Sıradan bir çöpün içini bir an için gözlerinizin önüne getirin; pislikler, tuvalet kâğıtları, yemek artıkları, ölü bir fare, balgamlı mendiller… Evde bir saniye dahi beklemesine tahammül edemediğimiz her şey bu çöp kutularına atılır. Adımlarımız bir çöp bidonunun yanından geçerken sıklaşıverir, nefesimizi tutarız geçerken. Çünkü pis kokar, iğrenç kokar.
Çöp işçileri bir değil, iki değil, saniyeler değil, saatlerce, bütün gün, çöp bidonlarındaki çöpleri kovalar dururlar. İşe yaramaz denilenin içinden işe yarar bir şeyler ararlar. Bir karton parçası, bir cam parçası, demir, poşet, geri dönüştürülebilecek herhangi bir şey… Bir tek yaşamlarının geri dönüşümü yok, bedenlerinin, ellerinin, kokudan çatlayan beyinlerinin... Her gün yüzlerce toplama işçisi gözleriyle, elleriyle çöp bidonlarını yokluyor. Kadın, erkek, çocuk… Eskiden sadece Romanlar yapardı bu işi, kimse görmeden, şafağın köründe. Var olduklarını bilirdik, kör olmayı seçerek; at arabasıyla geçerlerken yanımızdan, sağır kesilirdik. Şimdi her yaştan işçi Roman, Kürt, Türk yoksullar aynı çöpü her gün elleriyle yoklamadan önce, bedenlerini çöp bidonunun içine yarıya kadar sokarak, gözlerini bir çöp bidonunun karanlık pisliğine dikerek, evlerden atılan, bağlanmış poşetleri bir bir elden geçiriyorlar. Bir insanın kokuya dayanabildiği, midenin kaldırabildiği noktaya yani insanlığın son noktasına kadar, ekmek parası için, poşetleri bir bir didikliyorlar. Bedenleri taşıdıkları balyanın yarısı kadar, kolları arkaya gerilmiş şekilde, göğüsler önde, her gün kilometrelerce yol katediyorlar. Binlerce bidon ve çöp torbası karıştırıyorlar. Günde sadece 40-50 kilo toplayabiliyorlar ve bunun karşılığında alabildikleri sadece 7-8 lira. Doyabilmek için ölümü, hastalığı göze alıyorlar.
Nano teknolojilerin, otomasyonun, robotların kullanıldığı bu sistemde, yoksullara sadece pisliğin içinden bir parça ekmek reva görülüyor. Gün boyu insanların bakışları dövüyor onları, polisler kovalıyor, zabıtalar caddelere sokmuyor, gecenin karanlığında köpekler kovalıyor. Bir yoksul üzerindeki ağır kokuyla tutarken evinin yolunu, beklerken aç çocukları onu, Dubai’de zenginlerin ayağı yanmasın diye kumsaldaki kumlar soğutuluyor.
Belediyeler halktan çöp vergisi alırken, bir yandan da katı atık dönüştürme şirketlerine ihalelerle çöpleri satıyorlar. Bu nedenle de çoğu kez katı atık toplayıcısı işçilere izin verilmiyor ve bu işi kaçak yapmaya çalışıyorlar. Onlar, belediye arabaları çöpleri toplamadan önce çöplere ulaşmayı ve oralardan işe yarar dönüştürebilecek maddeleri toplamaya çalışıyorlar. İşin zorluğu, pisliği yetmiyor bir de belediyelerce cendere altına alınıyorlar. Patronlar vergiler kaçırıp, kara paralar aklarken, zabıtaların görevi bu dürüst, çalışkan yoksulları kovalamak oluyor. Zabıtalar ya arabalarına ya da topladıkları balyalara el koyuyorlar. Hatta depolara baskın yaptıkları da oluyor. Bu baskınlar sonucu çöp toplayan işçi arabasını kaybetmekle kalmıyor, emeği de boşa gitmiş oluyor. Bu nedenle çöp işçileri, çöp toplamak için belediyelerden izin kâğıdı talep ediyorlar. Örgütsüzler, hiçbir düzenli gelire ya da sosyal güvenceye sahip değiller. Birçoğu barınma koşullarından kaynaklı zatürreeden, veremden, salgın hastalıklardan, hepatitten yaşamını yitiriyor. Barınma sorunlarından kaynaklı ya balyaları boşalttıkları depolarda kalıyorlar ya da eve bin bir güçlükle dönebiliyorlar.
Birçok sanayi kentinde çöp dönüşüm merkezleri açıldı. Bu işe belediyeler ve ticari şirketler yatırım yapıyorlar. Çünkü tüm dünyada çok büyük rantlar elde edilen bir sektör halini almış durumda. Kapitalizmin idrardan içilecek su elde etmeyi ya da hurdalardan yeniden hammadde elde etmeyi başarabildiği günümüz koşullarında, yoksullar, eldivensiz, maskesiz, canı elinde çalışmaya devam ediyor. Patronlar zenginleştikçe onlar karın tokluğuna çöp tarlalarında ya da çöp bidonlarının dibinde çalışıyorlar. Patronlar kârlarına kâr katarken, onlar çok cüzi paralar karşılığında ve yaşamları pahasına patronlara çöpü ulaştırıyor, ayrıştırıyorlar.
Türkiye genelinde sayılarının on binlerle ifade edilebildiği ve her geçen gün artan bu yoksulların içindeki kadın ve çocukların sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Her biri topladığı çöpü aracı kişilere veriyor. Çoğu kez keyfi bir şekilde kâğıdın ıslaklığı ya da içinden işe yaramaz madde çıktı denilerek topladıkları maddeler, firelerle çok daha ucuza satın alınıyor. Örgütlü olmadıkları için de seslerini çıkartıp pazarlık yapamıyorlar. Çalışma koşullarının hesabını ne patronlardan ne de onların devletinden soramıyorlar.
Aslına bakarsanız onlar da istemiyorlar böylesi bir işi. Ama ne çalışacak bir başka işleri ne de bir başka seçenekleri var. Onları böylesi insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlayan kapitalizmin kendisidir. Kapitalistlerin tüm dünyada işçi sınıfına karşı tavrı aynıdır. İşten çıkartılan, hakları gasp edilen, iş cinayetlerine kurban gidenler hep işçilerdir. İşçi sınıfının şimdi her zamankinden daha fazla örgütlü mücadeleye ve birlik olmaya ihtiyacı var. Çöpe gitmesi gerekense kapitalist sistemin ta kendisidir.
link: Ilgın Çevik, Çöp Toplayıcılar, 5 Şubat 2009, https://marksist.net/node/7231
Kızıl Kanatlı Rosa /2
“Ergenekon” Tipi Sendikacılık!