Kapitalizmin tarihsel krizinin gittikçe derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Zenginler ile yoksullar arasındaki makasın gittikçe açılması, işten çıkarmaların artması, alım gücünün düşmesi, ekonomik ve sosyal hakların tırpanlanması sonucu, yaşam kitleler için daha da çekilmez hale geliyor. Kapitalistler, krizi aşmanın bir yolu olarak dünyayı yeniden paylaşacakları bir savaşa girmekte herhangi bir beis görmüyorlar. Suriye’den Filistin’e, Libya’dan Irak’a, Yemen’den Somali’ye, Kenya’dan Nijerya’ya, Afganistan’dan Pakistan’a, dünyanın dört bir yanı emperyalist savaş alevleriyle cehenneme çevriliyor. Milyonlarca insan açlık ve yoksulluk içinde hayatta kalmaya çalışırken, savaşın aktörlerinin silahlanma harcamaları devasa boyutlara ulaşmış durumda. Nüfuz alanları üzerinde büyük bir çıkar çatışmasına girişen emperyalistler, elbette bu silahları depolarda stoklamak için değil yoksul halk kitlelerinin üzerlerinde kullanmak üzere ürettiler. Kriz ve emperyalist savaş koşullarıyla şekillenen böylesi bir dönemde, ne yazık ki işçi sınıfı örgütlülükten yoksun durumda. Kitleler düzenin bu gidişatından ne kadar huzursuz ve tedirgin olsalar da, yaşanan sorunların esas sorumlusunu görememekte, neler olduğunu anlayamamaktalar.
Kaosun ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bu çalkantılı dönemde, kitlelerin psikolojisi burjuva ideolojisi tarafından adeta dumura uğratılmış durumda. Örneğin, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimini kendilerinin engellediğine inandırılan kitleler, “demokrasi” adına tek adam yönetimine dayalı baskıcı ve otoriter başkanlık sisteminin kitle tabanı olarak kullanılmaktadır. OHAL ilanının sevinçle karşılanması, Cerablus’a düzenlenen “Fırat Kalkanı” harekâtının desteklenmesi ve çıkarılan KHK’ler eliyle devletin yeniden yapılandırılması karşısında kitleler, hükümet politikalarının payandası haline getiriliyor, emperyalist savaşların destekçisi konumuna düşüyor. Elbette ki bu durumun yaratılmasında, burjuvazinin çıkarlarını kitlelere propaganda eden burjuva ideologları büyük bir rol oynamaktadır.
Örgütsüzlük koşullarında, topluma egemen olan fikirler, egemen sınıfın fikirleridir. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olan burjuvazi, devletin baskı ve ideolojik aygıtlarını kullanarak kendi fikirlerini hâkim kılıyor. Tüm toplum ve sınıflar üzerinde hegemonyasını sürdürerek, kendi sınıfsal çıkarlarını kitlelerin çıkarlarıymış gibi sunuyor. Ancak ne yaparsa yapsınlar, kitlelerin kriz ve savaş kıskacındaki bu düzeninin geleceğinden umudunu kesmesine engel olamayacaklar. Bugün sayıları az da olsa, burjuva ideolojisine teslim olmayan, kendi bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda hareket eden örgütlü ve bilinçli işçiler mevcuttur. Bu karanlık günlerin gideceğine tüm devrimci duygularıyla derinden inanan örgütlü işçiler, işçi sınıfına duyduğu güven ve inançla çalışmaya, tarih sahnesine çıkacağı güne hazırlanmaya devam etmektedir. Tarih bilinciyle donanmış devrimci işçiler, sınıf mücadelesinin tek düze bir çizgide seyretmediğini çok iyi bilirler. Sınıf mücadelesi tarihi, yenilgilerin ardından yengilerin, gericiliğin ardından ilerlemenin, karanlığın ardından aydınlığın tüm ihtişamıyla ortaya çıktığı savaşımların tarihidir.
