Akdeniz’den birbiri ardına ölüm haberleri geliyor. Afrika’dan Akdeniz yoluyla Avrupa’ya geçmeye çalışırken hayatını kaybeden mültecilerin sayısı sıçramalı bir şekilde artıyor. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği, 2014’ün başından bu yana bu göç hattında 10 binden fazla mültecinin yaşamını yitirdiğini açıkladı. 2015’te 1838 mülteci Akdeniz’in derin sularında boğularak hayatını kaybetmişti. Ne var ki 2016’nın ilk beş ayında bu sayı aşılmakla kalmayıp 2800’e fırladı.
Nisan ayından bu yana, sıkça, her birinde yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği toplu katliamlar yaşanıyor. Akdeniz’deki göçmen katliamının böylesine sıçramalı bir şekilde artmasında Türkiye üzerinden işleyen göç trafiğinin önünün kesilmesi başat rol oynuyor. Türkiye’nin AB ile kirli pazarlıklar sonucu imzaladığı Geri Kabul Anlaşması, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, Uluslararası Göç Örgütü gibi kuruluşlar tarafından uluslararası hukuka ve mülteci haklarına aykırı bulunduğu halde 4 Nisanda uygulanmaya başlanmıştı. Bu anlaşma gereği Türkiye’nin sınır önlemlerini arttırması, göçün Ege’den Akdeniz’e kaymasına yol açtı. Afrika’dan (daha ziyade Libya üzerinden) İtalya, Malta ve Yunanistan’a geçmeye çalışan mülteciler, derme çatma teknelerle Ege’ye nazaran çok daha uzun bir mesafeyi kat etmeye çalışıyorlar ve yüzlercesi bu umut yolculuğunu tamamlayamadan hayatını kaybediyor.
Libya sahillerinde Avrupa’ya geçmeyi bekleyen insan sayısının 1 milyona yakın olduğu ve bunun her geçen gün azalmak yerine arttığı hesaba katıldığında, karşı karşıya kaldığımız insanlık dramının daha da vahim boyutlara ulaşması kaçınılmaz görünüyor. Peki emperyalist-kapitalist efendiler, bizzat kendilerinin sorumlu olduğu bu vahim tablo karşısında ne yapıyorlar? Göçmen akışını kesmek için Akdeniz’deki savaş gemilerinin sayısını arttırmaya, polisiye önlemleri daha da yoğunlaştırmaya, kaçak taşımacılıkta kullanılan tekneleri imha etmeye, insan kaçakçılarıyla mücadele etmeye odaklı bir strateji güdüyorlar. Oysa sorun olduğu yerde durdukça, yüz binlerce insan her türlü riski göze alarak Avrupa’ya gitmeye çalışmaktan vazgeçmeyecektir. Çünkü bu onlar için ölüm-kalım meselesi halini almıştır.
İnsanların hayatta kalmanın yolunu ülkelerinden kaçmakta aramalarına yol açan koşulları yaratansa bizzat emperyalist-kapitalist güçlerdir. Başta Orta Doğu ve Afrika olmak üzere dünyanın dört bir yanını ateş çemberine alan emperyalist güçler, milyonlarca insanı yerinden yurdundan etmektedirler. Tam da bu nedenle dünya, II. Dünya Savaşından bu yana yaşanan en büyük göç dalgasıyla karşı karşıya. Pakistan, Afganistan, Bangladeş gibi Asya ülkelerinden, Irak ve Suriye başta olmak üzere Orta Doğu ülkelerinden ve pek çok Afrika ülkesinden on milyonlarca insan Batı’ya göç ediyor. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği geçtiğimiz yıl, savaş, çatışma ve zulümden kaynaklı olarak yaşadıkları yerleri terk eden insanların sayısının ilk kez 60 milyona yaklaştığını açıklamıştı. On yıl önce 37,5 milyon olan bu sayının 2012’den itibaren sıçramalı bir şekilde artarak 60 milyona çıkmasında Suriye savaşının bir dönüm noktası teşkil ettiği görülüyor. Kayıtlı Suriyeli mültecilerin sayısı 4,5 milyona yaklaşırken BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres, bunun “bir nesilde tek bir çatışma nedeniyle yerinden edilmiş en büyük mülteci nüfusu” olduğunu söylüyor. Üstelik kayıt dışı göçmenler de eklendiğinde bu sayının 6 milyonu geçtiğini yine BM raporları gösteriyor.
Kapitalist efendiler, topladıkları “insani zirve”lerde timsah gözyaşları dökerek, sözde çözüm önerilerinden söz ederek yaşanan insanlıkdışı tablodaki sorumluluklarını gizlemeye ve suçu dışsallaştırmaya çalışıyorlar. Avrupalı emperyalistlerin asıl dertleri, yollara dökülmek zorunda bıraktıkları insanların kendi sınırlarından içeri girmesini engellemektir. Yani hem soruna yol açıyorlar hem de sonuçlarıyla yüzleşmek istemiyorlar. İstiyorlar ki yakıp yıktıkları ülkelerde sefalete sürükledikleri insanlar onların başını ağrıtmadan ölüp gitsinler ya da kendilerinden uzak ülkelerdeki kamplara tıkılıp zararsız halde tutulsunlar!
Türkiye’nin egemenleri ise, sorumluluklarını gizlemeye çalışırken “biz 3 milyon Suriyeliye kucak açtık” diye övünme ve Avrupa’yla mülteciler üzerinden kirli pazarlıklar yürütme ikiyüzlülüğünü sergiliyorlar. AB’yle pazarlıkta elini güçlendirmek için mültecileri Avrupa’nın üstüne salanlar, o dönemde Ege’de yüzlerce insanın ölümüne seyirci kalarak bu kanlı politikayı sürdürmüşlerdir. Ta ki 3 milyar euroyu alma sözünü koparana kadar! Bundan sonra sınırları kapayarak geçişleri sonlandırmışlardır. Sonuç ise bu kez Akdeniz’de yüzlerce insanın derin sulara gömülmesi olmuştur.
Ege’nin ve Akdeniz’in kan gölüne dönmesi, emperyalist-kapitalist egemenlerin izlediği insanlıkdışı politikaların bir sonucudur. Milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden kanlı savaşları başlatıp devam ettirenler de, bununla yetinmeyip, ölüm tarlalarından kaçanları açık denizlerin soğuk sularında katledenler de onlardır. Dolayısıyla mülteci emekçilerin de onların sınıf kardeşi olan dünya işçi sınıfının da eli onların boğazında olmalıdır.
link: Marksist Tutum, Akdeniz Yine Kan Denizi, 10 Haziran 2016, https://marksist.net/node/5129
Unutmadık!
Gericiliğe Sırtını, Mücadeleye Yüzünü Dönmek