Ekonomik krizle boğuşan Arjantin’de 11 Ağustosta PASO adı verilen ön seçimler yapıldı. Genel seçimler öncesinde seçime katılabilecek adayların belirlenmesi için yapılan PASO seçimleri ülkenin politik atmosferi hakkında fikir verirken aynı zamanda 27 Ekimde yapılacak genel seçimler için de önemli bir gösterge oluşturuyor. Ön seçim sonuçlarına göre “Herkesin Cephesi” koalisyonunun solcu adayı Alberto Fernandez oyların yüzde 47,3’ünü alırken mevcut devlet başkanı sağcı Mauricio Macri’nin oy oranı yüzde 32,3’te kaldı. Macri’ye 15 puanlık ciddi bir fark atan solcu aday Fernandez’in genel seçimlerin ilk turunda kazanabileceği konuşuluyor. Macri’den önce iktidarda olan Peronist sol partinin devamı niteliğindeki “Herkesin Cephesi” koalisyonunun tekrar iktidara gelmesi olasılığı sermayeyi şimdiden paniğe sürüklemiş durumda. Nitekim seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Arjantin pezosu bir günde yüzde 30 değer kaybetti. Hisse senetleri ve devlet tahvillerinde sert düşüş yaşandı. Uluslararası sermaye ve ülkedeki büyük sermaye çevreleri iktidara geldiği günden bu yana neo-liberal saldırı politikalarını hayata geçiren, IMF’yle işbirliği yapan, piyasa ekonomisi yanlısı Macri’nin iktidarda kalmasını ve mevcut politikaları devam ettirmesini istiyor. Bu nedenle seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından piyasalarda yaratılan panik havası ve sermaye kaçışının hızlanması, ülke ekonomisini daha da zora sokarken tüm bunlar “sol gelirse ekonomi çöker” mesajını vermek maksadını taşıyor. Macri’nin seçimlerden sonra yaşananlara ilişkin yaptığı açıklama bu tehdidi doğrular nitelikte: “Bugün (ekonomideki çalkalanma) olan şey, gelecekte olabileceklerin sadece göstergesi. Bu durum, geçmişte birçok insanın parasını Arjantin’de tutmamasına neden oldu. Geçmişe dönemeyiz çünkü dünya bunu Arjantin’in sonu olarak görüyor. Dünyayla uyum içinde olmayan bir Arjantin devam edemez.” Ulusal ve uluslararası medyada yapılan haberlerde de seçimin “sürpriz” sonucu nedeniyle piyasalarda yaşanan panik köpürtülerek bu felâket tellallığına çanak tutuluyor. Sadece ekonomik tehditlerle durumu tersine çeviremeyeceğinin farkında olan Macri, gerçekte yeni kemer sıkma programlarını hayata geçirmeye hazırlandığı halde, 14 Ağustosta çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisini indirmeyi, kamu yardımlarını arttırmayı, benzin fiyatlarına 90 gün zam yapmamayı içeren yeni bir ekonomik paket açıkladı. “Bu önlemleri alıyorum çünkü sizi dinliyorum. Pazar günü bana verdiğiniz mesajı aldım. Bu paket 17 milyon çalışan ve ailesini rahatlatacaktır” diyerek tepkileri azaltmaya çalıştı.[1] 25 Ağustosta ise ülkenin başkenti Buenos Aires’te “Ülkemizi savunalım” başlığıyla Macri hükümetine destek gösterisi düzenlendi.
Sermayenin solcu aday Fernandez’e seçimi kazandırmama çabalarının ne sonuç vereceğini şimdiden kesin olarak söylemek mümkün olmasa da Macri’nin işi zor görünüyor. Nitekim Macri iktidara geldiği günden bu yana dört kez genel grev yapan ve pek çok kez hükümeti protesto eden emekçiler 4 ve 12 Eylülde de sokaklara dökülerek Macri’yi ve IMF’yi protesto ettiler. Keza ön seçimlerden sonra yapılan bir ankete göre Arjantin halkının sadece yüzde 15’i seçimlerden sonra pezoda yaşanan sert düşüşün sorumlusu olarak Fernandez’i görüyor. Arjantin halkının sermayenin tehditlerini yutmamasının nedeni şüphesiz Macri hükümetinin iktidara geldiği 2015 yılından bu yana izlediği saldırı politikalarıdır.
