İşçi sınıfı devrimcilerinin verdikleri zorlu mücadeleleri, inandıkları dava uğruna fedakârlıklarını anlatan pek çok kitap bulunmaktadır. Luise Dornemann’ın “Adanmış Bir Ömür” adlı kitabı da bunlardan biridir. Dornemann bu kitabında, tarihe adını yazdırmış, işçi sınıfının unutulmaz devrimci kadın önderlerinden Clara Zetkin’in hayatını anlatmaktadır. Bu yüzden de “Adanmış Bir Ömür”, tüm işçi ve devrimci kadınlar için okunması gereken bir kitaptır. Özellikle de bugünkü gibi karanlık dönemlerde mücadele etmeye, direnmeye çalışan kadınlar için…
Sosyalistlerin, demokratların, Kürtlerin kısacası her türden muhalif kesimin susturulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Tarihte böyle dönemler de olmuştur, bundan çok daha karanlık günler de yaşanmıştır. Kendimize örnek aldığımız ya da almamız gereken devrimciler bu dönemlerde nasıl bir duruş sergilemişlerdir? Onlar daima tarihsel iyimserliklerini koruyarak, mücadeleye dört elle sarılarak, son nefeslerini verene kadar kavgalarına devam etmişler. Karanlıklara karşı mücadele etmenin onuruyla yürekleri dolup taşan bu devrimciler, karanlığın eninde sonunda aydınlığa çıkacağını bilerek, koşullar ne olursa olsun devrimci faaliyetin devam etmesi gerektiği bilinciyle, yarınlara umutla bakıp geleceğe ışık taşıyorlardı.
Clara Zetkin de bu örnek alınası devrimcilerden biriydi. Annesi burjuva feminist mücadelenin içinde yer alan Clara’nın babası da cumhuriyetçi-demokrat bir kişiliğe sahipti. Dolayısıyla kızlarını da mücadeleci ve ilerici bir kültürel ortamda yetiştirmişlerdi. Clara mükemmel bir pedagog, yetenekli bir yazar, keskin bir zekâ ve olağanüstü etki gücüne sahip bir kadındı. Güçlü liderlik özellikleri taşımaktaydı. Aynı zamanda da insanların sefaletini ve acılarını adeta kendi yüreğinin derinliklerinde hisseden, haksızlıklara, baskılara, acımasızlıklara tutkuyla başkaldıran bir yapıya sahipti. Bundan dolayıdır ki hayatını yoksullar ve ezilenler uğruna, savaş ve sömürüye karşı mücadele etmeye adamıştır. Clara, sosyalist harekete 21 yaşında, Bismarck’ın çıkardığı ve başta Alman Sosyal Demokrat Partisi olmak üzere sosyalist örgütleri ve faaliyetleri yasaklayan anti-sosyalist yasanın hüküm sürdüğü ağır koşullar altında katılmıştır. O, kendini hep işçi kadınlara yakın hissetmiştir. Kadınları eğitiyor, cesaret veriyor ve onlara kendi güçlerine inanmaları gerektiğini öğretiyordu.
Clara çocukluğunu Almanya’nın Leipzig’e bağlı bir köyünde geçirmiştir. Babası köy öğretmenliği ve kilisede koro şefliği yapıyordu. Dindar ama kendini yetiştirmiş, demokrat ve ilerici bir insandı, yoksulluğun ne demek olduğunu iyi bilenlerdendi. Annesi ise İtalyan-Fransız kökenli bir tüccar aileden geliyordu. Clara’nın annesi ve babası derin toplumsal duyarlılığa sahip insanlardı. Çocuklarına genç yaştan itibaren ezilen insanların yanında olması gerektiğini öğretmişlerdi. Annesi dönemin feminist hareketinin aktif temsilcilerindendi. Babası ise aynı zamanda Clara’nın da öğretmeniydi. Clara babasına karşı sevgi ve saygı doluydu. Çocukluğunda öğrendiği birçok şeyi ona borçluydu. Onun kütüphanesindeki kitapları doymak bilmez bir hevesle okuyordu. İşçi ve köylü ailelerin sefaletini de babası bizzat anlatıyordu. Hatta Clara’yı onların evlerine ziyarete götürüyordu. Clara, kendi ailesinde doğallıkla yaşanan kadın-erkek eşitliğinin aslında istisnai bir durum olduğunu ve kadınların çoğundan bu hakkın esirgendiğini bir süre sonra daha iyi anlayacaktı. Babası Clara’yı sık sık toprak işçilerinin, çorapçıların kulübelerine ve yoksul köylülerin evine götürürdü. Bu ziyaretlerinde Clara, kapitalist üretim metotlarına karşı evlerindeki dokuma tezgâhlarıyla direnmeye çalışan çorapçıların sefaletini ve verdikleri ölüm-kalım mücadelesini görmüştü. Bu insanlar üç kuruş kazanabilmek için gece gündüz demeden çalışıyor, alçak tavanlı izbe evlerde yoksulluk içinde yaşıyorlardı. Bu emekçi kulübelerinde gördüğü yoksunluklar ve bu insanlara yapılan haksızlıklar Clara’yı derinden etkiliyordu. Kendine hep şu soruyu soruyordu: neden her şey böyle?
