Birinci Dünya Savaşının arifesinde dünyanın pek çok köşesinde olduğu gibi Amerika’da da sınıf mücadelesi kızışmış, işçi sınıfı burjuvaziye karşı destansı mücadeleler vermişti. Emek mücadelesi kendisini fiilen ülkenin dört bir yanında geniş çaplı grev eylemleriyle göstermişti. 1894-1897 Pullman Demiryolu Grevi, 1892 New Orleans Genel Grevi, 1901-1902’deki Pennsylvania kömür grevi, 1912’de kadın dokuma işçilerinin Ekmek ve Güller Grevi, Batı Virginia’daki maden grevleri, 1913-1914’teki Colorado Grevi ve daha pek çok grev…
Sermaye sahiplerinin işçileri azgınca sömürme isteği hız kesmiyor, işçiler adeta nefes alamaz hale geliyordu. Özellikle iş cinayetlerinin çok yaşandığı madenlerde işçiler ve aileleri için bu durum çok daha zordu, kavga kaçınılmaz hale geliyordu. Pek çok yerde maden işçileri sendika hakkı için iş durdurmuş, korkusuzca mücadeleye atılmışlardı. İlerleyen yıllarda da sular durulmamış, grevlerle, direnişlerle işçilerin mücadeleleri devam etmişti. İşçi sınıfı kimi zaman kazanmış kimi zaman kaybetmişti ancak geleceğe yönelik önemli dersler biriktirmişti. Bu mücadeleler dünya işçi sınıfının tarihsel hafızasında birikirken, bugünün mücadeleci genç kuşaklarının burjuvazi ile olan kavgalarında düşmanlarını iyi tanımaları için önemli örnekler teşkil ediyor. Bu yazıda anlatılacak olan, 1913-14’te Colorado’daki maden işçilerinin ülkenin en büyük burjuvası Rockefeller’e karşı verdiği mücadele ise bunlardan sadece bir tanesi.
Colorado’nun madenleri ve işçilerin çalışma koşulları
İlkbahar ve yaz aylarında çayır çiçeklerinin serpildiği, sarımsı bir merayı andıran, nefes kesici dağlar ile birlikte zengin maden yataklarına sahip Colorado… 1870’lerle birlikte Kansas’dan Güney Denver’a ve Kuzey New Mexico’ya uzanan tren yolunun yapılmasıyla, Colorado’nun zengin platolarında büyük ölçekli maden ocakları açıldı. Demiryoluyla çevrili bu bölgeye Trinidad adında bir kasaba kuruldu ve burası güneydeki maden alanının merkezi oldu. 1913’te yaklaşık on bin kişinin yaşadığı bir kasabaydı Trinidad. Her madencilik kampında şirketin beyleri, efendileri adeta kendi egemenliklerini ilan ederek hüküm sürüyordu. Kamplarda bir polis müdürü, şirket tarafından finanse edilen bir “kanun uygulayıcı” memur vardı. Kurallar, şirketin kurallarıydı. Örneğin “şüpheli” yabancıların ev ziyaretleri yapması yasaklı ilan edilip, sakıncalı bulunan dönemlerde sokağa çıkma yasağı getiriliyordu. Marketler şirketlerin tekelindeydi. Doktorlar şirket doktoruydu, öğretmenler maden sahipleri tarafından işe alınırdı.
