Emekçilerin her ay zamlanan fatura zulmü karşısında öfkesi gün geçtikçe büyüyor. Ekstra bir tüketim yapılmadığı, aksine mümkün olduğunca iktisatlı kullanılmaya çalışıldığı halde, faturaların her ay bir önceki ayı aratacak tutarda gelmesi zaten zor olan yaşamı daha da zorlaştırıyor. Gıda fiyatları almış başını gitmiş, kiralar çok yüksek… Bütün bunların yanına, kışın doğalgazın eklenmesiyle neredeyse bir kira bedelini aşan fatura tutarları eklenince iş iyice içinden çıkılmaz bir duruma dönüşüyor.
Siyasi iktidar her fırsatta beyaz eşya kullanımı kat kat arttı diye övünüp duruyor. Ne dünya ne de Türkiye elbette 20 yıl önceki durumunda değil. Teknoloji gelişiyor, üretim artıyor ve yaygınlaşıyor. Kapitalizm her şeyi satmak için üretiyor. Evimizdeki yaşam gereçlerinin artması siyasi iktidarın lütfu değil kısacası. Ama sürekli artan faturalar siyasi iktidarın kazığı. Tıpkı geçilmeyen yollar, kullanılmayan havaalanları, uzak olduğu için gidilemeyen hastaneler gibi bu gidişle yüksek elektrik faturası korkusundan evdeki elektrikli aletler de kullanılamayacak hale gelecek. Hatta şimdiden kısıntılar başladı bile.[1]
Elektrik Mühendisleri Odasının (EMO) hesaplamalarına göre 4 kişilik bir ailenin aylık faturalarının toplamı asgari ücretin ortalama olarak yüzde 26’sına yaklaşıyor. Son 5 yılda 4 kişilik bir ailenin elektrik faturasına ödediği tutar, yine ortalama olarak aylık 94 liradan 211 liraya çıktı. Ocak ayından itibaren doğalgaza toplam yüzde 17,7, elektriğe ise yüzde 22 zam yapıldı. Türkiye, G20 ülkeleri içinde satın alma gücüne göre elektriğin en pahalı olduğu ülkelerden biri. Avrupa Birliği İstatistik Ofisinin (Eurostat) açıkladığı verilere göre, 2019’un ilk yarısı ile 2021’in ilk yarısı arasındaki iki yıllık dönemde elektrik fiyatlarında yüzde 47,4 oranında artış yaşandı. Bu oran ile Türkiye Avrupa ülkeleri arasında elektriğe en çok zam yapılan ülke oldu.
Elektriğin bu kadar sık ve yüksek oranlarda zamlanmasının pek çok nedeni var. Elektrik üretiminde kullanılan kaynakların yarısından fazlasını doğalgaz ve ithal kömür oluşturuyor. Haliyle dolardaki yükseliş elektrik faturalarına yansıyor. Ancak elektrikteki yüksek fiyatların arkasındaki tek neden bu değil. Bugün Türkiye’de elektrik üretiminin neredeyse yüzde 80’ini, dağıtım ve perakende satışınınsa tamamını özel şirketler gerçekleştiriyor. Dağıtım şirketleri daha fazla kâr elde edebilmek için faturalara uyduruk maliyet kalemleri ekliyorlar. Mesela sayaç okuma bedeli alıyorlar. Ve her okudukları sayaçtan bu bedeli aldıklarında devasa bir kâr oluşuyor. Elektrik faturalarının yarısını tüketilen elektrik, kalan yarısını ise “dağıtım bedeli”, vergiler ve fonlar oluşturuyor. Siyasi iktidar en iyi bildiği şeyi elektrik faturalarında da uyguluyor. Emekçileri çaktırmadan kazıklıyor. 2016 yılında faturalardaki kayıp kaçak bedelini gizlemek için enerji bedeli, dağıtım bedeli, vergiler ve fonlardan oluşan torba fatura uygulaması başlatıldı. 2019 Temmuzunda ise enerji ve dağıtım bedelleri “enerji tüketim bedeli” adı altında birleştirilerek gizlendi. 1 Ocak 2016’dan 25 Ağustos 2021’e kadar geçen sürede elektrik şirketlerinin dağıtım bedeli olarak faturalara yansıttığı tutar yüzde 124 arttı. Hangi kamu emekçisinin, işçinin, küçük esnafın ve çiftçinin gelirinde bu kadar artış var? Faturalarda ayrıca emekçiler için büyük bir değişim yaratırmış, fatura yükünü azaltırmış gibi şimdi iptal edileceği söylenen TRT payı, Belediye Tüketim Vergisi ve yüzde 18 KDV de var. Buradan da anlaşılıyor ki, elektrik faturaları özel şirketler yoluyla halkın cebini boşaltmanın aracına dönüştürülmüş durumda.