Clara on beş yaşına geldiğinde mesleki öğrenimini devam ettirmek üzere ailesiyle birlikte Leipzig’e taşındı. Clara için büyük şehre alışmak önceleri pek de kolay olmamıştı. Dönemin bakış açısına göre kadının meslek sahibi olması gereksiz ve zararlıydı. Leipzig’deki Alman Kadın Derneği’nde Alman burjuva kadın hareketinin kurucuları Luise Otto Peters ve Auguste Schmidt’le tanışan Clara’nın annesi, Clara’ya Auguste Schmidt tarafından yönetilen kız öğretmen okulunda bir yer ayarlayabilmişti. Bu derneğin okulla bağları çok sıkıydı. Clara diğer kız okullarından oldukça farklı olan bu okula severek gidiyordu. Okul yöneticisinin kişiliği Clara’yı ilk günden itibaren etkilemişti. Auguste Schmidt hayranlık uyandıran bir kadındı. Kadının eşitliğine derinden inanan, zeki, enerjik, bağımsız düşünen ve davranan aynı zamanda cesur, iyimser, neşeli ve çekiciliği olan bir kadındı. Auguste Schmidt’in okulunda özellikle tarih, edebiyat ve yabancı diller (Fransızca, İtalyanca ve İngilizce) öğretiliyordu. Clara ilerde haklı olarak sık sık ön plana çıkarılacak olan dil zenginliğini ve tarih alanındaki kapsamlı bilgilerini bu dönemde edinmiştir.
Clara’nın her şeyden çok öne çıkan özelliği çalışkanlığıydı. Yeteneği ve olağanüstü başarıları çok kısa sürede öğretmenlerinin ve özellikle de kadın öğretmen yetiştiren Auguste Schmidt’in dikkatini çekmişti. Auguste Schmidt kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olmaları için Luise Otto’yla birlikte verdikleri mücadeleden öğrencilerine sıkça bahsederdi. Ancak Luise Otto Peters ve Auguste Schmidt kapitalist dünyanın ve toplumsal gelişmenin yasalarını kavramaktan her zaman yoksun kaldılar. Bu yüzden, kadının kurtuluşu için verdikleri savaşı işçi sınıfının savaşıyla birleştirmek yerine, burjuva feminizminin sözcüleri olarak kaldılar. Fakat Clara dönüp dolaşıp sözü toplumsal sorunlara getiriyor ve derslere genel olarak hâkim olan burjuva feminist görüşü eleştiriyordu. Kardeşinin arkadaşlarından biri ona sosyal demokrat gazeteler getiriyordu. Böylece ilk kez işçi hareketinden haberi oluyordu. Gazetede yazanlar okulda öğretilenlerden epeyce farklıydı ve gerçek yaşamı daha iyi yansıtıyordu.
1878’de yapılan öğretmen sınavında Clara’nın sınav sonucu öylesine olağanüstüydü ki, sınav komisyonu üyeleri tüm isteksizliklerine rağmen onu “üstün başarı” derecesine layık görmek zorunda kalmışlardı. Zamanın Saksonya Krallığının görevlilerine göre kadın eşitliğinin, özellikle de demokratik düşüncelerin savunulduğu bir enstitü, şüpheli ve muhalif bir kurumdu. Bu yüzden özellikle bu okulun öğrencilerine sınavlarda zorluklar çıkarıyor, türlü tuzaklar kuruyorlardı. Ancak gösterdiği olağanüstü başarıdan dolayı Clara’nın liyakatini tanımak zorunda kalmışlardı. Annesi ve öğretmeni onu kendi hareketlerinin gelecekteki yıldızı olarak görüyorlardı, fakat Clara yaşamını geleceğin sahibi olan sınıfla, yani işçi sınıfıyla birleştirecekti.
