Ülkeyi tam bir çıkmaza ve çöküşe sürüklemekte olan Erdoğan liderliğindeki faşist rejim güçleri ellerindeki iktidarı kaybetmemek için her türlü kozu oynama hevesinde olduklarını, bu konuda hiçbir sınır tanımaya niyetleri olmadığını ortaya koyuyorlar. Gezi davası kararlarının ardından, şimdi de CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezalar rejimin bu doğrultudaki yeni bir adımı oldu. Dolayısıyla bir kez daha demek gerekir ki, rejimin önümüzdeki süreçteki hareket tarzı daha da belirginleşiyor. Gezi davasının düzmece niteliği ve ortaya çıkan skandal sonuç bu konuda tüm ipuçlarını veriyordu ve bu noktaya ilgili değerlendirmemizde değinmiştik.
“Rejim seçime giden süreçte keskinleşen çelişkiler karşısında nasıl bir yaklaşım içinde olacağına dair ciddi bir mesaj veriyor. Irak’a yapılan askeri saldırı operasyonu da, HDP’nin önümüzde duran kapatılma davası da, seçim kanunlarında yapılan son değişiklikler de, Garo Paylan’ın Ermeni Soykırımının tanınması için 7 yıldır verdiği önergenin bu yıl karşılaştığı tepki de dahil birçok gelişme rejimin içine girilen yeni politik mücadele etabında hareket tarzının nasıl olacağını ortaya koyuyor.”
Rejimin attığı adımların çoğu önümüzdeki seçimlere dönük adımlardır. Ama bu adımlar olağan türde seçim hazırlıklarıymış gibi anlaşılmamalıdır. Esasen bunlar seçimleri boğmaya dönük hazırlıklardır. Rejim eğer bir seçim yapılacaksa bunun tümüyle tek kale oynanan bir maç şeklinde geçmesi için uğraşıyor. Bunun için de olası tüm rakiplerin elinin kolunun kırılarak, bağlanarak girdikleri, çeşitli müdahalelerle güçsüz düşürüldükleri ve akla hayale gelebilecek her türlü seçim hilesinin yapılabileceği bir seçim düzeni kurmaya çalışıyor iktidar. Bu tam anlamıyla faşistçe bir yol temizliğidir.
Seçim kanunlarında yapılan son değişiklikler ve bunlar içinde özellikle seçim kurullarının yapısını değiştiren düzenleme en dolaysız olanlarından birisi. Canan Kaftancıoğlu’nun hedef alınmasının da, genel yönü bir yana, seçim örgütlenmesiyle doğrudan ilgisi var. Geçtiğimiz belediye seçimlerinde CHP’nin en önemli kent olan İstanbul’u kazanmasında belirleyici rolü Kaftancıoğlu’nun oluşturduğu örgütlenmenin oynadığı iyi biliniyor. Bu örgütlenme sayesinde hem CHP İstanbul’daki örgütsel dağınıklığından bir ölçüde kurtulabilmiş, hem de rejimin planladığı seçim düzenbazlıkları sınırlandırılabilmişti.
Hiç kuşkusuz Kaftancıoğlu’nun, CHP genelinden farklı olarak temsil ettiği daha sol çizgi ve değerler zaten rejim için ciddi bir karın ağrısıydı. CHP gibi devletçi geleneklerin güçlü olduğu bir partide İstanbul gibi bir kentteki örgütlenmenin böylesi bir kişinin yönetimine geçmesi, başından itibaren saldırı konusu oldu. Rejim Kaftancıoğlu’nu hem genelde etkisiz kılmak için hem de özelde CHP camiası ve örgütleri içinde yalıtmak, yalnızlaştırmak için linç kampanyaları yürüttü. Ancak bu saldırı hattındaki başarısı sınırlı kaldığı gibi İstanbul belediye başkanlığı seçimi gibi örneklerde de yenilgiye uğradı.
Düzmece Gezi davasında rejim nasıl başta Osman Kavala, Mücella Yapıcı gibi isimleri linç kampanyalarının hedefi konumuna getirip sonunda hapse koyduysa, burada da Kaftancıoğlu’nu siyaset yapmaktan men etme girişiminde bulunmuştur. Bu en dolaysız anlamda bir intikam cezalandırmasıdır. Aynı şey çok daha büyük bir örnek olarak Selahattin Demirtaş’ın hapsedilmesi için geçerlidir. Rejim kendisine kafa tutan ve kitleler nezdinde sembol haline gelen isimleri düzmece yargılamalarla cezalandırmakta, onlar üzerinden de muhalif partilere, muhalif kitlelere ve toplumun geneline gözdağı vermektedir. Artık yargı eliyle canlarının istediğini hapse atabileceklerini, canlarının istediğini resmi siyasi mücadelenin dışına atabileceklerini göstermiş oluyorlar. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, yargı erki, yürütme gücünü elinde tutan Erdoğan’ın kulu kölesi konumundadır. Cemal Kaşıkçı davasını Suudi Arabistan’a satan, devlet kontrolünde iş gören narko mafyayı bir kapıdan alıp öteki kapıdan salan, elleri kanlı İslamcı ve diğer kontra güçlerini koruyup kollayan da bu yargıdır.
