Bir sanayi kenti olan İstanbul’da nereye bakarsak bakalım işçileri görmek mümkün. Kimi zaman bir inşaatın tepesinde, kimi zaman triko makinesinin başında, deri ya da hizmet sektöründe, hastanede, okulda ve ergimiş metallerin kıpkızıl aydınlığında çalışırken görürüz onları. Burjuvalar milyonlarca işçiyi kalın duvarlar ardında, gözlerden uzak çalışmaya mahkûm etmişse de, biz sınıfımızın hangi koşullarda, nasıl ve ne pahasına çalıştığını ve kapitalist sistem altında nasıl ezildiğini bilmek, anlatmak zorundayız. İşte o milyonların bir kısmını da İstanbul’un Tuzla havzasındaki tersanelerde çalışan işçiler oluşturuyor. Bu havzadaki tersanelerde çalışanların sayısı 30 bine yaklaşırken, bu sayı yan sanayide çalışanlarla birlikte 50 bini geçiyor.
Tersanelerde, petrol ve diğer ürünler için tankerler, ağır yük gemileri, çok amaçlı konteynır gemileri, balıkçı gemileri, araştırma gemileri, römorkörler, mega yatlar, gezinti tekneleri, botlar üretiliyor. Bunun yanı sıra bakım, onarım da yapılıyor. Dünyada üretilen küçük tonajlı kimyasal tankerlerin %40’ı Türkiye’de yapılıyor. Son yıllarda yapımı giderek artan gemiler başta Hollanda, Norveç, Almanya, İngiltere, İsveç, İspanya, Fransa, İtalya gibi Avrupa ülkeleri için üretiliyor.
Gemi üretiminde bulunan Tuzla bölgesinde tersane sayısı 44’ü buluyor. Bunların bir kısmı büyük, bir kısmı ise orta kapasitedeler. Sektör 25 bin işçiyi barındırıyor olmasına rağmen sendikalı işçi oranı %10’ları geçmiyor. Tuzla’daki tersanelerde iki sendika var. Bunlardan biri patron yanlısı tutumlarıyla tanınan ve Türk-İş’e bağlı Dok Gemi-İş, diğeri ise DİSK’e bağlı Limter-İş sendikası. Limter-İş daha mücadeleci bir sendika olmasına karşın üye sayısının düşüklüğü nedeniyle toplusözleşme yapma yetkisine sahip değil. Bu durum, işçileri yanına çekerek örgütlemesini güçleştiren faktörlerden de birini oluşturuyor.
Tuzla’da tersane patronları ve taşeronları Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) adlı bir birlikte örgütlüler. Geçmişte işverenlerin, Tuzla havzasına sendika girmemesi için tek yumruk davrandıkları biliniyor. İşçi direnişlerinde de, GİSBİR’de örgütlü işverenler kendi cephelerinde ciddi bir sınıfsal dayanışma sergiliyorlar. Örneğin işçiler herhangi bir şirkette üretimi durdurduklarında, diğer işverenler ilgili tersanenin siparişlerini alarak kendi tersanelerinde gerçekleştiriyorlar. Aynı şekilde, işçilerin iş bırakma ya da yavaşlatma eylemleri sırasında bundan zarar gören işverenlerin ekonomik zararının karşılanmasına diğer tersane sahipleri de yardım ediyor.
İşçilerin çalışma koşullarına ve ortalama ücretlerine de daha çok GİSBİR karar veriyor. Ayrıca sigortasız işçilerin geçirdiği iş kazalarını örtbas edebilmek için kurmaya çalıştıkları bir de hastane var. İşçilerin devlet hastanesine götürülmeden burada kontrol edilmesi sağlanarak sigortasız, kaçak işçi çalıştıran patronların bu yolla korunması amaçlanıyor.
Çoğumuz bir gemiye binememiş olsak da kaynak kokan yanık derili işçileri görenimiz olmuştur. Uzaklaşan ihtişamlı her gemi, patronların kârı ya da sefası için süzülürken, geride bir günlük yevmiye karşılığında yorgun düşmüş bedenleri bırakır. Özel sektör tersanelerinde çalıştırılacak işçiler, işçi pazarlarından taşeronlar vasıtasıyla toplanırlar. İş bittiğinde işçiler işsiz kalırlar ve ne zaman tekrar çalışacakları taşeronlara bağlıdır.