Clara, annesinin ve çevresinin yürüttüğü burjuva feminist mücadelenin sınırlarını görüyor, bununla yetinemiyordu. Clara’nın devrimci işçi hareketinin saflarına katılmasında, mülteci konumundaki bir Rus devrimcinin önemli etkisi olmuştu. Bu kişi Ossip Zetkin’di. İlerde evleneceği ve dava yoldaşı olacakları Ossip ona, sosyalizmi ve işçilerin mücadelesini anlatıyordu. Clara’nın da sosyalist harekete katılmasını istiyordu. Clara’nın işçi hareketine ilk adımlarını attığı yıllar, Alman Sosyal Demokrat Partisinin de parlak yıllarıydı. Clara sosyal demokratların her toplantısına katılıyor ve Ossip’in yanında oturarak pür dikkat konuşulanları dinliyordu. O zamanlar sosyalistlerin toplantılarında dahi kadınların bulunması ender görülen bir durumdu.
1878 baharında, yani Clara’nın sosyalist harekete yeni katılmaya başladığı dönemde, Bismarck çıkardığı olağanüstü hal yasasıyla Alman Sosyal Demokrat Partisine ciddi bir darbe vurdu. İmparator Wilhelm’e yapılan saldırı fırsat bilinerek sosyal demokratlar suçlanmıştı. Parlamento feshedildi. Sosyal demokratlar bozgunculukla, vatan hainliğiyle, imparator katilliğiyle suçlanıyorlardı. Sokaklarda, kalabalık mekânlarda vahşi saldırılar yaşanıyordu. Sosyal demokratların evlerinin camları kırılıyor, yaşamlarına kasteden tehditlerde bulunuluyordu. Ev sahipleri sosyal demokrat kiracılarını dışarı atıyor, mekân sahipleri, yıllardır sırtlarından para kazandıkları “kızılları” salonlarından kovuyorlardı. Polis, takiplerini daha da sıkılaştırıyordu. Hükümdara hakaret gerekçesiyle sayısız ihbarlarda bulunuluyordu. Açılan davalarda bu ihbarlar adi intikam girişimleri olarak kayda geçirildiği halde, ağır cezalarla sonuçlandırılıyordu. Toplantılar sıkı denetim altına alınıyor, yasaklanıyordu. İşverenler de Sosyal Demokrat Parti üyelerine karşı bir terör kampanyası başlatmışlardı; binlerce sempatizan işten çıkarılıyor ve kara listeye alınıyordu. İşçi dernekleri kapatılıyor, yayınları yasaklanıyordu.
1890 yılına kadar süren olağanüstü rejimin en ufak bir muhalefete bile tahammülü yoktu. Alman işçi sınıfının bu zorlu mücadele yıllarında işçi sınıfı davasına yürekten bağlandı Clara Zetkin. Tehlikeler onu korkutamadı, bu büyük ve haklı dava uğruna savaşma bilinci daha da pekişti. O dönemde Avusturya, İtalya, İsviçre ve Fransa’da mülteci olarak yaşamak durumunda kaldı. Buralarda da devrimci faaliyetlerini devam ettirdi. OHAL yasası kalkınca tekrar Almanya’ya geri döndü. Görece daha ılımlı bir hava esmeye başlamıştı. Kitlesel grevler, direnişler, eylemler yükselişe geçmişti. Fakat savaş tamtamları çalmaya başladığında Alman Sosyal Demokrat Partisi işçi sınıfına ihanet etti. İşçi sınıfına önderlik edecek bir parti zamanında kurulamadığı için, beklenen Alman devrimi reformistler tarafından heba edildi.