Maden işçileri genelde 13-14 yaşlarında işe başlar, şafakla birlikte madenlerin derin karanlığına inerlerdi. Rockefeller ailesinin sahibi olduğu Colorado Petrol ve Demir Şirketinin madenlerinde çalışan ilk işçiler, sınıf mücadelesini bilen, deneyimli İngiltereli maden işçileriydi. Ancak, 1880’lerde ve 1890’larda Güney Avrupa’dan gelen büyük göç dalgaları ile daha ucuz işgücü ülkeye akın etmişti. Maden işçilerine İtalyanlar, Yunanlar, Polonyalılar, Macarlar, Karadağlılar, Sırplar ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinden işçiler katıldı. Farklı dillere ve kültürel yapılara sahip binlerce işçinin çalıştırıldığı madenlerde, vardiyalar özellikle birbirlerinin dilini bilmeyen işçiler seçilerek oluşturuldu. Colorado Petrol ve Demir Şirketinin yönetimi altında işçiler günde 1,68 dolara ve zor şartlarda çalışmak zorunda kalıyordu. Özellikle ölüm oranlarının ulusal ortalamanın iki katına çıktığı Colorado madencileri için hayat çok daha zordu. Çünkü işçilerin son derece düşük ücretleri bir kuponla ödeniyor ve bu kuponlar ancak fiyatların çok yüksek olduğu şirketin mağazalarında bozdurulabiliyordu.
Kapitalizm altında her yerde olduğu gibi, Colorado’daki siyasal iktidar iktisadi güce sahip olanların elinde duruyordu. Rockefeller, Güney Colorado’nun diktatörü olmakla suçlanıyordu ancak dönemin şirket müdürü yazdığı bir mektupta aslında Rockefeller’in gücünün Colorado’yla sınırlı kalmadığını belirtiyordu, Rockefeller tüm ülkede etkiliydi. Colorado’daki kömürün %40’ını üreten şirket 1902’de Batı’nın en büyük kömür üreticisi haline gelmişti. Colorado’daki kömür madeni endüstrisinin başlangıcından itibaren, işçiler ve patronlar arasında yürüyen bir mücadele vardı. İşçiler mücadele ediyor ve deneyim biriktiriyorlardı. 1876 ve 1894’te de çeşitli grev deneyimleri olmuştu, ancak işçiler için mücadele edecek hâlâ pek çok sorun olduğu yerde duruyor hatta yenileri ekleniyordu. İşçiler mücadeleye hazırdı ancak bunun için bir araca ihtiyaçları vardı. 1890’da kurulan Amerika Birleşik Maden İşçileri Sendikası UMWA işçilerin kapısını sıkça aşındırdığı, çatısında örgütlendiği bir merkez haline geliyordu.
İşçiler sendikalaşıyor ve grev başlıyor
UMWA sendikasının başkan yardımcısı olan Lawson ve Frank Hayes, 1913’ün başlarında Trinidad’da genel merkezlerini kurup örgütlenme çalışmalarını başlattılar. Güney Colorado’daki bütün madencilere sendikaya katılma çağrısı yapan mektuplar gönderdiler: “Selamlar. Bu sizin kurtuluşunuzun günü. Bugün özgürlük ve ilerlemenin sizin aranızda hayat bulmaya başladığı gündür. Bugün sizi, dünyanın en büyük ve en güçlü emek örgütü olan Amerika Birleşik Maden İşçileri’ne üye olmaya davet ediyoruz.”
Sendika temsilcileri madenlerin dışında ve içeride olmak üzere sessizce çalıştılar. Sendikaya destek büyüdü. Kırsal kesimde gizli toplantılar yapıldı; piknik yapmak, üyelerin katılımı için bir fırsat oldu. Daha sonra 16 Ağustos 1913’te grevin patlak vermesine yol açan olay yaşandı. Maden işçilerinin sevgisini ve saygısını kazanan, örgütlenme faaliyetinde aktif rol alan 32 yaşındaki Gerald Lippiatt’ın Trinidad sokaklarında vurularak katledilmesi bardağı taşırmıştı. İşveren temsilcilerinin doluştuğu jüri koltukları huzurunda gerçekleşen mahkemede birçok şahidin katilleri göstermesine rağmen Lippiat’ı vuranlar kefalet ödeyerek serbest bırakıldılar. Mahkemede sendika temsilcisi bunun sıradan bir cinayet vakası olmadığına dikkat çekerek, bu cinayetin madencilerin örgütlenmesine zarar vermek için yapıldığına ve sorumluların aslında işverenler olduğuna işaret etti. Lippiatt’ın cenazesinin ardından Güney Colorado’daki tüm maden patronlarının da davet edildiği sendika kongresine çağrılar yapıldı. Eylül ayında yapılacak kongrenin hazırlıkları sürerken, patronlar da boş durmuyor, kendi hazırlıklarını sürdürüyordu. Adım adım yaklaşan grevi kırmak için eli silahlı yüzlerce adam kiralanmıştı.