Tersanelerde genç, yaşlı, deneyimli, deneyimsiz birçok işçi çalışıyor. Ancak bu sektörde işçinin deneyimli olması, sosyal güvencesinin olması, yüksek ücret alması ya da sigorta primlerinin yatırılması anlamına gelmiyor. İşçilerin çoğu, yüreği avucunda, iş kazası riskiyle sürekli karşı karşıya, yarım yamalak yatırılmış sigortayla çalışır. Yevmiye usulü çalışan işçilerin yevmiye ücretleri deneyimli olanlarda 40 YTL civarında değişirken, deneyimsiz işçilerde bu meblağ 20-25 YTL arasında oynuyor. Ancak günlük ücret anlamına gelen yevmiye, işçinin bu ücreti aynı gün alması anlamına gelmiyor. Bu ücretlerin işçinin eline ne zaman geçeceği, düzenli alınıp alınamayacağı çoğu zaman belli değildir. Dolayısı ile yevmiye usulü çalışma, işçilerde her gün işsizlik korkusu, yarınının belirsizliği ve aylık kirasını ödeyip ödeyemeyeceği kaygısını yaratıyor.
Tersanede mevsimlik işçilik
Bir de mevsimlik çalışan işçiler var. Genel olarak Akdeniz ve Ege bölgesi dışında ülkenin bütün bölgelerinden insanları getirip çalıştırıyorlar. İşçilerin çoğu Kürt, Arap veya Karadenizli. Sınıf bilincinden uzak, köyünden yeni çıkıp gelmiş insanlar. Memleketlerinden sezonluk gelip, tekrar memleketlerine dönen bu işçilerin kalacak yerleri yok. Çoğu birleşerek yatmadan yatmaya gidecekleri bir depo kiralıyorlar ve işle yatacakları yer arasında mekik dokuyorlar. Bu işçiler 20-30 kişinin bir tuvaleti kullandığı çok sağlıksız koşullarda barınıyorlar.
Konuştuğumuz işçilerden biri, “genelde taşeronlar onları çok daha ucuza çalıştıkları için tercih ediyorlar” diyor. Bir başkası ise “topluca Urfa’dan gelen 200 işçiyle çalışmak istemiyorlar, bu işçilerin kimi zaman benzer sorunlar karşısında ortak hareket etmelerinden rahatsızlık duyduklarından taşeron bunları tercih etmiyor” diyor. Milyar dolarlık ihracat gerçekleştiren patronların işçilere reva gördüğü, bir depoda sıkış-tıkış yaşamak oluyor. Mevsimlik işçilerin çoğu yaşadığı kenti bilmiyor. Deniz kenarındaki tersanelerde çalışıyorlar ama bir kere bile denize girmişlikleri yok. Sağlıksız koşullarda kalarak, boğazından kısıp evlerine para göndermeye çabalıyorlar. Sevdiklerini, ailelerini görebilmek için kimileri kışı, kimileri yazı bekliyor. Lüks yatlar, kimyasal madde ve petrol taşıyan şilepler inşa edip, kölelik koşullarında çalışıyor, kölelik koşullarında yaşıyorlar.
Taşeron sistemi ve çalışma koşulları
Havzadaki işçilerin %90’ı taşeron sistemiyle çalıştırılıyor ve bunların büyük bir kısmı sigortasız çalıştırıldıklarından hiçbir sosyal güvenlik hakkından faydalanamıyorlar. Sigortalı olan işçilerin de büyük bir kısmının sigorta primleri eksik ödeniyor. Bu yüzden sigortalı gözüken işçiler hastalandıklarında ya da iş kazalarında hastane sıkıntısı çekiyorlar ve ilaç almakta zorlanıyorlar.
