Seattle’dan önce…
1989’da Berlin Duvarı yıkılmış, 1991’in sonunda Sovyetler Birliği çökmüş ve tüm dünya kapitalist ilişkiler tarafından fethedilmişti. 90’larla birlikte kapitalist efendiler sanki ortada yepyeni bir olgu, yeni bir gelişme trendi varmış gibi ideolojiler inşa etmeye giriştiler. Küreselcilik ya da globalizm adı altında kendi ideolojilerini yaymaya ve egemen kılmaya çalıştılar. Kapitalist efendilere göre sınıflar mücadelesi dönemi kapanmıştı. 1990’lı yıllar boyunca dünyanın tüm kapitalistleri şunları söylüyordu: “Küreselleşme başladı, savaşlar bitti.” “Ekonomi büyüyecek, refah paylaşılacak.” “Sonsuz bir barış, demokrasi ve refah sistemi olan kapitalizm sonsuza kadar yaşayacak.”
Oysa dünya dengelerinin değişikliğe uğradığı bu dönem, hiç de iddia edildiği gibi savaşların bittiği, refahın yükseldiği bir dönem olmadı. Tam tersine yeni bir şiddetli fırtınalar, krizler, savaşlar dönemi açılmıştı. Dünya işçi sınıfıysa kasırganın ortasındaydı. Çünkü 1980’lerden itibaren Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya dünyanın her yerinde patronlar sınıfı, işçilerin kazanılmış haklarına göz dikmiş, 1990’larla birlikte işçi sınıfına yönelik saldırılar arşa çıkmıştı. Özelleştirmeler hızla hayata geçiriliyor, sağlık, eğitim, ulaşım gibi kamu harcamalarında kısıtlamalara gidiliyordu. İşten atmaları kolaylaştıran, iş güvencesini zayıflatan, esnek çalışma modellerini getiren, emekliliği zorlaştıran, iş saatlerini uzatan, ücretleri, kıdem tazminatlarını düşüren, sosyal hakları yok eden yasal düzenlemeler yapılıyordu. Adına neoliberalizm denen bu politikalarla patronların önündeki tüm engeller kaldırılıyor, dizginsiz sömürünün önü açılıyordu.
İşçi sınıfı bunca ağır saldırılar altındayken kapitalistlerin çanak yalayıcıları “örgütlenmeye gerek kalmadı, sınıf mücadelesi sona erdi” safsatasını yaymaya çalışıyorlardı. Gençlerin zihinlerini bulandıran sahte hayaller, bireycilik, rekabet daha da yoğun biçimde pompalanıyordu. Dünya işçi hareketinin anlamlı bir direniş sergileyemediği bu dönemde zengin ile fakir arasındaki uçurum derinleşti, işsizlik oranları günden güne arttı. İşçi sınıfı mevzi kaybetti.
Girilen dönemle birlikte dünya ekonomisi ve uluslararası ticaretin hacmi büyüyordu. Kapitalist sınıfa göre uluslararası sermayenin küresel dolaşımının önündeki tüm engeller kaldırılmalıydı. Tam da bu nedenle 1995’te Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization/WTO) kuruldu. Kimine göre DTÖ küresel ekonominin anayasasını yazıyordu! Bu “anayasa” sermayenin önündeki ulusal engellerin kaldırılmasından, tekellerin uluslararası ölçekteki çıkarlarının garanti altına alınmasından başka bir amaç taşımıyordu. Sermayenin önündeki engeller temizlenirken, emeğin dolaşımının önüne yeni duvarlar örülmeye devam ediyordu. Bir yüzyıldır işçi sınıfının verdiği mücadelelerle elde ettiği hakların geri alınması için burjuvazi savaş başlatmıştı. Ancak kapitalist saldırıların ağır sonuçlarını yaşayan işçi sınıfının tepkisi de büyüyordu.
Seattle’da dünyayı sarsan isyan
Yıl 1999… Milenyum dönemecine haftalar kala, Dünya Ticaret Örgütü 3. Bakanlar Toplantısı 30 Kasım-3 Aralık 1999 tarihleri arasında yapılacak. Başta ileri kapitalist ülkeler ve dev tekeller olmak üzere sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda kurulan uluslararası kapitalist örgüt DTÖ, “Bin Yıllık Dönem” zirvesine hazırlanıyor.
Ama hazırlık yapan yalnızca onlar değil. Zirveye katılacak 135 ülkeden delege ABD’nin Seattle kentine doğru yola çıkarken Seattle sokaklarında bir isyanın hazırlığı yapılıyor.
30 Kasım sabahı, açılış töreninin ve bakanlar toplantısının yapılacağı Paramount Tiyatro ve Kongre Merkezi binlerce protestocu tarafından kuşatıldı. O sabah, delegelerin otellerinden ayrılmaları ve toplantıya gitmeleri metal borularla birbirlerine kilitlenen bir insan zinciri ile engellendi. Aynı saatlerde AFL-CIO konfederasyonuna bağlı sendikalar başta olmak üzere çeşitli sendikalardan ve sektörlerden işçilerin başlattıkları yürüyüş demokratik kitle örgütleriyle, gençler ve öğrencilerle birleşti. İşçilerin katılımıyla büyüyen hareket öğle vakitlerinde Seattle’ın merkezini etkisi altına almıştı. Aynı günün akşamı Seattle’da sokağa çıkma yasağı ve sıkıyönetim ilan edildi. Seattle’da savaş başlamıştı.