15 Eylül 1913’te yapılan kongre Colorado’nun o güne kadarki en büyük sendika kongresiydi. New Mexico ve Utah’dan gelen delegelerin de katılımıyla yapılan kongrede taleplerin belirlenmesi için işçiler iki gün boyunca çalışma koşullarını anlattılar. Çıkardıkları ton başına ücret alan işçiler, kömürlerin tartılmasında hileler yapıldığını, ücretlerinin sadece şirketin mağazalarında bozdurulabilen kuponlarla ödendiğini fakat bu mağazalarda fiyatların yüzde 25 ilâ 40 daha yüksek olduğunu, vaat edilen 8 saatlik çalışma süresine uyulmadığını, maden şefinin isteklerine göre oy vermeye zorlandıklarını, şikâyetlerini dile getirdikleri için dövüldüklerini belirttiler. Bu konuşmalar sonucunda UMWA’nın talepleri belirlendi: “Amerika Birleşik Maden İşçileri Sendikasının Kuzey New Mexico ve Colorado Madenlerinde işçilerin temsilcisi olarak tanınması, bütün madenlerde etkili iş güvenliği için kontrol memuru sistemi getirilmesi, ton başına çıkarılan kömür için tazminat ödenmesi, kupon ve takas sisteminin kaldırılması, sendika üyelerine karşı baskıların son bulması, madencilere yeraltı çalışma alanlarında kereste, ray ve diğer malzemeleri sağlama konusunda şirketin yükümlülüklerinin ilgili devlet yasalarınca sıkı bir şekilde uygulanması.” Talepler arasında en çok öne çıkan ise şirketin iş güvenliğine dair yükümlülüklerini yerine getirmesi olmuştu. Güney Colorado madenlerinde sık sık ölümle sonuçlanan patlamalar meydana geliyordu. 1910’larda madende ölen işçi sayısı toplamda 1600’ü aşmıştı. Madenin içindeki sütunlara yerleştirilen kerestelerin kuru, çürümüş olması, gerekli temizliklerin yapılmaması, kolayca tutuşmaya ve akabinde de patlamalara neden oluyordu. İşçiler madenlerin yalnızca katırların geçmesi zorlaştığı zaman temizlendiğini söylüyordu. Katırın sakatlanması işçinin ölmesinden çok daha mühim ve maliyetliydi çünkü! Rockefeller’i temsil eden L. M. Bowers’a göre, bu gibi kazaların bu işkolunda yaşanması son derece normaldi. Bugünün Türkiye’sindeki ifadeyle “kaza”lar işin “fıtrat”ındandı! Önemli olan işin aksamamasıydı. Asıl yapılması gereken, işçilerin panik hali geçer geçmez çalışmaya devam etmelerini sağlamaktı.
UMWA çatısı altında birleşen işçiler, 23 Eylül 1913’te düşük ücretlere, kötü çalışma koşullarına ve sendika aktivistlerinin üzerindeki baskılara karşı, çetin mücadelelerle geçecek olan bir grev başlatmıştı. Grevin başlamasıyla birlikte iki taraf da hazırlıklarını yoğunlaştırdı. Colorado Petrol ve Demir Şirketinin öncülüğünde kömür patronları, Colorado Springs’de bir araya gelerek sendikanın taleplerine karşı koymaya karar verdiler. İşçiler derhal şirketin lojmanlarından atıldı. Sendikanın topladığı dayanışma fonuyla kendilerine maden ocaklarının yakınlarındaki tepelerde çadır kentler kurdular. Bu çadır kentlerin en büyüğü Ludlow’du. Ludlow’da toplantılar için ahşap bir sahne inşa edildi. Hem okul hem de ailelerin toplanabileceği bir merkez olarak büyük bir çadır kuruldu. Sağlık ve eğlence düzenlemeleri için de komiteler belirlendi. İşçiler, Ludlow dışında Aguilar, Forbes, Sopris, Segundo ve Walsenburg’da da çadır kentleri inşa etmişlerdi.