Kapitalizm uzun yıllardır krizler ve savaşlar eşliğinde yol alıyor. İçine düştüğü cendereden çıkmak için emperyalist savaşlara, otoriterleşmeye, baskıcı rejimlere başvuruyor. Ancak kapitalizmin bu gidişatı her zaman burjuvazinin arzu ettiği biçimde neticelenmedi, neticelenmeyecek. “Uluslararası terör”, “demokrasi götürme”, “vatan savunusu” gibi yalanlarla başlattıkları emperyalist savaşlarda kitleleri etkisi altına almaya çalışan burjuvazi bunu her zaman başaramadı. Örneğin, 2008’de Güney Afrika Taşıma İşçileri Sendikası’na üye liman işçileri, Zimbabwe’ye silah taşıyan Çin bayraklı bir gemiyi bloke ederek, bu silahların Zimbabwe’de muhtemel bir soykırımda kullanılmasını engellediler. 2009’da Yunanlı işçiler, ABD’nin Yunanistan limanları üzerinden İsrail’e göndereceği 325 konteynır silahın sevkiyatını limanı basarak engellediler. Yıllardır savaş cehennemiyle karşı karşıya kalan Filistin halkıyla dayanışmalarını anlamlı bir eylemle gösterdiler. İşçi sınıfının çok daha örgütlü olduğu durumlarda, siyasi iktidarı ele geçirdiğini ve mücadele tarihimizde unutulmayacak izler bıraktıklarını görüyoruz. Bundan 145 yıl önce, 18 Mart 1871’de Parisli işçiler, Fransa-Almanya (Prusya) savaşında , işgalci Alman ordusuna ve kendi burjuva hükümetlerine karşı Paris Komünüyle işçi sınıfının iktidarını somutladılar. 10 milyona yakın insanın katledildiği I. Dünya Savaşı yıllarında, burjuvazinin yüreğine korku salan, işçi sınıfı için büyük bir umut olan tarihteki ilk muzaffer işçi devrimi yaşandı. Lenin’in “Emperyalist savaşı iç savaşa çevir!” sloganı, Rus işçi sınıfı için büyük bir umut olmuş, işçi sınıfı silahlarını diğer uluslardan sınıf kardeşlerine doğrultmaya son verip, kendi burjuvalarına doğrultmuştu. Bolşeviklerin önderliğinde emperyalist savaşa “dur” diyen işçi kitleler, 1917 Ekim Devrimiyle, Rusya’da işçi iktidarını kurarak tüm dünya emekçilerine umut oldular.
Bugün de gerek Türkiye’de gerekse dünyada kapitalist kriz ve emperyalist savaş tüm insanlığı bir yok oluşa sürüklüyor. Ne yazık ki, örgütsüz kitleler yaşananların kendilerini nasıl bir felâkete sürükleyebileceğinin farkına varamıyor, yaşananları anlamlandıramıyor, tehlikenin büyüklüğünü fark edemiyor ve gerekli direnci gösteremiyor. Burjuva ideolojisinin bombardımanı altında gündelik yaşamlarını tüketmeye devam ediyorlar. Ancak sahiplendiğimiz mücadele geleneği gösteriyor ki, yaşadığımız koşulların tüm zorluklarına rağmen, pes etmek, moral bozmak, işçi sınıfından umudu kesmek sınıf devrimcilerine yakışmaz. İşçi sınıfı devrimcileri, tarihsel iyimserliğini yitirmeksizin tüm olumsuzluklara rağmen mücadele etmeye, akıntıya karşı yüzmeye devam edecektir. Mücadele yürüttüğü topraklarda bilinç ve örgütlenme tohumlarını yeşertmekten vazgeçmeyecektir. Kapitalistler, emperyalist talan savaşlarıyla dünyayı cehenneme çevirebilirler. İdeolojik bombardımanlarıyla kitleleri kendi tabanları haline getirebilir, milyonlarca insanı katledebilirler. Ancak yüreğimizden geleceğe yönelik umudumuzu, beynimizden devrimci fikirleri asla söküp atamazlar. Savaşların, sömürünün, yıkımların, yoksulluğun, sınırların ve sınıfların olmadığı daha yaşanılası bir dünyayı yaratmak ellerimizdedir. İnsanlığı yıkıma sürükleyen kapitalizmi alaşağı etmek için, işçi sınıfının devrimci mücadelesine duyduğumuz inançla ileri!
link: Gebze’den MT okuru bir kadın işçi, Kapitalist Kriz ve Emperyalist Savaş Kıskacında Kitle Psikolojisi, 29 Eylül 2016, https://marksist.net/node/5311
Kaybedenler Kaybedecek!
OHAL Gölgesinde Cerattepe Davası