Bu yıl 1 Mayıs yaklaşırken kapitalizm belki de tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Tüm ülkelerde fabrikalar ve işyerleri kapanıyor, tarım işletmeleri bile faaliyetlerini minimuma indirmek zorunda kalıyor. Buna paralel olarak devasa bir işten atma saldırısı yürürlüğe sokuluyor. Önümüzdeki dönemde en az 200 milyon işçinin daha işsiz kalması bekleniyor. İşten atılmasa da zorunlu izne çıkarılan milyonlarca işçi sefalet ücretleriyle geçinmeye zorlanıyor, ücretler fiilen düşürülüyor. Diğer taraftan karşılıksız basılan on trilyonlarca dolar tüm ülkelerde dev tekelleri kurtarmak için onların kasalarına aktarılıyor. Sendikal haklar tırpanlanıyor, grev ve toplu sözleşme süreçleri askıya alınıyor.
Egemenler gerek iktisadi çöküşü gerekse de onu kontrol altına almak üzere attıkları adımları perdelemek için koronavirüs salgınını kullanıyorlar. Ekonomik çöküşün kapitalist işleyişten değil, virüs salgını nedeniyle alınan tedbirlerden ve ekonominin bilinçli şekilde uykuya yatırılmasından kaynaklandığı yalanına sarılıyorlar. Dişimizi sıkıp acı faturaya razı gelirsek, salgının bitmesiyle her şeyin tekrar rayına oturacağını vaaz ediyorlar. Yalan söylüyorlar. Yalanları ne kadar büyük, ilan ettikleri önlem paketleri ne denli can yakıcıysa, koronavirüs paniğini de o denli körüklüyorlar. İnsanları can derdine düşürüp, birbirinden uzaklaştırmaya, izole etmeye çalışıyorlar. Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin diyorlar. Tüm dünyada estirilen virüs terörü sayesinde kendilerini “virüs savaşı”nın komutanları olarak lanse ederken, hakkını aramak için bir araya gelmeyi peşinen halk sağlığına tehdit olarak damgalıyorlar.
Tüm bunlar tek bir anlama geliyor: Can çekişen kapitalizm insanlığa kâbusu yaşatmaktadır. Uluslararası finans-kapitalin zirvelerinde kapitalist sömürü sistemini nasıl ayakta tutabileceklerine dair hararetli tartışmalar yürüyor. Bu zirvelerde yaşanan “sürdürülebilir bir kapitalizm” arayışının temelinde, kapitalizmin yarattığı muazzam eşitsizlik ve çelişkilerin “toplumsal patlama tehlikesi”ni alabildiğine arttırmasından duyulan korku yatmaktadır. Zira birkaç ay öncesine kadar dünya meydanları emekçilerin isyan ateşleriyle yanıyordu. Kapitalist saldırı programlarına, kapitalizmin doğurduğu eşitsizliğe, yoksulluğa, işsizliğe karşı on milyonlarca emekçi ayağa kalkmıştı. Çeşitli ülkelerde militarizme ve anti-demokratik uygulamalara karşı ayağa kalkan emekçiler, cinsel baskı ve ayrımcılıktan bunalan kadınlar, ekolojik krize karşı egemenlerin politikalarına başkaldıran gençler de bu isyan dalgasına eklenmişti. Ortadoğu’daki emekçi halk hareketlerinde bilhassa gençlik “devrim” sloganlarını yükseltmişti. İleri kapitalist ülkelerde anti-kapitalist hissiyat gelişirken, ABD gibi dünya gericiliğinin ve anti-komünizmin kalesi olarak bilinen bir ülkede bile emekçiler ve özellikle gençlik arasında sosyalizm fikri itibar kazanmaya devam etmekteydi.