Hiç vakit kaybetmeden şirketin kiralık adamları çadırları taciz etmeye başladı. İşçiler de bu saldırıları elbette karşılıksız bırakmıyor, kendilerini savunuyorlardı. Ama bu eşit bir karşı karşıya geliş değildi. Grevciler sadece patronların kiralık adamlarına karşı değil, devletin “yasa ve düzen” koruyucularına karşı da mücadele etmek zorundaydılar. Yeni kurulan ABD Çalışma Bakanlığı, şirket ile sendika arasında arabuluculuk yapmaya çalışmıştı. Bowers, “Kemiklerimiz bu Rocky Dağlarını kireç gibi beyazlatana dek sendikaya karşı duracağız” diyerek arabulucuya güvenmediğini söylüyordu. Rockefeller da Bowers’ı onaylayarak “Sonuç ne olursa olsun, yanında olacağız” diyordu.
17 Ekimde paralı çeteler çadır kente saldırdı, bir kişi öldü ve iki kişi yaralandı. Bu arada, yüzlerce grev kırıcı bölgeye getirildi. Çeşitli bahanelerle grevcilere yönelik toplu tutuklamalar başladı. Bowers’ın Rockefeller’a verdiği raporda “Biz bir volkanın tepesindeyiz. Çok sert önlemler alınmasının zamanı geldi” ifadeleriyle durumun patronlar için aciliyeti dile getiriliyordu.
Ekim ayının sonuna gelindiğinde ölenlerin sayısı dokuza yükseldi. 28 Ekimde, Vali Ammons, sıkıyönetim ilan etti. Çadır kentler adeta şirket eliyle kuşatılmış durumdaydı. Geceleri çadırlar dev projeksiyonlarla aydınlatılıyor, ailelerin uyumalarına izin verilmiyordu. 29 Ekim 1913’de, Vali Ammons, Colorado Ulusal Muhafızlarından General John Chase’e askerlerini grev bölgesine götürmesini emretti. Ulusal muhafızların yanı sıra Bowers Rockefeller’a basını da hazırlamaları gerektiğini bildirdi. Savaş veriliyordu ve ülkenin geri kalanının bu savaşta Rockefeller’ın ne kadar haklı olduğunu bilmeleri gerekirdi!
Madenciler eşleri ve çocuklarıyla birlikte ulusal muhafızları alkışlarla, şarkılarla karşılamıştı. Ulusal muhafızların kendilerini korumak için geldiğini düşünmüşlerdi, ancak bu büyük yanılgı kısa sürede ortaya çıkacaktı. Çok geçmeden ölüleri için yas tutmaya başlayan aileler, alkışlarla karşıladıkları bu “haki giydirilmiş” adamlardan kurtulmak için dua edeceklerdi. Ulusal muhafızların öncelikli hedefi greve öncülük eden isimlerdi. Ludlow’un lideri durumundaki Lou Tikas ve on beş kişi hiçbir gerekçe gösterilmeden bir hücreye atıldı. Sendika örgütçüleri, öncü madenciler sürekli tehdit ediliyor, saldırılara uğruyor, tutuklanıyor ya da öldürülüyorlardı. Ancak grev her ne pahasına olursa olsun devam etmeliydi.