Macri hükümeti tepki çeken ilk saldırılarını 2017 yılında hayata geçirdi. “«Yapısal reform» adı altında uygulanan saldırı politikalarıyla, kamuda 35 bini aşkın işçi işten çıkarıldı. Emeklilik yaşı erkeklerde 65’ten 70’e, kadınlarda 60’tan 63’e çıkarıldı, emekli maaşları düşürüldü. Akaryakıt üzerindeki devlet desteği düşürüldü, benzin ve elektrikte fiyatlar sıçramalı bir şekilde arttı. Kurumlar vergisinde indirime gidilerek sermaye sınıfı koruma altına alındı. Kamu harcamaları kısıldı, özelleştirmelere hız verildi.”[2] 2018 yılında kendini iyice hissettiren ekonomik kriz karşısında sermayeyi kurtarmakta kararlı olan Macri, bütün bu saldırılar yeterli gelmeyince IMF’den 57 milyar dolarlık borç alarak yeni bir kemer sıkma programını daha uygulamaya koydu. Kamu çalışanlarının ücretlerinde kesinti yapılması, eğitim ve sağlık harcamaları için ayrılan payın düşürülmesi, toplu taşıma ücretlerinin ve emekçilerden kesilen vergilerin arttırılması ülke genelinde yapılan protestolara, genel grevlere rağmen geçtiğimiz yıl mecliste kabul edildi. Bütün bu saldırılar hayata geçirilirken Arjantin işçi sınıfının yaşam koşulları giderek ağırlaşmaya devam etti. Macri hükümeti döneminde pezonun dolar karşısında yüzde 85’e varan değer kaybı, yüzde 40’a varan enflasyonla birleşince işsiz kalan, ücretleri düşen emekçilerin beli iyice büküldü. Gelinen noktada Arjantin’de yoksulluk oranı son on yılın en yüksek seviyesine çıkmış durumda. Gençlerin ve çocukların neredeyse yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
“Herkesin Cephesi” iktidarı çözüm olabilir mi?
İçinde çeşitli sosyalist örgütlerin de bulunduğu “Herkesin Cephesi” koalisyonunun adayı Alberto Fernandez’in seçim vaatleri arasında emekliler için bedava ilaç ve işçiler için daha yüksek ücretler bulunuyor. Aynı zamanda IMF’den alınan 57 milyar dolarlık borcun yeniden yapılandırılması için masaya oturulacağını söyleyen Fernandez, Macri’den önce üç dönem boyunca ülkeyi yöneten sol Peronist cephenin temsilcisidir. 2003-2007 yılları arasında iktidarda olan Nestor Kirchner hükümetinin bakanlar kurulu başkanlığını yapan Fernandez bugünkü seçim kampanyasını 2007-2015 yılları arasında devlet başkanlığı yapan Kristina Kirchner (bu sefer başkan yardımcılığı yapacak olan) ile birlikte yürütmektedir. Yani Fernandez, Arjantin halkı için yeni bir siyasi figür değildir. Hatırlanacak olursa 90’lı yıllar boyunca yürütülen neo-liberal saldırılar sonucunda çalışma ve yaşam koşulları iyice kötüleşen Arjantinli emekçiler, 2001’de yaşanan mali çöküşün ardından ayağa kalkmış, ülkede bir devrimci durum yaşanmıştı. Ancak devrimci önderliğin yokluğu koşullarında devrimci durum savuşturularak 2003’te erken genel seçim yapılmış ve kitleler Peronist lider Nestor Kirchner’e yönlendirilmişti. “Dışta sol ulusalcı bir çizgi izleyen Kirchner IMF borçlarının önemli bir bölümünü iptal ederek, içte de özelleştirme yoluyla bazı yabancı şirketlere satılmış olan çeşitli hizmet ve kurumları millileştirdi. Kamu hizmetlerini genişletip ucuzlattı, ücretleri arttırdı, kamu yatırımlarını arttırdı. Devam eden ve Arjantin isyanının başlıca sembolü haline gelmiş olan piquetero hareketine karşı da ılımlı yaklaşan Kirchner, hareketi bölerek bir kısmını kendi yedeğine aldı. Her halükârda hareketin daha radikal muhalif kesimlerini şiddet yoluyla bastırma yoluna gitmedi. Kirchner bu ve benzeri yollarla, ama temelde 2000’li yıllarda uluslararası alanda yaşanan muazzam para bolluğunun avantajından yararlanarak, hem yüksek büyüme hızlarının yakalanmasını hem de kitlelerin yeniden patlamamasını sağlamış oldu. Sonraki yıllarda, kendisi gibi politikacı olan eşi, aynı çizgi üzerinde ilerleyerek iki kez art arda başkanlık seçimlerini kazandı.”[3]