Bir gemide çalışan işçiler en az 20 ayrı taşeron şirkete bölünmüş durumda. Çalışma koşulları ve ücretler üç aşağı beş yukarı aynı olsa da bu yirmi parçaya bölünerek yapılan iş ve yirmi farklı taşeron, bilinçsiz işçilerin birleşmesini, ortak hareket etmesini önleyen faktörlerden biri. Bu durum aslında tersane genelinde işçilerin nasıl dağınık durumda olduklarını çok iyi açıklıyor. Patronlar taşeronluk sistemini özellikle tercih ediyorlar. Taşeronluk sistemi, denetimsizliği, sigortasız çalışmayı, düşük ücreti, kötü malzeme kullanımını beraberinde getiriyor. Taşeronlarda çalışan işçiler sürekli bir işte çalışmadıklarından tazminatlarını alamıyor ve herhangi bir dayanışmada da bulunamıyorlar. Ölen ve yaralanan işçilerin ortak özelliği taşeron firmalarda sendikasız, iş güvencesiz ve gerekli eğitimi almadan işbaşı yapan işçiler olmaları. Patronların taşeron sistemini süreklileştirmelerinin nedeni, düşük ücretle kısa sürede fazla üretim yaptırmak, SSK primlerini yatırmamak, servis, yemek, yol paralarını gasp etmek oluyor. Taşeron sisteminden kaynaklı olarak, birçok işçi çalışıp işi teslim etmesine rağmen ücretlerini düzenli alamıyor. Hiç ücret alamayan işçiler de var. İşçi ücretlerini gasp ederek tersanelerden kaçan taşeronlar var.
Bütün bu sorunların ortadan kalkması için tersane işçilerinin örgütlenmeleri ve ortak hareket etmeleri gerekiyor. Ancak aşırı bölünmüşlük ve bilinç eksikliği onları esir alıyor. Tepkileri bireysel, korkuları sürekli ve patron karşısında çok fazla bir şey yapamaz durumdalar. Sorunun nasıl çözüleceğini bilemiyor ve örgütlenebileceklerine inanmıyorlar. Tersanelerde ambulans ve sağlık ekipleri bulundurulmuyor. Bu da iş kazasından kaynaklı ölümlerin ve kalıcı sakatlıkların artmasına neden oluyor. Patlamalardan, iskeleden düşmelerden, elektrik çarpmasından, üzerine yük düşmesinden, ambar kapakları arasında sıkışmaktan dolayı hayatlarını kaybeden veya sakat kalan sayısız işçi var.
Henüz iş kazasına kurban gitmemiş olup hayatta olanların da pek şanslı oldukları söylenemez. Onlar da meslek hastalıklarıyla karşı karşıya kalıyorlar. İşçiler yaptıkları iş gereği sürekli toz, petrol atıkları ve kimyasal maddelerle iç içeler. Zararlı tozları sürekli soluduklarından akciğer rahatsızlıkları, verem ve bronşit gibi hastalıklar ortaya çıkıyor. Her gün saatlerce çalıştıkları gemilerin içinde havalandırma sistemi yok. Gemiler zehirli maddelerden ve atıklarından arındırılmadan onarıma çekiliyor. Özel tersanelerde duş sistemi olmadığından işçiler zehirli maddeleri evlerine kadar götürüyorlar. Böylece sağlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan sadece işçi değil, işçi ailesi de oluyor.
Tersane işçilerinin çoğunun çocukları da bu sektörde çalışıyor. Okula giden çocuklar yazın günlük ücret üzerinden tersanelerde part-time çalışıyorlar. Okumayanlarsa iş bulduklarında, babalarıyla aynı kaderi paylaşıyorlar: sefalet ve iş kazaları.