Jones Ana grevcilerin yanında
Amerikan işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir yeri olan Jones Ana, Colorado grevi başladığında, Batı Virginia’nın maden alanlarından gelmişti. Trinidad’daki çocuklarını yalnız bırakmayan Jones Ana, alnının etrafında kıvrılan gümüş rengi saçları, beyaz bir dantelle süslenmiş siyah elbisesiyle işçilere seslendi: “Bugün ülkede baş gösteren sorun endüstriyel oligarşidir… Bu madenlerdeki ve bu tepelerdeki kömürün değeri, siz onu üretmek için gücünüzü ve kaslarınızı ortaya koymadıkça ne olurdu?… Bu topraklar senin için değil miydi? Bu topraklar Colorado Petrol ve Demir Şirketi gelmeden çok uzun zaman önce buradaydı. Şirket bu topraklara geldiğinde onu ipoteklemedi değil mi? Hayır, ipoteklemedi. Bu topraklar onlar dünyaya gelmeden çok önce buradaydı ve kokuşmuş iskeletleri cehennemde yandığında da burada olacak… Özgür olacaksınız. Yoksulluk ve sefalet sona erecek. Cezaevlerini çocuklar için oyun alanlarına çevireceğiz. Evler inşa edeceğiz, ama şu anda sahip olduğunuz köpek kulübeleri ve izbeler gibi değil... Siz, erkekler ve kadınlar, ayakta durmak ve savaşmak zorundasınız.”
Jones Ana da bir göçmendi ve büyük çoğunluğu göçmenlerden oluşan maden işçilerinin duygularını çok iyi anlıyordu. İşçiler onun konuşmalarını heyecanla dinliyor, söylediklerini önemsiyordu. Jones Ana grevci işçilere moral ve güç veriyordu. Sözlerine Batı Virginia’yı anlatarak devam etti: “Charlestown’da üç bin kişi toplandı ve pankartlarla yürüdük. Hükümet binasına yürüdük. Çünkü o binalar bizim ve eğer istersek onları ele geçirme hakkımız var. Şimdi dizlerinizin üstüne çökmeyin! Amerika’da kral yok. Başınız dik, ayaklarınızın üstünde durun, dedim...” Alkışlar Jones Ana’nın söze girmesiyle kesildi: “Sizler Roma Cumhuriyetinin bin yılda yarattığı zenginlikten daha fazlasını yarattınız, ama karşılığında hiçbir şey alamadınız. Colorado, Kansas ve Alabama’yı örgütlediğimde, Yüce Tanrı’ya beni dinlenmeye götürmesini söyleyeceğim. Ama o zamana kadar değil!”
4 Ocak 1914’te Jones Ana “Oğullarıma yardıma gidiyorum” diyerek Denver’dan Trinidad’a tekrar yola çıkmıştı. O zaman seksen üç yaşındaydı. Trinidad’a vardığında hemen tutuklandı ve Denver’a giden bir trene bindirildi. Daha sonra Jones Ana peşindeki dedektifleri atlatarak, 12 Ocakta tekrar Trinidad’a giden trene bindi. Trinidad’a varmadan indi ve kasabaya yürüdü. Muhafızlar Jones Ana’nın geldiğini haber alır almaz otelin etrafını sardı. Jones Ana gözaltına alındı. Tren istasyonunda binlerce kadın toplanarak Jones Ana’nın hapsedilmesini protesto etti. Ulusal muhafızların komutanı Chase, kadınları dağıtmak için askerlerine bağırdı: “Kadınların Üzerine Sürün!” Pankartlarla ve bayraklarla yürüyen kadınlar, karşılarında bir anda kılıçlı süvarileri buldu. Pek çok kadın yaralandı. Çocuklarıyla birlikte günlerce soğuk hücrelerde tutuldular.[*]
Grev, ulusal muhafızların sürekli saldırılarına ve soğuk kış aylarındaki zorlu şartlara rağmen devam ediyordu. Bu durumda Rockefeller daha fazlasının yapılması gerektiğine karar verdi. 20 Nisan Pazartesi sabahı, Ludlow’da şafağın sessizliği şiddetli bir patlamayla yarıldı. Çadırlarından aceleyle çıkan grevciler, tepelerde ulusal muhafızları gördü. Muhafızlar makineli tüfeklerle çadırlara ateş açtı. Kadınlar, çocuklar ateş altında ne yapacaklarını bilemez halde panik yaşıyorlardı. Hareket halindeki her şeye ateş ediliyordu. Daha sonra çadırlar ateşe verildi. Akşama doğru, kül yığınına dönen Ludlow ele geçirilmişti… Ertesi gün, 2 kadın ve 11 çocuğun ölen bedenleri çadırların altındaki çukurlarda bulundu.
