Ortadoğu’daki paylaşım savaşına daha fazla dâhil olmak için her yolu deneyen Erdoğan ve AKP iktidarı ülkede istikrarlı bir şekilde savaşı körüklüyor. Geçtiğimiz günlerde Rus savaş uçağının düşürülmesi de bu sürecin bir parçasıydı. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklama 16 saniyelik bir hava ihlalinin olduğu, bu yüzden savaş uçağının düşürüldüğü yönündeydi. Tabii ki Erdoğan ve Davutoğlu her kriz ortamında olduğu gibi ilk önce olayı kendi medyalarında gündem yapıp insanlarda istedikleri doğrultuda bir algı yarattılar. Televizyonların karşısında sözde haklı sebeplerini sıralamaya başladılar.
AKP’ye ait medya kuruluşları da her zaman olduğu gibi hemen işe koyuldular. Hükümetin hiçbir suçu olmadığını, Türkiye’nin uçağı düşürmekle doğru bir tutum aldığını belirttiler. Türkiye’nin sıradan bir ülke olmadığını, bölgenin güçlü devleti olduğunu, Rusya’nın da bu mesajı alması gerektiğini yazıp çizdiler. Yapılan ticari anlaşmalar üzerinden, edilecek zararlar hesaplandı. TSK’nın silah envanterleri masaya yatırıldı, asker sayıları karşılaştırıldı. Tabii ki savaşın bedelini ödeyecek işçilerin, yoksul insanların zararlarından söz edilmedi.
Hükümet kanadından açıklamalar gelmeye başladığında angajman kurallarına göre hareket edildiği dile getirilirken, Rusya’nın Suriye’de IŞİD’le mücadele ediyorum diyerek Türkmen bölgelerini hedef aldığı söylendi. AKP iktidarı her zaman olduğu gibi yine gerçekleri çarpıtıp hedef saptırıyordu.
İktidarın bir anda bölgedeki Türkmenleri düşünmeye başlaması ne kadar samimiydi? Düne kadar “İŞİD’e terör örgütü diyemeyiz, onlar bir araya gelmiş heyecanlı gençler” diyordu Davutoğlu. Bu “heyecanlı gençlerin” omuzlarında silahları, ellerini kollarını sallayarak sınırdan geçtiklerini savaş çığırtkanlığı yapan havuz medyasından değil paylaşım sitelerinden izlemiştik. O zaman yüzlerce Türkmen katledilmiş, kadınlar tecavüze uğramış, köle olarak satılmıştı. Hatta Türkmen aşiret liderleri o dönemde Türkiye’den herhangi bir yardım almadıklarını, bölgedeki Kürt kuvvetlerin kendilerine yardım ettiğini söylemişlerdi. Demek ki o zamanın koşullarında Türkmenler önemli değildi, ne hikmetse şimdi önem arz ettiler. Tabii ki biz işçiler o bölgede Türkmen, Kürt, Sünni, Şii veya başka bir halkın zarar görmesini kabul edemeyiz. Ancak emperyalist savaştan pay kapmak niyetindeki iktidarın derdinin Türkmenler olmadığını biliyoruz.
Rusya, Türkiye, İran, ABD ve AB ülkeleri pastadan daha fazla pay almak için Ortadoğu’yu kan gölüne çeviriyorlar. Orada ölecek işçiler, emekçiler, yoksul halklar, kadın, çoluk çocuk umurlarında değil. Onlar için önemli olan, kendi ülkelerinde yaşayan insanları bu savaşa razı etmek ve koşulları oluşturmak. Hatırlayalım, ABD, ikiz kulelere yapılan saldırı ile Amerikan halkını kandırmış, “orada yaşayan halklara özgürlük ve demokrasi götüreceğiz” diyerek Irak ve Afganistan’ı işgal etmişti. Sonuçta yüz binlerce insan çoluk çocuk demeden katledildi. O dönemde Afganistan işgali için NATO’ya bağlı olarak bölgeye gönderilen Danimarkalı bir askerin söylediği halen akıllarda: “Biz oraya teröristlerle mücadele için gönderildik! Ama asıl terörü NATO’nun yaptığını o zaman öğrendim.”