Boyada çalışan işçiler kimyasal maddeler, petrol atıkları ve radyasyonla iç içe yaşamaktalar. Asbest, zehirli madde kullanımına ilişkin en korkunç örneği oluşturuyor. İşçiler bu öldürücü madde ile iç içe çalışmaktalar. Aynı iş farklı yöntemlerle ve daha uzun sürede yapıldığında bu patronların işine gelmiyor. Patronlar fazla masraf yapmaktan kaçındıkları için işçilerin ölümlerine neden oluyorlar. İşçilere dönük koruyucu önlemler almıyorlar. İşçilerin hayatı patronlar açısından son derece ucuz. Yaşamını yitiren bir işçi ailesine işveren kimi zaman 30-40 bin YTL vererek kendini kurtarmaya çalışıyor, kimi zaman da araya taşeronun girmesiyle çok daha ucuza paçalarını sıyırabiliyorlar. Taşeronlar ise işçileri aptal yerine koyarak ölümlerin nedenini işçilerin dikkatsizliğine bağlıyorlar. İşçileri cahillikle suçlayarak verilen eldiven ve bareti kullanmadıklarını iddia ediyorlar. Oysa daha az ücret ödemek için işin en kısa zamanda yapılması konusunda baskı yapan taşeronlar, yarattıkları bu çalışma koşullarıyla sonu ölümle biten iş kazalarının yolunu bizzat döşemiş oluyorlar.
Yaşanan iş kazalarını işçilerden dinlediğimizde, gaz ölçüm aletinin maliyetinden patronların çoğu kez kaçtıklarını, tanklardaki zehirli-yanıcı gaz kalıntıları boşaltılmaksızın ve patlayıcı gaz kontrolü yapılmaksızın kaynak işlemi yaptırıldığından ölümcül patlamalar yaşandığını, boya yapılırken yanında kaynağın yaptırılması sonucunda çıkan yangınların ölüme neden olduğunu öğreniyoruz. İşçiler, topraklanması yapılmamış kablolar nedeniyle ve yanlış voltajda elektrik kullanıldığından elektrik çarpması sonucu ölenler olduğunu anlatıyorlar. İskeleden düşen, üzerine yük düşen ya da ambar kapakları arasına sıkışıp hayatını kaybedenlere sıkça rastlanıyor. Bunlardan şans eseri kurtulan işçiyi ise uzun süre sonra ortaya çıkan akciğer hastalığı bekliyor. Bu yüzden, tersane işçilerinin ortalama ömrü de ağır sanayide çalışan diğer işçiler gibi kısa oluyor.
Yolcu gemileri ya da özel yatlar üretilirken, bu pahalı araçlara sahip olacakların ya da kullanıcılarının tırnağına zarar gelmesin diye tüm önlemler alınıyor. Yatlar en rahat ve en güvenli biçimde dizayn edilip iş bittikten sonra da güvenlik kontrollerine tâbi tutuluyor. Ancak bunların üretiminde çalışan işçiler 15 metre yükseklikteki iskelelerde emniyet kemerleri olmadan çalıştırılıyorlar. Kaynak sırasındaki yanıkları önleyecek iş elbiseleri verilmiyor, verilse bile yılda bir verildiğinden ve bunlar kısa sürede delik deşik olduğundan yeterli olmuyor. Gaz maskeleri yok. Ayak parmaklarını ezilmelerden ve kırıklardan koruyacak demir uçlu ayakkabıları yok. İşçilerin bunlara para verip kendilerinin alması çok zor, çünkü bu malzemeler son derece pahalı. Tüm bu koşullarda iş kazaları, iş hastalıkları ve kaza sonucu ölümler kaçınılmaz oluyor.
İşçiler örgütsüz oldukları, haklarını aramaktan çekindikleri, sınıf kardeşlerinin gözlerinin önünde ölmesine seyirci kaldıkları müddetçe bu koşulların, tersane sektöründe de, diğer sektörlerde de devam etmesi kaçınılmazdır. Örgütsüz işçi, koca bir gemiyi yapan, bunun üstesinden gelen, ama kendi sorunlarının üstesinden gelemeyen işçi demektir. Yaşadığımız her an bir kez daha kanıtlıyor ki, işçi sınıfının kurtuluş yolu, yalnız ve yalnızca örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçiyor.
link: Ilgın Çevik, Tersane İşçileri, 7 Eylül 2007, https://marksist.net/node/7219
Manifesto’nun Sönmeyen Ateşi
Kuzey İrlanda’da İngiliz Oyunu Sürüyor