Grev boyunca şirket, uyguladığı vahşetin üzerini örtmek için sık sık grevcilerin büyük mühimmat ve dinamit depoladıkları yalanını yaymıştı. New York Times da “kadınlar ve çocuklar, çadırların altındaki çukurlarda kavrulup yok oldu. Madencilerin mühimmat ve dinamit deposu patladı, ölüme ve yıkıma yol açtı” diye yazarak bu yalanların borazanlığını yapmaktaydı. Ne var ki ne yaparlarsa yapsınlar katliam haberleri hızla yayılıyor, daha fazla maden işçisi mücadeleye katılıyordu. New York Times yazarları, çok fazla gürültü çıktığını ima ederek, bu işin daha ustalıkla yapılamamasına öfkeliydi. Onlara göre gürültü çıkarmak yerine, kadınları ve çocukları açlığa mahkûm edecek daha ustalıklı saldırılar planlanması gerekliydi…
Bölgedeki diğer madenciler muhafızlara karşı silahlanırken, Rockefeller’ın sözcüsü halindeki New York Times’ta şunlar söyleniyordu: “Uygarlığın ölümcül silahları vahşi düşünceli adamların elindeyken, Colorado’daki savaşın ne kadar uzayacağı söylenemez. Elbette zorla bastırılmadığı sürece. Başkan tüm dikkatini, yeterince uzun zamandır odaklanılan Meksika’dan uzaklaştırıp, Colorado’daki savaşta sert tedbirler almaya çevirmeli.” Bazı din adamlarının ulusal muhafızların işçilere saldırmasını kınayan konuşmalar yapmaları karşısında Times gazetesi de öfke kusuyordu: “Bunlar sempatik ifadeler… Colorado’daki rezaletin milisin işçileri vurmasına dayandığını düşünenler var. … Milis, yasalar kadar kişiler üstüdür ve tarafsızdır.”
22 Nisanda, Denver’dan Coloradolu sendikacılara “silah başına” çağrısı yapıldı: “Devletin milisi kisvesi altında kömür şirketlerinin maiyetindeki silahlı katiller tarafından erkeklerin, kadınların ve çocukların katledilmesi ve yakılması karşısında Coloradolu işçileri korumak için topluluğunuzdaki erkekleri gönüllü birliklerinde örgütleyin.” 23 Nisana kadar milisler cenazelerin kaldırılmasına izin vermedi. Savaş, sınıf kardeşlerinin katledilmesini kabul etmeyen diğer madencilerle devam ediyordu. Colorado’daki diğer madenlerden biri işçiler tarafından kuşatıldı, Colorado Springs’te üç yüz sendikalı madenci silahlarıyla Trinidad’a gitmek için işten ayrıldı. Denver Puro Üreticileri Sendikası Ludlow ve Trinidad’a beş yüz silahlı adam gönderme kararı aldı. Denver Birleşik Tekstil İşçileri Sendikası, dört yüz kadın üyesinin Colorado grevcilerine yardım etmek için hemşire olarak gönüllü olduğunu açıkladı. Ülke genelinde yüzlerce kitlesel miting düzenlendi. Binlerce dolar dayanışma parası toplandı. Denver’daki yürüyüşlerde Vali başta olmak üzere devlet yetkililerinin hain olduğunu dile getiren dövizler taşındı.