Türkiye’de elektrik üretim ve dağıtımının özelleştirilmesi bütün dünyada 1980’li yıllarda uygulamaya konan neoliberal politikalar sonrası başladıysa da, asıl olarak AKP iktidarı döneminde hız kazandı. Elektrik üretimi ve dağıtımında özel şirketlerin devreye girmesiyle birlikte yaşanan sorunlar ve usulsüzlüklerden bazıları 2004 tarihli Sayıştay raporunda şöyle ortaya konuyor:
· İhaleye çıkılmadan, başka şirketlerden teklif alınmadan yapılan Yap-İşlet-Devret anlaşmalarının santrallerin kurulacağı yerlerin seçimini firmalara bırakması sonucunda bazı bölgelerde talebin çok üzerinde enerji üretecek kapasitede santraller kurulmuş ve üretilen enerjiye o bölgede ihtiyaç duyulmadığı için ilâve yatırım yapılarak yeni iletim hatları tesis edilmiş,
· Firmaların belirledikleri yatırım tutarları ile öz sermaye getiri oranlarının hiçbir araştırma ve analiz yapılmaksızın aynen kabulü ve şirketlerle imzalanan sözleşmelere kamu aleyhine hükümler konulması sonucunda, toplam yatırım maliyetleri gerçeği yansıtmayan santrallerden yüksek tarifelerle enerji satın alınmasına ve şirketlerin söz konusu yatırımlarından USD bazında %85’lere varan yüksek oranlarda getiri elde etmelerine yol açılmıştır.
· Görevli şirketlerle imzalanan uygulama/imtiyaz sözleşmeleri defalarca değiştirilmiş ve her değişiklikle, projelerin toplam yatırım tutarları ve elektrik satış tarifeleri yükseltilmiş, işletme süreleri uzatılmış, erken üretim, eksik ve fazla üretim fiyatları değiştirilmiştir. Tüm bu uygulamalar sonucunda, santrallerin işletmede oldukları ortalama 4 yıllık süre içinde 2,3 milyar USD kamu zararı ortaya çıkmıştır.
