“Ne garip bir toplum ki, yıllarca söylediklerimizi inkâr etti. Ama evet canım, artık hiç kimse gerçeği söylediğimizi inkâr edemez.” Jo Fisher “Kayıp Anneleri, Desaparecidos” adlı kitabını Plaza de Mayo Anneleri ve dünyanın her yerinde insan hakları için mücadele edenlerle dayanışmak için yazdığını söyler ve bizi Perşembe Annelerinin yaşamına, dönüşümüne, topluma etkisine tanıklık etmeye çağırır. Kitap, 1985 yılı ortalarında 40’ı aşkın anne ve büyükanneyle yapılan röportajlar sonucu yazılır. 1970’li yıllarda Latin Amerika’nın birçok ülkesinde faşist darbeler gerçekleşir. Arjantin de bunlardan biridir. Öyle ki ülke 1955-1973 yılları arasında yalnızca yedi yıl boyunca sivil hükümetlerce yönetilebilmiştir. 1976 yılında faşist darbenin ardından cuntanın başındaki General Videla ve ekibi iktidara kurulurlar. Bu durum 1983’e kadar devam eder. Bu süre zarfında en az 30 bin kişi rejim güçleri tarafından kaybettirilir.
Askeri darbe arifesinde yıllık enflasyon yüzde 500’e yaklaşmışken, yıl sonuna doğru yüzde 1000’e dayanır. Darbeciler ülkeyi “kaos ve anarşiden” kurtarmak için devlet aygıtının kontrolüne ihtiyaç duyduklarını iddia ederler. Üç kişiden oluşan cuntanın liderliğini yapan General Videla, halka ülkenin Hıristiyanlık, yurtseverlik, aile değerleri ve ahlâkıyla yönetileceği masallarını anlatarak tüm yetkileri üzerine alır. Faşist cuntanın ilk icraatı işçi ücretlerini yarıya düşürmek olur. Ekonomi üzerindeki uzun vadeli planlarını hayata geçirebilmek için temel koşul işçi sınıfını felç etmektir. Öyle ki darbe öncesi ülkenin endüstri merkezlerinde kitlesel bir grev dalgası vardır ve darbe bu dalganın önünü keser. Ordunun ikinci icraatı ise Ulusal İşçi Konfederasyonu ve Ulusal Sendika Örgütünün fonlarını dondurmak ve üyeliklerini bitirerek bu sendikaları tasfiye etmek olur. Endüstriyel Güvenlik Kararnamesiyle grevler yasaklanır ve greve katılanlar için beş yıl, liderlerine on yıl hapis cezası getirir. Tasfiye sendikalarla sınırlı kalmaz, cunta üniversiteleri ve liseleri “terör suçunu besleyen kaynaklar” olarak hedef gösterir. Fakülteler askerlerin kontrolüne girer. “Tehlikeli” olarak görülen çalışanlar işten çıkartılır. Müfredat yeniden düzenlenir, kitaplar değiştirilir. Politik çalışma yürüten hareketlerin hepsi yasaklanır, aktivist öğrenciler tutuklanır. 1976’da “Kurşunkalemler Gecesi” diye anılan bir operasyonla bir gecede 16 öğrenci kaçırılır.
“Başlangıçta insan korkuyor” diyor annelerden biri, “fakat haklı bir dava için mücadele ediyorken nasıl korkabilirsiniz ki?” İlk başta kaybedilen çocukları için alana çıkan anneler daha sonra tüm çocukları sahiplenmek gerektiğine inanırlar. “Kendi çocuklarımızın kaybedilmeleri konusunda gerekli açıklık ancak bütün kaybedilenler konusunun açığa kavuşturulmasıyla mümkün olacaktır” derler. Plaza de Mayo Anneleri olarak anılmaya başlarlar. Annelerden biri olan Azucena, her annenin çocuğunun bebekken kullandığı bazı şeyleri sakladığını söyleyerek, çocuğun bebeklik bezlerinden birini eşarp olarak giyeceklerini belirtir. Böylece anneler hem çocuklarının anısını yaşatacak hem de kalabalıkta daha fark edilir olacaktır. Ardından tüm anneler beyaz eşarplar yaparak üzerine çocukların isimlerini işlerler. Zamanla isimlerin yerini “Sağ Salim Dönsünler” cümlesi alır. Anneler hep umutludur çocukları dönecek diye, aramaktan vazgeçmezler. Geceleri ışıkları açık tutarak aylarca beklerler, bazısı çocuğunun sevdiği yemekleri hep hazır bulundurur ve bazısı geri döner diye çocuklarına giyecek almaya devam eder.