1999’un dünyasında 50-60 bin civarındaki işçi, emekçi ve genç Seattle’ın meydanlarını kuşattı. Milyonlar değillerdi ama on milyonlar onları izliyordu. Öfkeli, değişim isteyen işçilerin, emekçilerin, gençlerin ayak sesleriydi bu. Ve onlar yakın zamana kadar hiçbir alternatifi olmadığı, sonsuza dek yaşayacağı söylenen kapitalizme karşı “başka bir dünya mümkün!” diye haykırıyorlardı.
Ne sıkıyönetim ne de meydanların protestolara kapatılması isyanın ateşini söndürebildi. İsyan ateşi yükseldikçe protestoculara yönelik şiddet de arttı. Biber gazıyla kitlelere saldıran polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı, yüzlercesini yaraladı.
Protestoların belkemiğini AFL-CIO konfederasyonuna bağlı işçiler oluştururken, ABD’nin diğer eyaletlerinden ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen sendika temsilcileri ve sendikalı işçiler, demokratik kitle örgütleri, çevre aktivistleri eylemlerin parçasıydı. DTÖ’ye ve temsil ettiği kapitalizme, büyük şirketlerin kârları pahasına milyonların sefaletine “Hayır!” demek için gelmişlerdi.
Kapitalistlerin korkusunu daha da arttıransa işçilerin genel grev kararı olmuştu. Protestoların etkisinin daha da artmasından korkan DTÖ, 3 Aralıkta konferansın askıya alınacağını duyurdu, gözaltındakiler serbest bırakıldı. Ve nihayet 4 Aralıkta zirveyi sonuca bağlayamadan dağılmak zorunda kaldı. Zafer, DTÖ zirvesinin toplanmasını engellemekten çok daha öteye geçmişti. Değişim rüzgârları esmeye başlamıştı!
Seattle’dan sonra…
O günlerde uluslararası yatırım kuruluşu olan Morgan Stanley’nin baş ekonomisti Stephen Roach şöyle yazıyordu: “Emekle sermaye arasındaki mücadelenin uzun bir tarihi var. Tarih aşırılık rejimlerini her zaman ekonomik gücün sarkacını aksi yönde iten bir karşı tepkinin izlediğini göstermiştir… DTÖ rejimini genişletme çabaları giderek daha sert muhalefetle karşılaşacaktır.” Nitekim Seattle’dan sonra, Washington, Prag, Melbourne, Göteborg, Cenova, Davos ve daha birçok kentte ne DTÖ ne IMF ne de diğer zirveler yalnız bırakıldı. Kapitalizmin simgesi bu kurumların temsilcileri toplandıkları her kentte sistem karşıtı protestolarla karşılandı. Yeni milenyum çağı, tarihsel ömrünü tamamlamış kapitalizmin sistem kriziyle açıldı ve bunun bir işareti olarak dünyanın dört bir yanında art arda isyanlar, kitle ayaklanmaları başladı, devrimci durumlar oluştu. Son 20 yıldır isyan dalgası sürüyor!
DTÖ, 1999’da Seattle’ın duvarlarına çarpmıştı. Ama bu duvarlar kapitalist açgözlülerin iştahını kapatmaya yetecek kadar güçlü değildi. Çünkü işçi sınıfı dünya çapında örgütsüz ve devrimci önderlikten yoksundu! Kapitalizmin küresel saldırı programları büyük yıkımlar pahasına daha da saldırganlaşarak devreye sokuldu. Büyük krizlerle sarsılan kapitalizm her krizin bedelini emekçilere ödetmeye çalıştı. Ama bugün gelinen noktada “sonsuz barış, demokrasi ve refah sistemi” olarak lanse edilmek istenen kapitalizm sonsuz bir çürüme ve kriz içinde debeleniyor, can çekişiyor.
Emperyalist savaşların yaygınlaştığı, toplumsal eşitsizliğin, işsizliğin, yoksulluğun, göç dalgasının ve iklim krizinin akıl almaz boyutlara vardığı bugünün dünyası nefes alamıyor. Kapitalizm işlemiyor. 1999’un sonunda Seattle’da yükselen “başka bir dünya mümkün” sesleri bugün yeniden ABD’den Latin Amerika’ya Avrupa’dan Asya’ya dalga dalga yayılıyor.
Seattle protestolarının üzerinden 22 sene geçti. Seattle, uluslararası kapitalizme karşı uluslararası mücadelenin şart olduğunu gösteren örneklerden biri oldu. Açlığın ve yoksulluğun olmadığı, doğanın ve insanlığın nefes alacağı bir dünyayı kurmak mümkün! Fakat ancak dünya işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesi ile mümkün!
link: Marksist Tutum, Seattle’dan Bugüne: Kapitalizm Çıkmazda, İsyan Sürüyor!, 3 Aralık 2021, https://marksist.net/node/7520
Cezaevleri ve Rejimin Zorbalıkları
Mülteci