TMMOB’un 2006 yılında yayımladığı Enerji Raporunda da alım garantisi ile çalışan santrallerden alım yapıldığı, Elektrik Üretim A.Ş.’nin üretiminin kısıldığı, böylece kamunun bu yolla da zarara uğratıldığı vurgulanıyordu.[2]
Sayıştay raporunda açıkça usulsüzlükler dile getirilmesine rağmen 2009-2010 yıllarında özelleştirmelere hız verildi. Elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı birbirinden ayrılarak parça parça özelleştirildi. 2013 yılına gelindiğinde elektrik dağıtımının tamamı özelleştirilmişti. Yıllar içinde yeni elektrik santralleri YİD (Yap-İşlet-Devret), Yİ (Yap-İşlet) modelleriyle inşa edilerek, mevcut santraller de özel şirketlere satılarak elektrik üretiminde özelleştirme devam etti. Zamanla devletin elektrik üretimindeki payı azalırken özel şirketlerinki arttı. Özelleştirmelerle birlikte üretilen elektriğin birim fiyatları da her yıl artan bir seyir izledi.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının (ÖİB) elektriğin özelleştirilmesine dair sunduğu gerekçeler şöyleydi:
· Varlıkların verimli biçimde işletilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi
· Elektrik enerjisi arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin arttırılması
· Kayıp-kaçak oranlarının azaltılması
· Özel sektörün yenileme ve genişleme yatırımları yapması
· Rekabet sonucu sağlanan faydanın tüketicilere sunulması
Ancak uygulamalara ve sonuçlarına bakıldığında özelleştirmenin asıl gerekçesi çok net ortaya çıkıyor. Ne pahasına olursa olsun başta yandaş sermaye olmak üzere sermayeye yeni kazanç kapıları açmak için kamu kaynaklarını peşkeş çekmek… Nitekim enerji santralleri ihalelerini ağırlıklı olarak yandaş sermaye grupları aldı, kamu ihale kanunu bugüne kadar 192 kez değiştirildi. Amaç yandaş sermayeye kamu kaynaklarını altın tepside sunmaktı.
Şimdi elektriğin kamuda kalan son kısmı olan Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’nin (TEİAŞ) özelleştirilmesi gündemde. Temmuz ayında resmi gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla özelleştirme kapsamına alınan TEİAŞ, santrallerde üretilen elektriğin iletimini gerçekleştiren bir kamu tekeli. 2020 yılında 4,6 milyar lira net kâr açıklayan TEİAŞ’ın varlık bedelinin 28 milyar lira olduğu söyleniyor, fakat Elektrik Mühendisleri Odası gerçek bedelinin çok daha fazla olduğunun altını çiziyor. EMO, TEİAŞ’ın özelleştirilmesi durumunda oluşacak sorunlara şöyle dikkat çekiyor: “Elektrik enerjisinin tüketim merkezlerine sürekli, dengeli ve güvenilir bir şekilde yüksek gerilim hat ve trafoları üzerinden iletilmesi görevini üstlenen TEİAŞ’ın özelleştirilmesinin sektördeki arz güvenliğini ortadan kaldıracağı açıktır… Elektrik iletim sisteminin işletilmesinde olabilecek en küçük bir aksama büyük oranda elektrik kesintileri ve dolayısıyla topluma çok büyük zarar ile sonuçlanabilir… TEİAŞ’ın özelleştirilmesi, kâr amacı güden şirketler tarafından hazırlanan iletim tarifelerinin artmasına neden olacak, elektrik faturaları aracılığı ile de vatandaşlara zam olarak yansıtılacaktır.”
Elektrik depolanabilen bir enerji değil ve bu nedenle arz talep dengesinin iyi kontrol edilmesi gerekiyor. Kâr ve rekabet güdüsüyle hareket edilen kapitalist piyasa koşullarında bu mümkün değil. Bakım, onarım, geliştirme maliyetleri fazla. Özel şirketler kârı düşürdüğü için bu maliyetleri karşılamak istemiyor. Yetersiz bakımdan kaynaklanan kaçak elektrik açığı faturalara yansıtılıyor. Elektrik, ücretsiz bir kamu hizmeti olmalıyken sermayenin kâr hırsına terk ediliyor. Üstüne üstlük pandemi döneminde emekçilerin faturalarına zam üstüne zam binerken, faturasını ödeyemeyen yüz binlerce ailenin elektriği kesilirken, pandemide zarar ettikleri gerekçesiyle elektrik dağıtım şirketlerinin de içinde olduğu sermaye gruplarına vergi, SGK primi vb. çeşitli indirimler uygulandı. Ve hatta bu indirimler nedeniyle oluşan açık emekçilerin sırtına yıkıldı.