Şimdi Türkiye’nin dört bir yanında iktidar aleyhine işlev görebilecek çeşitli türden toplantılar, etkinlikler keyfi kararlarla yasaklanmaktadır. HDP genel merkezi polis ablukasına alınmıştır. Muhalif kanallara sırf milletvekillerinin konuşmalarını verdiler diye cezalar yağdırılmaktadır. DEVA partisinin bile mitingi, kültür etkinlikleri, festivaller yasaklanmaktadır. Bunlar Kaftancıoğlu hadisesinin de içinde yer aldığı son birkaç günün tablosunu oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak sayılması gereken önemli bir gelişme, yeni yasaklar getiren ve demokratik hak ve özgürlüklerin kalan kırıntılarını da ortadan kaldırmaya dönük yasa tasarılarının birer birer gündeme giriyor olmasıdır. “Dezenformasyonla mücadele” kılığı altında rejim şimdi gitgide daha muzdarip olduğu sosyal medyayı tümüyle boğmaya hazırlanıyor. Rejim kendi sefil aparatı haline getirdiği ana medyanın pek izlenmediğini, insanların muhalif medya kanallarına ve artan ölçüde sosyal medyaya yöneldiğini görüyor. Bunu boğmak için nicedir yürüttüğü baskı kampanyasını şimdi yeni bir düzeye çıkarmaktadır. Hazırladıkları yeni tasarı hakikatin ne olduğuna devletin karar vereceği Orwellvari bir düzendir. Bu işe bakacak sözde ihtisas mahkemeleriyle esasen bir Nazi ütopyası gibi “Hakikat Bakanlığı” kurulacaktır.
Bu faşist rejim ülkeyi dört bir yanından kemirip takatsiz düşüren tahammül ötesi bir yük haline gelmiştir. Başlıca sorumlusu olduğu ekonomik çöküş süreci kitlelerdeki son tahammül kırıntılarını da tüketmektedir. Geçici bir ekonomik rahatlama duygusu yaratmak için ardı arkası kesilmeyen sarsak “tedbirlerin” hiçbir dişe dokunur etkisi olmamış, en iyi halde kısmi “olumlu” duygu bir iki haftayla sınırlı kalmış, genel ekonomik çöküş süreci yol almaya devam etmiştir. Bu toprakların geleneğinde sivil kitle isyanları olmadığı için, biriken öfke için hep seçimler beklenir olmuştur. Bugün de, başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere burjuva muhalefetin de bu doğrultuda bir çabası olmadığından, kitleler yine seçime odaklanmış durumdadırlar. Stratosfere doğru yol alan enflasyonun, olağanüstü bir hızla ağırlaşan geçim şartlarının kitlelerin bu iktidardan kurtulma isteklerini arttırdığına kuşku yoktur ve rejim de bunu gördüğü için seçimleri şu ya da bu yolla boğmaya ant içmiş durumdadır. O kadar ki, 2015’ten beri seçimlerde hileler, sahtekârlıklar ve oldubittiler yoluyla önemli sonuçlar elde ettikleri, seçim düzeninde ve örgütlenmesinde kendi lehlerine çok ciddi değişiklikler yaptıkları halde, şimdi bunlarla dahi yetinemeyecekleri bir noktaya geldiklerini açık ediyorlar. Rejim emekçi kitlelerden ve daha önceki değerlendirmemizde kullandığımız ifadeyle “bu defolu haliyle bile” seçimlerden korkuyor.
Rejimin çekmecesinde beklettiği başka hamlelerin olduğu şüphesizdir. Kaftancıoğlu kararının ertesi günü Kılıçdaroğlu’nun SADAT’a “baskına” giderek bu yapılanmaya projektör tutması rejimin neleri planladığına dair bir teşhir girişimidir. 2015’te 7 Haziran seçimlerinin sonucunu beğenmeyen Erdoğan şürekâsının bir hükümet darbesiyle seçimi yeniletmesi ve ülkeyi 1 Kasımdaki seçimlere patlayan bombalar eşliğinde tam bir korku ve sindirme atmosferi yaratarak götürmesi asla unutulmamalıdır. Bu süreçte patlatılan bombalar için İslamcı paramiliter güçler kullanılmıştı. Kılıçdaroğlu’nun ani SADAT baskını hiç kuşkusuz seçime giden süreçte bu nitelikte olası gelişmelere dikkat çekmek içindi. Muhalefetin mitingler yapmaya başlayacağı anlaşılan bu süreçte SADAT’a işaret etmenin anlamı açıktır. Hem İstanbul mitingi kararı hem de SADAT baskını siyasi mücadelelerin daha da sertleşeceğine işaret etmektedir.
Türkiye çok yönlü ağır bir kriz içindedir. Toplumsal ve siyasal hayatın tüm boyutları adeta yaklaşan bir büyük çarpışmaya kilitlenmiş durumdadır. Gerçekten de her şey doludizgin bir patlama noktasına gider gibi görünmektedir. Bu bir olağanüstü süreçtir. Bu süreçte artık rejimin baskıları karşısında sinmek şimdiki durumu bile aratacak ve yıllar sürebilecek bir karanlık dönemin başlaması anlamına gelebilecektir. Faşizmin şirretliği karşısında “sabredelim geçer” demek en hafif deyimle aymazlıktır. Emekçi kitlelerin öfkesinin ve tepkisinin faşizme karşı mücadele doğrultusunda büyütülmesi bu rejimin defedilmesinin en güvenceli yoludur.
link: Marksist Tutum, Canan Kaftancıoğlu Üzerinden Sallanan Faşist Sopa, 15 Mayıs 2022, https://marksist.net/node/7641
İran’da İşçi Eylemleri Yükseliyor
Filipinler’de Gitti Duterte, Geldi Marcos