Anneler her Perşembe saat 15:30’da Plaza de Mayo Meydanında olurlar. Darp edilirler, gözaltına alınırlar, fakat onları kimse yıldıramaz. Seslerini duyurmak için direnmeye devam ederler. 1978 Dünya Kupasına Arjantin ev sahipliği yapar. Faşist iktidar için bulunmaz bir fırsattır bu. Yüksek maliyetine rağmen itibar kazanmak için kupayı düzenleme sorumluluğunu üstlenir. İçeride bir barış havası olduğu yanılsamasını yaratmaya çalışır. Toplumu milliyetçi bir hezeyanla teslim almaya çalışarak, halkı “ülkenin onurunu savunmak ve Arjantin’in doğru imajını dünyaya göstermek için seferber olmaya” çağırır. “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde…” diye başlayan cümleler kurulur. Ama kaybedilenler bu dönemde hızla artmaya devam eder. Dünya Kupası için ülkeye gelen dünya basınından yansıyan bir fotoğraf karesi sayesinde annelerin sesi Arjantin dışında da duyulmaya başlar.
İşçi ve emekçilerin ülkedeki esas sorunların kaynağını görmesini engellemek için bilindik araçlar tekrar devreye sokulur, milliyetçilik ve savaş söylemi kışkırtılır. Kitlesel muhalefetin askeri yönetime karşı gösterilerinden sonra 2 Nisan 1982’de uzun süredir İngiltere ile anlaşmazlık konusu olan Güney Atlantik adaları cunta tarafından ele geçirilir. Rejimin bir parçası olmuş sendikalar ve düzen yanlısı siyasi liderler ordunun bu macerasına desteklerini haykırır ve sorunlar son buluncaya kadar taleplerini askıya aldıklarını ilan ederler. “Vatanseverlik” dalgası yayılır, kutlamalar yapılır. Kutlamaya katılanlardan biri de annelerden birinin kız kardeşidir. Bu kadının “Malvinas artık Arjantin’in. Nihayet Malvinas artık bizim diyebiliyoruz” demesi üzerine annenin verdiği cevap cuntanın yapmak istediğinin teşhiridir: “Artık uyan, ülkemizin her yanı çocuklarımızın kanıyla sulandı; ordu, ekonomik durum çok kötü olduğu için ve halkın desteğini kaybettiğinden bunu yaptı!”
Annelerin tüm dünyanın gözü önünde büyüyen mücadelesi, toplumun tamamen zifiri karanlığa teslim olmasını engeller. Umut ışığı yakar. 1983’te diktatörlük devrilir. Anneler taleplerini haykırmaya devam ederler. Sivil hükümete ordunun yargılanması için basınç bindirirler. Videla mahkûm ettirilir. Fakat iktidar Zorunlu İtaat Yasasını kabul ederek birçok suçlunun cezasız kalmasının yolunu açar. Anneler son eylemlerini 2006’da geçekleştirirler.
Halka çektirilen bunca acının unutulmaması için mücadele eden Plaza de Mayo Anneleri, birçok ülkedeki kadınlara, annelere ilham kaynağı oldular. Yeni nesillerin, onlara çektirilen acıları yaşamamaları için, insanların kaybedilmemesi, işkence görmemesi, kaçırılmaması için mücadele ettiler. Evet, onlar kaybedilen çocuklarının taleplerini, taleplerimizi haykırmaya devam ediyorlar. Onlar bütün dünya için azim ve mücadelenin birer örneği oldular. Bu mücadele örneğini sahiplenen Cumartesi Anneleri de 1995’ten bu yana her Cumartesi Galatasaray Meydanında bir araya geliyorlar. Bugün faşist iktidarın tüm baskılarına rağmen “son kaybımız bulunana kadar, son fail yargılanana kadar ve hesap verene kadar biz vazgeçmeyeceğiz” demeye devam ediyorlar. Kaybedilenler belki geri dönmeyecektir fakat onlar artık daha güzel yarınları kurmak için bizlere güç veren, dünü bugüne bağlayan birer neferdirler. Tüm ezilenleri kurtaracak olan işçi sınıfı ayağa kalktığında, yaşatılan acıların hesabı işte o zaman sorulacaktır.
link: Kocaeli/Gebze’den bir metal işçisi, Kayıp Anneleri, 2 Şubat 2023, https://marksist.net/node/7847
Yılgınlık Yok, Mücadele Var!
İran’da Devrim Ateşi Yanmaya Devam Ediyor!