Bir çift göz boşluğa takılıp kaldı mı, derler “bir gelen olacak” Mutlak vardır bir gelen ve gelir gelir çalar kapıyı birden bire bir şey oturur yüreğine Kapının yanında asılı ceketin cebi huzursuzlanır duyulur bir telefon sesi acı acı… “Ateş düştüğü yeri yakar” derler Kim bilir senin sıran kaçıncı? Yok çok değil, üç yıl mı desem, üç ay mı? üç hafta mı desem, üç gün mü? yani belki tez vakte kadar… Daha çocukluk sıralarında minik ellerinin falında çıktıydı, o ince çizgilerde, kırık bir köprü, fal taşı gibi büyüttü gözleri kırık bir köprüye benzeyen çizgiler ancak korkunç bir geleceğin alameti olabilirdi… Çok değil, az evvel 21 bakla düştü beyaz bir örtü üstüne “Eyvah ki ne eyvah” dedi birisi Siyah taş ve bir siyah düğme yaklaştı baklacık bunlara Anla ki kötü bir haber yolda, sancılı bir burukluk kapında. Çok değil az ötede bir ev, eski bir ev, Üstünde sıcak bardak izleri kahverengi masanın halka halka sıcak bardak izleri. Bir de beyaz bir tebeşir, gelişi güzel çizilmiş bir çemberin beyaz izleri. Bir avuçta iki zar şıkırdadı düştü çemberin içine… Penc-ü se geldi biri, dü şeş ile devam etti toplam üç atış. sayılar toplandı heyecanla geleceği anlayabilmek için… Tıpkı bir fincan kahve dibinde yahut bir bardak suda göründüğü gibiydi. Geçici mutluluklar, tez gelen düşler ve bir parça hoş muhabbet idi. Fakat her daim gözyaşı yoldaydı, dert tasa pusuda… Kimi işsizlik karasıyla gelirdi, soğuk bir açlıkla, Kimi incecik damarlarından sızan sıcak bir ıstırap kırık bir diş, solgun yüzündeki renk cümbüşüyle… Kimi tüm acıların birleşimiyle gelirdi Bir ananın içinde büyüttüğü kadife teninden gül kokusu, bal bakışından arda kalanla, gelirdi pespaye ellerin daha doğarken diktiği yakasız mintan içinde gelirdi gözünün görebildiği en acı beyaz içinde! Bugün gelirdi, yarın gelirdi ama eni sonu gelirdi kaçışsız… Ateş düştüğü yeri yakardı yakmasına ama yanma sırası hep başkasına mı gelirdi? yoksa aynadan sana bakan mı sıradaki? Değil mi ki bu hile öyle sürüp gidiyor, Bir fal açılıyor, bir kısmet kapanıyor, bir kapı açılıyor, bir göz değiyor, bir şans balığı… bir at görünüyor, bir murat. Değil mi ki aynı an kıyametler kopuyor feryatlar yükseliyor ateşin dağladığı yüreklerde… Ne ki ah edersin be kardeşim? Bir değil bin ayna kırılsa ne fayda! Bitmez bu illet, bu şarlatanlar toprağında. Bilmem telve gözlemesini, bakla dermesini, zar tutmasını Fakat bilirim elbet insanın efsunlu uykusundan uyanacağını ve öğrendim uyanınca ne olacağını… Bilirim bir yol var, gerçek bir yol! Bu keşmekeş bulutları dağıtacak bir yol Bilmem çok mu uzundur? Bilirim, ayaklar aşınacak. Bilmem kaç vakte aşılır Bilirim mutlak aşılacak!
10 Nisan 2018
link: Başak Güler, Kaç Vakte Kadar? , 10 Nisan 2018, https://marksist.net/node/6289
... önceki yazı
Olağanüstü Koşulların Siyaset Sahnesinde Otoriter Liderler
Olağanüstü Koşulların Siyaset Sahnesinde Otoriter Liderler
sonraki yazı ...
Amerikan Gençliği “Yaşam Hakkı” İçin Ayakta
Amerikan Gençliği “Yaşam Hakkı” İçin Ayakta