“Fikirlerin rahatça konuşulup tartışılmadığı yerde şiddet devreye girer. Bunun için biz düşünce ve ifade özgürlüğünü, başkalarının da aynı haklara saygı göstermeleri şartıyla sonuna kadar savunduk, destekledik. Son 14 yılda klavyelerin, tabelaların, harflerin, kelimelerin üzerindeki birçok yasağı biz kaldırdık. On yıllardır yazı ve fikir hayatımıza musallat olan tek tipçi, vesayetçi anlayış yerine farklılıkları zenginlik olarak gören, düşüncenin önünü açan bir bakış açısını biz ikame ettik… Bize sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik değil, neyi niçin savunduğunu bilen bir gençlik lazım.” Bu sözler geçtiğimiz haftalarda yapılan, Uluslararası Münazara Turnuvası ödül töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sarf edildi. Bu cümlelerin sarf edildiği bugünlerde, söylenenin aksine, yüksek sesle fikir konuşup tartışmak, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmak pek de revaçta değil… Ama madem bu konuşmanın sonunda gençliğe bir sesleniş var, o halde itaat etmeyen gençliğin de iki çift lafı var: Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Üzerine çok fazla düşünmeye gerek yok. Türkiye’nin sadece son birkaç yılına dönüp baktığımızda durumun ne kadar ironik olduğu görülüyor. Hakeza bugün üzerinden gidecek olursak, Erdoğan’ın konuşmasının gerçekleştiği şu OHAL sürecinde fikirleri özgürce konuşup tartışmak gerçekten mümkün mü? Daha bir ay öncesine kadar, son derece meşru bir şekilde referandumda “Hayır” çalışması yürütmek isteyen, başta üniversitelerde olmak üzere onlarca insan gözaltına alındı. Çıkarılan KHK’larla üniversitelerinden uzaklaştırılan hocalarına destek olan öğrenciler hakkında soruşturmalar açıldı. Üniversitelerde solcu öğrenciler tarafından yapılmak istenen toplantı, piknik vs. gibi etkinliklere izin verilmedi, öğrenciler diretince de polis tehdidi ve saldırısı ile karşılaştılar. Bunun dışında gençlerin çok kullandıkları Vikipedi de dâhil olmak üzere pek çok web sitesi akıl almaz gerekçelerle engellendi, gazete ve dergiler kapatıldı. Gerek üniversiteler gerekse de liseler sadece derse girilip çıkılan ruhsuz mekânlara dönüştürüldü. Öyle ki, derslerde de en ufak muhalif bir soru ya da eleştirel bir düşünce dile getirilemiyor. Liselerde “okulda siyaset yapılmaz” denilerek, en küçük bir söz disiplin cezaları ile sonuçlandırılıyor.
Hatırlarsak bundan 4 yıl önce Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesine karşı başlayan eylemler, özellikle gençlerin hoşnutsuzluğunu ortaya koymuştu. Gençler, hükümetin yaşam alanlarına yönelik müdahalelerine itaat etmek istemediklerini bu eylemlere katılarak göstermişti. Peki, ne ile karşılandı fikirlerini rahatça ortaya koymak isteyen gençler? Polisle, gözaltıyla, tutuklamayla, gazla, mermiyle kısacası baskı, şiddet ve de ölümle!
Şimdi Cumhurbaşkanı çıkmış “itaat etmeyen bir gençlik istiyoruz” diyor. Yapılan konuşmalarda sürekli vesayetçi anlayışı eleştiren, farklılıkların, hoşgörünün güzelliğinden dem vuran iktidar, aslında tek tipçi bir anlayışı sürdürmektedir. Kendi tek tiplerini yaratmak için ilköğretimden başlayarak, liselerde, üniversitelerde, KYK yurtlarında müfredat, yönetmelik gibi uygulamalarda değişikliğe gidiyorlar. Özellikle 15 Temmuz sonrasında başlatılan zorunlu uygulamalar “devrim” olarak nitelendirdikleri değişikliklerin ahvalini net bir şekilde gösteriyor. 15 Temmuz köşesi, şiir yarışması, kompozisyon yarışması, resim yarışması, söyleşiler, paneller, akıllı tahtalarda izletilen videolar, dağıtılan, saklanması istenilen bildiriler, broşürler ve aklınıza ne gelirse… Gençliğin bulunduğu her alanda tepeden organize bir şekilde “yerli ve milli” bir gençlik projesi hayata geçirilmeye çalışılıyor. 15 Temmuz sonrası bu proje milliyetçilik temelinde, şehitlik edebiyatıyla rahatça sürdürülürken, referandum süreci ile birlikte aslında bir gerçek ortaya çıkmış oldu. Gençliğin yarısından fazla bir kısmı “Hayır” diyerek bu gidişata onay vermediğini ortaya koydu. Bu iktidar açısından son derece kritik bir öneme sahiptir ki bu nedenle her fırsatta gençlere özgürlükten, fikirlerden, gelecekten söz edip onları sınırlarının içinde tutmayı amaçlıyorlar. “Öğrenciyseniz eğitiminizi en iyi şekilde yapacaksınız. Sanayide çıraksanız oradaki işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışacaksınız. Bunu başardığınızda kapıların yavaş yavaş açıldığını, basamakları yavaş yavaş tırmanmaya başladığınızı göreceksiniz” diyerek sorunu sanki çalışma eksikliğinden kaynaklanıyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar.
Aslında bugün sürekli nasıl davranılması gerektiğinin söylendiği, eğitim sisteminin kıskacı altında pek de çizilen sınırlar dışına çıkamadığı, ne giyeceğine, neye inanacağına, hangi dili konuşacağına yönetenlerin karar verdiği, uyuşturucuyla, medyayla zihinlerin zehirlendiği bir sistemin içinde yaşıyor gençlik. Adeta kümes hayvanları gibi yaşamamız istenirken lafa gelince “itaat etmeyin, sorgulayın” oluveriyor. Biz gerçekten okuyan, araştıran, gerçek çelişkinin yani kapitalist sistemin ne olduğunu kavramış gençler olarak düzen temsilcilerinin sözlerini riyakârlıktan başka bir şey olarak görmüyoruz. Kendi iktidarlarını baki kılmak için gençleri peşlerine takmak istedikleri çok açıktır. Hem cephede ölecek, hem de sanayide üretecek genç ve ucuz beden olarak görüyorlar bizleri. Dolayısıyla boş laflara karnımız tok. Neyi ne için savunduğumuzu da gayet iyi biliyoruz. İsteseniz de istemeseniz de sorgusuz sualsiz itaat eden bir gençlik olmayacağız. İşçi sınıfının içinde, tüm haksızlıklara, çürümüş sisteminize karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Çünkü itaat etmek bizim fıtratımızda yok!
link: MT okuru gençler, İtaat Etmeyen Gençlik Lazımmış!, 25 Mayıs 2017, https://marksist.net/node/5660
Açlık Grevine Bile Tahammül Yok!
Bursa’nın Yeşili Griye Çalıyor