Savaş giderek büyüyor ve milisler durumu daha fazla kontrol edemiyordu. Katliamdan sonra yaşanan olaylarda yirmiden fazla kişi ölmüş, Vali Ammons, Başkan Wilson’dan federal birlikler göndermesini istemişti. 29 Nisanda Wilson, devleti korumakla yükümlü olduğunu belirterek 30 Nisana kadar herkesin silahları bırakmasını emretti. Bölgeye ABD ordusundan askerler gönderildi ve savaş sona erdi. Silahlar sustuktan sonra devam eden 7 ay boyunca çeşitli komiteler oluşturuldu, arabulucular devreye sokuldu, tanıklar dinlendi ve binlerce sayfalık tutanaklar tutuldu. Her şey apaçık ortadaydı ama suçlular cezasız bırakıldı. Tüm gözlerin çevrildiği Rockefeller, savunmasında, yıllardır Colorado’yu ziyaret etmediğini ve bu dönemde Colorado Petrol ve Demir Şirketinin müdürlerinin toplantılarına katılmadığını söyledi. Madenlerde ücretlerin veya koşulların ne olduğuna dair en ufak bir fikre de sahip değildi! Rockefeller’a soruşturma sırasında bir komite üyesi tarafından yöneltilen “tüm yaşananlardan sonra nasıl hissettiği” sorusu, gerekirse bütün parasını kaybetmeye hazır olduğu ve bunun bir ulusal mesele olduğu ifadesiyle yanıt buldu. İşçilerin haklı taleplerinin kurşunlarla karşılık bulması, kadın ve çocuklarla birlikte diri diri ateşe verilmeleri, acı feryatları, bir anda “ulusal mesele” ile meşru kılındı. Grev Aralık 1914’te sendikanın kararıyla bitirildi. Kadın ve çocuklar da dâhil toplam 66 kişi katledilmişti.
Colorado grevi Ludlow’la birlikte o sıralar sadece ağır bir yenilgi olarak görüldü. Evet, işçi sınıfı bu mücadelesinde pek çok neferini kaybetmiş, acı ve zor günler yaşamıştı. Ancak tüm güçlüklere rağmen, kadın ve erkek, mücadele eden işçilerin inançları ve dirençleri, burjuvazinin tüm saldırısı karşısında dimdik ayaktaydı. İşçiler tüm zorluklara rağmen cüret göstermiş, kavgaya atılmışlardı. Unutulmamalı ki sınıf mücadelesi her zaman somut kazanımlarla kendisini var etmez. Amerikalı maden işçilerinin bu mücadelesi tarihte işçi sınıfının aldığı bir yenilgi hikâyesi değil, bugünün genç işçi kuşakları açısından öğretici bir derstir. Ludlow Katliamı, sermaye sınıfının kanunlar ve onun uygulayıcısı devletlerle olan ilişkisini, burjuva medyanın rolünü, kapitalizm altında işçi sınıfı için adalet olamayacağını göstermesi açısından önemli bir örnektir. İşçilerin kararlı ve korkusuz olmalarının yanı sıra, yol gösterici bir örgüte ne denli ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Bugün işçi sınıfının önünde duran görev, mücadele tarihinden öğrenerek direnç ve kararlılık ruhuyla yolunda yürümesidir. İşte o zaman acı ve kahırlı günler geride kalacak, işçi sınıfının mücadelesinde dökülen kanların hesabı sorulacaktır.
Kaynakça:
- Howard Zinn, Dana Frank, Robin D. G. Kelley, Three Strikes: The Colorado Coal Strike, 1913–14
- https://libcom.org/history/articles/ludlow-massacre-1914
- Anthony Arnove, Howard Zinn, Voices of a People's History of the United States, Julia May Courtney, “Remember Ludlow!” (May 1914)
[*] Bu bölümü Jones Ana’nın özyaşam öyküsünden okumak için ayrıca bakınız:
http://marksist.net/diger_yazarlar/bolum_21_rockefeller_in_hapishanelerinde.htm
link: Pınar Şafak, Colorado Madenleri ve Ludlow Katliamı, 15 Temmuz 2019, https://marksist.net/node/6702
Göç Dalgası ve Yürekli Bir Kaptan
Dumansız Hayat