Ne var ki bütün dünyada daha şiddetli ve uzun süreli ekonomik krizler yeniden baş gösterince Kirchnerler için durum değişmeye başladı. 2008 krizini yabancı sermaye akışıyla hafif atlatan Arjantin ekonomisi, ilerleyen yıllarda durum tersine dönünce, yani yabancı sermaye çıkışı başlayınca alarm vermeye başladı. Kamu borçlarının artması, ihraç edilen hammadde ve tarım ürünlerinin fiyatlarının dünya piyasasında düşüşe geçmesi, durumu daha da kötüleştirdi. Krizin faturası yeniden işçi sınıfına kesilmeye başlanınca kitlelerde hoşnutsuzluk arttı. Bütün dünyada olduğu gibi Arjantin’de de neo-liberal saldırı politikalarının hayata geçirilmesine ihtiyaç duyan yerli ve uluslararası sermaye için mevcut hükümetin izlediği politikalar yeterli değildi. 2015 dönemecine gelindiğinde halk desteği azalan Peronist cephe durumu fırsat bilen sermayenin Macri’yi parlatmasıyla seçimleri kaybetti. Macri hükümetini iktidara getirmekle adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulan emekçi kitleleri artık daha kötü günler bekliyordu. Tam bir sermaye dostu olan Macri iktidara geldikten sonra derhal neo-liberal saldırı politikalarını hayata geçirmeye başladı. Yukarıda sözünü ettiğimiz bu saldırı politikaları emekçi kitlelerin daha fazla yoksullaşmasına neden oldu ancak sermayeyi krizden çıkarmaya yetmedi. Yerli ve uluslararası sermaye ihtiyaç duydukları saldırı politikalarını uygulamaya devam edecek bir iktidar istiyor. Bu nedenle 12 yıllık iktidar pratikleri boyunca IMF’ye mesafeli duran, müdahaleci ekonomik politikalar izleyen Peronistlerin yeniden seçilmesini engellemeye çalışıyor.
Macri’nin saldırılarından sıdkı sıyrılan Arjantinli emekçiler devrimci bir alternatifin yokluğunda yüzlerini yeniden Peronistlere dönmüş durumdalar. Latin Amerika genelinde geçtiğimiz birkaç yıl içinde sağ partilerin peş peşe iktidara gelmesinin ardından solcu aday Fernandez’in aldığı kitle desteği “Latin Amerika’da siyasi sarkacın sağa doğru momentumunun sona erdiğinin veya en azından yavaşladığının bir işareti olabilir mi?” yorumlarını beraberinde getirdi. Çeşitli vesilelerle pek çok yazımızda ifade ettiğimiz gibi kapitalizmin tarihsel krizi bütün dünyada siyasi dengeleri sarsmış bulunuyor. Latin Amerika’ya bakıldığında da bu görülüyor. Örneğin Brezilya gibi bir ülkede faşist Bolsonaro iktidara gelirken, Meksika’da uzun yıllardır ilk kez bir solcu lider başkanlık koltuğuna oturuyor. Giderek yoksullaşan kitleler tepkilerini geleneksel burjuva sağ ve sol partilerin dışındaki seçeneklere artan ölçüde meylederek gösteriyorlar. Kesin olan bir şey var ki, burjuvazi için siyasi istikrar günleri çoktan sona erdi. Artık tam bir kaos dönemi yaşanıyor. Ne geleneksel sağ partilerin ne de burjuva sol partilerin iktidar ömrü uzun olabilir. Hele ki Arjantin gibi kırılgan bir ekonomiye ve mücadeleci bir geleneği olan işçi sınıfına sahip ülkelerde içinden çıkılamayan kriz koşulları sınıf çatışmalarının daha keskin yaşanmasına sebep oluyor. Nitekim Arjantin şu anda hem ekonomik hem de siyasi olarak kaynayan kazan durumundadır. Ekimde yapılacak genel seçimlerin sonuçları bu durumu değiştirmeyecektir. Sorunun dönüp dolaşıp düğümlendiği yer aynıdır. Proleter devrimci önderlik sorunu!
[1] Bu vaatlerin birer seçim yatırımı olduğu, Macri’nin sermayenin has dostu olduğu gün gibi ortada olmasına rağmen bu konuşmanın ardından pezo yüzde 12 daha değer kaybetti. Sermayenin vaatlere dahi tahammülünün olmadığını gösteren bu durum solun iktidara gelmemesi için neden bu kadar çabaladığını da anlatıyor.
[2] Ceyhan Duru, Arjantin’de Kriz ve İşçilerin Mücadelesi, marksist.com
[3] Levent Toprak, Latin Amerika Dersleri, marksist.com
link: Demet Yalçın, Arjantin’de Ekonomik Kriz ve Seçimler, 17 Eylül 2019, https://marksist.net/node/6745
“Grev Sıcakken Ütü Yapmayın”
12 Eylül’ün Yıldönümünde, Elmas Annenin Ardından