1 Mayıs’a doğru ilerlediğimiz şu günlerdeyse meydanlar ölüm sessizliğinde! Çünkü Covid-19 salgını bahanesiyle insanlık bir korku tüneline sokulmuş durumda. Egemenler, “canını seven başkalarından uzak dursun” diyerek emekçileri daha da atomize etmeye, birbirinden uzaklaştırmaya, dayanışmayı, örgütlülüğü ve mücadele azmini kırmaya çabalıyorlar. Salgın bahanesiyle herkesi gönüllü olarak evlerine kapanmaya zorluyor, grevleri, gösterileri ve bir araya gelmeyi yasaklıyorlar. Bu iğrenç psikolojik savaş şimdilik etkili de oluyor. Peki nereye kadar? Akıl sınırlarını zorlayacak kadar abartılan hastalık tehdidiyle yarattıkları ortamda egemenlerin her türlü melun planlarını hayata geçirmeye çalıştıklarını, korkuyla sinip eve kapanmanın hiçbir sorunu çözmeyeceğini emekçiler eninde sonunda görmeyecekler mi? Tabii ki burjuvazi de insanlığı sonsuza kadar korku tünelinde tutamayacağını bilmektedir. Çaresizlik içerisinde zaman kazanmaya, sömürü düzenini tahkim etmeye, düzeni yıkacak isyan dalgalarına karşı hazırlık yapmaya çalışmaktadır.
Dünya işçi sınıfı, mücadeleci sendikalar ve sosyalist hareket büyük bir sınavla karşı karşıyadır. Ve maalesef şu ana kadar görülen manzara odur ki, hiç de başarılı bir sınav verilememektedir. Mücadeleci sendikalar bile burjuva ve küçük-burjuva entelijensiyanın etkisinde kalarak salgın paniğine boyun eğmiş gözükmektedirler. Bunun, “sorumlu davranmak” adına kendi ayağına pranga vurmak anlamına geldiği açıktır. Bıraktık bu muazzam saldırı dalgasına karşı bir direniş hattı örgütlemeyi, yürüyen mücadeleler bile “sosyal mesafelenme” gerekçesiyle askıya alınmaktadır. Kendisini sınıfının davasına adamış az sayıdaki sendika yöneticisini ve işyeri temsilcisini bir tarafa bırakırsak geri kalanlar evlerine kapanmış durumdalar, göstermelik işyeri ziyaretlerinden bile vazgeçmiş durumdalar. Oysa henüz işten atılmamış geniş kitleler, üstelik de her türlü hak gaspının dizginsizce yürürlüğe konduğu koşullarda, tedirgin ve yalnız bırakılmış olarak fabrika ve işyerlerinde çalışmaya devam ediyorlar. İşçiler soruyorlar: Madem çalışmamızda sakınca yok, neden 1 Mayıs’ta taleplerimizi dile getirip hakkımızı aramak için bir araya gelmemiz sakıncalı oluyor?
İşçi ve emekçilerin eşi görülmedik ağırlıkta ve küresel ölçekte eşgüdümlü bir saldırı altında bulunduğu bugünlerde, bu saldırılara karşı koyabilmek için işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışması, her zamankinden büyük bir önem taşıyor. Bizler biliyoruz ki, insanlığa kâbusu yaşatan kapitalizmin yıkılmasının bir ölüm-kalım sorunu haline dönüştüğü gerçeği bu süreçte çok daha fazla emekçi tarafından görülür hale gelecektir. Dünya meydanlarını aydınlatacak isyan ateşleri çok daha güçlü biçimde yeniden canlanacaktır. İşçi ve emekçilerin karşı karşıya oldukları en ölümcül tehdit kapitalizm virüsüdür. Kapitalizme Karşı 1 Mayıs Ruhuyla Mücadeleye!
Yaşasın 1 Mayıs, Bijî Yek Gûlan!
Kahrolsun Kapitalist Sömürü Düzeni!
Yaşasın Sosyalizm!
link: Marksist Tutum, İnsanlığa Kâbusu Yaşatan Kapitalizm Yıkılmalıdır! 1 Mayıs Ruhuyla Mücadeleye!, 22 Nisan 2020, https://marksist.net/node/6899
Ekonomi Politik
Aynı Denizin Dalgaları, Aynı Ağacın Yapraklarıyız