Şu anda da aynı kurgu devam ediyor. Örnek olarak, IŞİD’in gerçekleştirdiği Paris katliamı olmasa, Fransız hükümeti neyi bahane ederek işçileri, emekçileri savaşa razı edecek? Peki, IŞİD’in büyümesini kimler sağladı? Putin G20 toplantısında “biz IŞİD’e kimlerin yardım ettiğini, petrolünü kimlerin yardımı ile taşıdığını uydudan görüyoruz, bunu herkesle paylaşabiliriz” demiş ve hiçbir ülke de oralı olmamıştı. Çünkü Putin’in bildiğinin belki de daha fazlasını onlar da biliyordu. O yüzden ülkede ve dünyada gelişen bu olayları birbirinden farklı konularmış gibi değerlendiremeyiz.
Haziran seçimlerine birkaç gün kala HDP’nin Diyarbakır mitingine yapılan bombalı saldırı, Kobani’ye insani yardım götüren sosyalist öğrencilerin Suruç’ta yaptıkları basın açıklaması sırasında katledilmeleri, seçimden istediği sonucu alamayıp hayal kırıklığına uğrayan iktidarın Kürt illerinde uyguladığı terör, sokağa çıkma yasakları... Bunun akabinde insanların günlerce aç susuz bırakılması, iktidarın yarattığı kutuplaşma ile metropollerde milliyetçi, şovenist duygular içerisinde insanların Kürtlerin işyerlerini, HDP bürolarını yakıp yıkması, devletin bütün bu olaylara kayıtsız kalması bu sürecin bir parçası. AKP’nin hem içeride hem dışarıda uyguladığı savaş politikasına karşı sendikaların, sol örgütlerin Ankara’da yapacakları barış mitinginde gerçekleştirilen bombalı saldırı, iktidarın cihatçı örgütlere silah yardımı yaptığını belgeleyen Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, AİHM’de defalarca Türkiye’nin Kürt illerinde uyguladığı terörden dolayı ceza almasını sağlayan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesi… Hepsi Türkiye’nin yürüttüğü savaşın bir parçasıdır.
Savaş egemenlerin savaşı, ama cepheye bizler sürülüyoruz! Terör saldırısı adı altında bizler canımızdan oluyoruz. Savaşa en çok biz karşı çıkmalıyız. Neden peki? Çünkü savaşın bedelini biz işçi, emekçi yoksul halka ödetecekler. Bu savaşta egemen sınıfın çocuklarının cenazeleri tabutlarla evlerine gelmeyecek, onlara kimse “vatan sağ olsun” demeyecek. Çocukları babasız, eşleri kocasız kalmayacak. Savaşla onlar fakirleşmeyecek, savaş vergileri altında ezilmeyecek. Kısacası onların hayatı bu savaş koşullarından hiçbir şekilde etkilenmeyecek. Her şekilde kendi çıkarlarının hesaplarını yaparken savaşın bedelini biz işçilere ödetecekler.
Peki, biz işçiler ne yapacağız? Patronlar için, iktidar için, silah tüccarları, kapitalistler için cephelerde yok olup gidecek miyiz? Bunun cevabını dünya işçi sınıfı 1917’de verdi. Birinci Dünya Savaşı büyük katliamlarla devam ederken Rusya’da işçi sınıfı “artık yeter, egemenler için ölmek istemiyoruz” diyerek Lenin önderliğinde işçi devrimini gerçekleştirmişti. Avrupa işçi sınıfı da bu rüzgâra kapılmış, devrimci durumların oluşması egemenleri korkutmuş ve savaş sonra ermişti.
Bugün Ortadoğu’yu cehenneme çeviren emperyalist paylaşım savaşında da biz işçi ve emekçilere büyük görev düşüyor. Egemenlerin, patronların, silah tüccarlarının oyununu bozmak için örgütlenelim. 1917’de Rus işçi sınıfının bizlere bıraktığı mirasa sahip çıkıp yaşanacak bir dünya kurmak için mücadele edelim. Emperyalistlerin çıkarları için yürütülen savaşları ancak örgütlü işçi sınıfı durdurabilir. Örgütlenmekten korkmayalım. Tüm insanlığın geleceği için örgütlü mücadele edelim.
link: Esenyurt’tan bir MT okuru, Egemenler Neden Savaş İster?, 24 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4753
Hapishaneler Dolup Taşıyor!
Yakıp Yıkıp TOKİ’yi “Göreve” Çağırmak!