirmesini, baskıları reddetmesini beraberinde getirmiştir. İşte tüm bunlara uygun biçimde sekülerleşme hızlanmıştır.
Elbette böyle bir topluma “şeriat” gömleği giydirmek, rızaya dayalı olarak tüm yaşamı buna göre dizayn etmek, kadınları, gençleri zapturapt altında tutmak mümkün değildir. Nitekim bugün başörtüsü, kamusal sosyal mekânların kadın-erkek ayrımına göre dizaynı benzeri tüm dayatmalar artık fiilen aşılmıştır. İran toplumunun bu konuda geriye gitmeye niyeti yoktur. İranlı emekçilerin değişim ve özgürlük isteği geri dönüşsüz biçimde açığa çıkmıştır ve bedeli ne olursa olsun ulaşmak istedikleri öncelikli hedef rejimin yıkılmasıdır. Ancak böylesine büyük dönüşümler geçirmiş bir toplumun bu noktada durmayacağı açıktır. Kent yaşamının hâkim olduğu, kent yoksulluğunun derinleşip yaygınlaştığı, nüfusun yüzde 70’inin yoksulluk sınırının altında yaşamaya, gıda ve gaz kuyruklarına mahkûm edildiği, işçi sınıfının haklarının kökünden biçildiği İran’da Molla rejiminin yıkılmasının isyan ateşini söndürmeye yeteceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır.
[1] Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Akın Erensoy, İran Devrimi; Utku Kızılok, İran Devrimi, Burjuva İç Kapışma ve Dersler; Kerem Dağlı, İran Halkı Değişim İstiyor, marksist.com
[2] Şeriat bilgini ve ülkenin dini rehberi sayılan velâyet-i fakîh, devletin en tepesinde bulunan güçtür ve olağanüstü geniş yetkilere sahiptir. Ülkenin politikalarını, içtihatları belirler, kanunları yorumlar, en önemli kurumların başına atamalar yapar, cumhurbaşkanının yetki alanlarını da denetler, kısacası rejimin temel direğidir. Bugün bu makamda olan Hamaney, rejimin kurucusu olan Humeyni’den sonraki ikinci velâyet-i fakîh olarak halkın nefretinin odağında bulunuyor.
[3] İran Devrim Muhafızları Ordusu (Sipahi Pasdarani İnkilabi İslami, kısaca Pasdaran) Ayetullah Humeyni tarafından 1979’da kuruldu. Şahın devrilmesinin ardından “iç düzenin sağlanması, devrimin korunması, sapkın hareketlerin ve ayaklanmaların engellenmesi” gerekçesiyle kurulan bu ordunun esas hedefi rejimi korumaktı. Böylece Humeyni Şahlık döneminden kalan ordunun karşısında rejimi güvenceye almak için bir ordu daha kurmuş oldu. Bugün 100 bin kişilik bir ordu olan Devrim Muhafızlarının kara, deniz, hava ve hatta füze kuvvetleri bulunuyor. Düzenli ordu ve Devrim Muhafızları ordusu birlikte ARTEŞ olarak adlandırılıyor ve İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı vasıtasıyla Velayeti Fakîh’e bağlı bulunuyor. Bu durum İran’ın önemli bir özgünlüğünü oluşturuyor. Devrim Muhafızları, bugün İran Milli Petrol Şirketi ve İmam Rıza Fonundan sonra İran’ın üçüncü en büyük finansal gücünü oluşturuyor ve milyarlarca dolarlık bir zenginliği elinde bulunduruyor.
[4] Devrim Muhafızlarına bağlı gönüllü milislerden oluşan Besic Direniş Gücü, Ayetullah Humeyni tarafından Kasım 1979’da kuruldu. Sivil kıyafetli ve silahlı Besic militanları yıllardır rejim tarafından besleniyor ve Kürtler başta olmak üzere halkın üzerinde bir sopa olarak kullanılıyor. Sokaklarda terör estiren, cinayetler işleyen Besicler bir koruma zırhı içinde tutuluyor.
[5] Aynı isimli eyaletin merkezi olan Tahran, ülkenin kuzeyine yakın, 18 milyon nüfuslu bir metropol iken Zahedan ülkenin güneydoğusunda Sistan ve Belucistan eyaletinin merkezidir. Öte yandan Azerilerin geleneksel olarak Şiilik temelinde rejime yakın olduğu, Kürtlere karşı kışkırtmalardan derin biçimde etkilendikleri dile getirilir. Dolayısıyla bu dayanışma sloganlarının anlamı büyüktür ve rejimi dehşete düşürmesi şaşırtıcı değildir.
[6] Arapçada savaşçı anlamına gelen bu sözcük İran mollaları için Allah’la savaşmak, Allah’a düşmanlık etmek anlamına geliyor ve sözde bu suçu işleyenler idamla cezalandırılıyor.
[7] Molla rejimi 3 Ocak 2021’de Irak’ta ABD tarafından düzenlenen bombalı saldırıyla öldürülen Kudüs Güçleri Komutanı Kâsım Süleymani’yi ulusal kahraman ve şehit ilan etmiş, Sülaymani’nin cenazesine 1 milyon kişinin katılmasını rejime olan desteğin büyüklüğünün kanıtı olarak göstermişti. Rejimin Süleymani’nin ölüm yıldönümünde anmalar düzenleyerek konsolidasyon yaratma çabasına karşılık İranlı emekçiler ülkenin dört bir yanında posterlerini yakarak, anmaları sabote ederek, köprüleri pankartlarla donatarak, öfkeli sloganlar atarak rejimin sembolü olarak gördükleri Süleymani’yi lanetlediler.
link: Ezgi Şanlı, İran’da Devrim Ateşi Yanmaya Devam Ediyor!, 2 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7848
Kayıp Anneleri
Marx Tabii ki Haklı!