Kaiser savaş için seferberlik emri ilan etmişti. Savaşın patlak verdiği günün arifesinde trende yolculuk yaparken Clara konuşulanları dinliyordu, yolcular telaşlı telaşlı durmadan konuşuyorlardı. Tedirgin ve korku dolu kadınlar, ağlayan çocuklar… Bazıları korku içinde savaşın bu defa gerçekten başlayıp başlamadığını soruyordu. Erkekler, emir altına alındıklarını bildiren kâğıdın belki de evlerine ulaşmış olabileceğini konuşuyorlardı. Seferberlik ilanının üzerinden fazla süre geçmeden Clara’nın büyük oğlu Münih’ten gönderdiği telgrafta askeri doktor olarak orduya alındığını ve gitmek zorunda olduğunu bildiriyordu.
Bu arada Alman Sosyal Demokrat Partisi savaş kredilerine onay vermişti. Parti liderleri daha birkaç gün önce halkların kardeşliğini savunurken şimdi emekçileri burjuvazinin yağma savaşına sürüyorlardı. Clara bu partinin artık sosyalist bir sınıf mücadelesi partisi değil, aksine ilhak ve sömürge fetihleri için aşka gelen milliyetçi bir sosyal reform partisi olduğunu söylüyordu.
Clara, savaşın başlamasıyla birlikte Alman Sosyal Demokrat Partisinin reformist yüzünü görmüş ve teşhir etmişti. Almanya’da barış ve sosyalizm davasına sadık kalanlar, ancak gerçekten komünist ve devrimci liderlerdi. Savaş sarhoşluğuna yenik düşmemiş olan ve barış için mücadele etmek isteyen bu insanlar bir araya toplanıyordu. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Franz Mehring ve Clara Zetkin, bir açıklama yaparak kendilerini parti yönetiminin çoğunluğunun tutumundan ayırdıklarını belirtmişlerdi. Alman Sosyal Demokrat Partisinin ihaneti üzerine, Clara ve yoldaşları zorlu mücadeleler verdiler. Zor günlerde kurdukları Spartaküs Birliği Almanya’da işçi sınıfının devrimci geleneğini var gücüyle sürdürdü. Clara, son nefesine kadar devrimci çizgisinden ödün vermedi ve yoldaşlarıyla birlikte mücadelesini devam ettirdi.
Clara Zetkin, tutkulu bir barış savaşçısı olarak onlarca yıl militarizme ve emperyalizme karşı, işçiler, özellikle de kadın işçiler ve anneler adına mücadele bayrağını en önde taşımış birisi oldu. İşçi sınıfının uluslararası dayanışmasının ve siyasal birliğinin savaşları engelleyebileceğine ve emperyalistlerin, militaristlerin iktidarını yıkabileceğine dair sarsılmaz bir inanca sahipti. Hitler faşizmi Almanya’da kanlı rejimini icra etmeye başladığında ölüm döşeğinde olan Clara bütün barış yanlılarını, komünistleri, sosyal demokratları ve tüm dünya işçilerini, faşizmi yok etmek ve insanlığı ikinci bir dünya savaşının getireceği felâketlerden korumak için birlik olmaya çağırıyordu.
Çalışkanlığı ve azmiyle etrafındakilere her zaman örnek olan Clara’nın en önemli düsturu şuydu: “Yapamıyorum diye bir şey yoktur!” En büyük hayali sosyalist bir dünyanın kurulmasıydı. Ne yazık ki bu rüya gerçekleşmeden yaşama veda etti. Ama sosyalizmin ve barışın eninde sonunda tüm dünyada faşizme, emperyalizme ve savaşa karşı zafer kazanacağını biliyordu.
“Kadının kurtuluşu davasını işçi sınıfının kurtuluşu davasının ayrılmaz bir parçası olarak gören ve bu doğrultuda amansız bir savaşım veren Clara Zetkin … aynı zamanda 8 Mart’ın Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilmesini sağlayan bir kadın komünistti. II. Enternasyonal’in 1910 yılında toplanan İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresinde, 8 Mart, Clara Zetkin’in önerisiyle Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilmişti. Emperyalist savaşa ve sosyal şovenizme karşı mücadelesini kararlılıkla sürdürmekten asla vazgeçmeyen Clara Zetkin, 1933 yılında, 76 yaşında hayata gözlerini yumdu.” (İlkay Meriç, Emekçi Kadınlar ve Faşizm, marksist.com)
link: Çiğdem Berrak, Mücadeleye Adanmış Bir Ömür: Clara Zetkin, 15 Kasım 2016, https://marksist.net/node/5389
HDK 7. Olağan Genel Kurulu Yapıldı
Fransa İçin Eylem Programı