Ama siyasi iktidar bununla da kalmadı. 25 Kasım 2020’de Elektrik Piyasası Kanunu değiştirildi. Kanunun amacı “özel sektör yatırımcılarının faaliyetlerini daha sağlıklı ve hızlı bir şekilde gerçekleştirmesini temin etmek” olarak açıklandı. Bu kanun değişikliği özel şirketlerin kârlılığını arttırmak ve zararını karşılamak için devletin seferber olacağı anlamına geliyordu. Örneğin kanunun 2. maddesi gereği şirketler hak edişlerini alırken “borcu yoktur” yazısı istenmeyecek, yani devlete borcu olan şirket yine de her türlü hak edişini alabilecekti. Emekçilerin bir kuruş borcu varsa maaş hesabına ipotek koyuluyor, elektriksizliğe, susuzluğa, soğuğa mahkûm ediliyorken sermayenin borçları görmezden geliniyor. Elbette bundan kaynaklı oluşan açık da kabaran faturalar, vergiler ve sağlanmayan hizmetler yoluyla halka yüklenerek kapatılmaya çalışılıyor.
“Yenilenebilir enerjiyi teşvik ediyoruz” denilerek “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması” (YEKDEM) adı altında da kaynaklar sermayeye aktarılıyor. YEKDEM kapsamında dolar kuru üzerinden elektrik alım garantisi verilen santrallere son 4,5 yılda 148 milyar lira ödeme yapılmış. Alım garantisi vermek zaten şirketlere kamu kaynaklarını aktarmanın bir yoluyken, bunun dolar kuru üzerinden yapılması durumu daha vahim hale getirmiş durumda. Şayet TL üzerinden sözleşme yapılmış olsaydı ve piyasa ortalama maliyeti esas alınsaydı şirketlere yapılan ödeme yarı yarıya azalarak 76 milyar lira olacaktı. Alım garantisi adı altında yapılan tüm ödemeler bütçeden karşılanıyor. Bütçe ise büyük oranda emekçilerden toplanan dolaylı ve dolaysız vergilerden oluşuyor. Yani bu yolla şirketlere aktarılan her kuruş bizim cebimizden çıkıyor.
Elektrik temel yaşam ihtiyaçlarındandır ve ücretsiz olmalıdır. Bugünkü dünyada ve milyarlarca insanın kentlerde toplandığı bir çağda elektrik olmadan eğitim, sağlık, beslenme, iletişim gibi temel yaşam ihtiyaçları karşılanamaz. Bu nedenle de tıpkı sağlık gibi toplumun elektrik, doğalgaz, su ihtiyaçları özel şirketlerin insafına bırakılamaz. Fakat kapitalizm altında her şeye olduğu gibi bu hizmetlere de kâr edilebilecek metalar olarak bakılıyor. Sermaye sınıfı, somut ya da soyut her şeyi paraya dönüştürüp kâr ediyor. Emekçiler için insana yaraşır bir hayat yaşamanın yolu kapitalizmi yıkarak bu gaspa son vermektir. Kapitalizm yıkıldığında, elektrik gibi tüm temel ihtiyaçlar doğaya zarar vermeden emekçilerin yararına üretilebilecek ve ulaşılabilir olacak!
[1] Uluslararası İşçi Dayanışması Derneğinin (UİD-DER) internet sitesine bir mektup gönderen emekçi bir kadın, fırını çalıştırmamak için çocuklarına eskisi gibi hamur işi yapamadığını belirtiyor: https://uidder.org/kuru_ekmek_degil_ama_hamur_isi_luks_oldu.htm
[2] https://www.mmo.org.tr/sites/default/files/
TEG-2020-6.1_Elektrik%20Piyasalaştırma%20Özelleştirme_Nilgün%20Ercan.pdf
link: Meral İnci, Elektrik Zamları ve Özelleştirme: Sermayenin Keyfi Yerinde!, 12 Kasım 2021, https://marksist.net/node/7504
Dünyanın Bütün Damlaları Birleşin!
İşçi Sınıfının Bilimi Marksizm Dünden Bugüne Capcanlı