1980 öncesi Türkiye’sinde, yükselen işçi sınıfı hareketi burjuvazinin korkulu rüyasıydı. Örgütlü işçi sınıfı, verdiği çetin mücadeleler sonucunda sadece sendikal haklar değil, siyasal haklar da elde ediyordu. O dönemlerde dayanışma ruhu, kardeşlik, dostluk gibi kavramlar gerçek anlamda yerli yerine oturuyordu. İşçilerin önemli bir kısmı sınıf kimliğini kuşanmıştı. Bu ruhun tüm topluma sirayet etmesi kaçınılmazdı. Sanatçılar, yazarlar o dönemin ruhundan her şekilde etkilenip devrimcilerin mücadelesini ve dayanışmasını konu ediyorlardı filmlerinde, yazılarında ve şarkılarında.
Ancak bu kadarı burjuvaziye fazla gelmişti. Çünkü iktidarı tehdit altına girmişti. Ecevit dönemiyle kitlelerin gazını almaya çalışan burjuvazi, bu denemeyle de başarıya ulaşamayınca çareyi devrimci hareketi ezmekte buldu. 70’lerin sonlarında büyük bir saldırı dalgası başladı. Faşist terör tırmandırıldı. Devrimcilere yönelik baskılar, çatışmalar, katliamlar, ölümler birbirini izledi. Ortamın yeteri kadar hazır olduğu düşünüldüğünde de 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle devrimci hareketin üzerinden bir silindir gibi geçildi.
“«Sağ-sol çatışmasını bitirmek», «akan kardeş kanına son vermek» gerekçelerine dayandırılan darbe sonrasında, dokunulmazlık zırhına kavuşan ordu ve polis eliyle korkunç bir devlet terörü estirildi. Sömürü düzenine baş kaldıran işçilerin, sosyalistlerin hayatı bu faşist darbeyle kâbusa dönüştürüldü. 650 bin kişinin gözaltına alındığı faşist rejim altında, on binlerce insan, salt devletin yasak ettiği şeyleri düşünmeleri nedeniyle yıllarca cezaevinde kaldı. Yüz binlerce kişi en insanlık dışı işkencelerden geçirildi, yüzlercesi bu işkencelerde katledildi. İdam cezası verilen 517 kişiden 50’si «ibret olsun» denerek asıldı. Bunlar arasında, Erdal Eren gibi henüz 18 yaşını doldurmamış gencecik fidanlar da vardı.” (İlkay Meriç, 12 Eylül’ün 29. Yılında, MT, no:54)
Aslında 17 yaşında olduğu halde, cuntanın emriyle yaşı büyütülerek idam sehpasına götürülen Erdal Eren için, faşist cuntanın başı Kenan Evren “asmayalım da besleyelim mi?” demişti.
Burjuva devletin Erdal Eren’i asma gerekçesi ise tamamen uydurmaydı. Erdal Eren, Zekeriya Önge adlı bir askeri öldürdüğü iddiasıyla tutuklanmıştı. Gözaltına alınmasından kısa bir süre sonra da, 19 Mart 1980 günü hakkında idam kararı verildi. Erdal Eren’in avukatı İsmail Sami Çakmak, geçen sene Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda idam kararıyla ilgili olarak şunları söyledi: “Yargıtay Üçüncü Dairesi, kararı son derece yasal ve hukuka uygun gerekçelerle bozdu. Bunlar otopsinin usul ve yasaya aykırı yapıldığı, ölenin vücudundan çıkan kurşunun Erdal’ın tabancasından çıkıp çıkmadığının açıklığa kavuşturulmadığı, olay yerinde keşif yapılmadığı, tanıkların dinlenilmediği, Erdal’ın 18’inden küçük olup olmadığının araştırılmadığı, takdir hakkının kötüye kullanıldığı gibi gerekçelerdi. Gerçek de buydu. Ama başsavcılık hemen harekete geçti, bozma kararına itiraz etti. Dosya gitti geldi, sonunda Askeri Yargıtay Daireler Kurulu idam kararını onayladı.”
Erdal Eren gencecik bir devrimci fidandı. Burjuva devlet onun devrimci ruhundan, direncinden korktuğu için, diğer devrimcilere ibret olsun diye idam etti ve kendi düzenine başkaldıran herkese gözdağı vermek istedi. Erdal Eren, 13 Aralık 1980’de Ulucanlar Cezaevi’nde idam edildiğinde henüz 17 yaşındaydı. Onun idamı, vicdan sahibi, duyarlı yüreklerde kalıcı bir iz bıraktı.
Bugün 40 yaşından küçük olanlar, o dönemi hatırlamazlar. En iyi ihtimalle büyüklerinden, o dönemi yaşayanlardan dinleyerek ya da o dönemi anlatan yazıları okuyarak bir şeyler öğrenebilmişlerdir. O da çok sınırlıdır, çünkü herkesin unutmak istediği acılarla dolu bir dönemdir 12 Eylül faşizmi. Ama unutmak acılara merhem olmayacaktır. Aksine bugünün gençleri çok iyi bilmeli ve öğrenmelidir o dönemi. Öğrenmelidir ki bir daha yaşanmasın…
İşte bu yüzden unutmamalıyız Erdal Eren’i ve daha nice devrimciyi. Bu yüzden iyi hatırlamalıyız 13 Aralık tarihini. Çünkü 13 Aralık Erdal Eren’in ölüm yıldönümü. 12 Eylül faşizminin verdiği idam kararları yüzünden Erdal Eren’i ve daha nice devrimciyi güneşe gömdük.
Erdal Eren, gencecik yaşta olmasına rağmen kararlı ve dik duruşuyla, o dönemin devrimcilerinin iyi bir örneğidir. Hapisteyken ve idam edilmeden önce ailesine yazdığı mektupta ölüm korkusundan eser yoktur. Davasına ne kadar önem verdiğini ve inançlı olduğunu anlatmıştır mektubunda:
"Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz…"
İşte bugünün gençleri, Eren’in bu devrimci duruşunu örnek almalıdırlar kendilerine. Çünkü tam da onun dediği gibi, nice devrimci bu yolda canını vermiştir, ama mücadelemiz devam etmektedir. Burjuvazinin baskıları da, katliamları da bizi yolumuzdan döndürememiş, davamızdan vazgeçirememiştir.
Türkiye’de 80 dönemecindeki yıllar, nice devrimcilerin yiğit insanların mücadelesiyle dolu. Burjuva sınıfın katilleri nice devrimcileri darağaçlarında sallandırdı. Nice güzel yürekli insanlar işkencelerde öldürüldü. Egemenlerin ellerinin kanları hâlâ kurumadı. Bu düzen sürdükçe kurumayacak da. Fakat işçi sınıfı er ya da geç örgütlenip, yapılan tüm zulümlerin hesabını soracaktır. Bundan hiç kuşkumuz yok.
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, Henüz 17 Yaşındaydı, 14 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4748
İHD ve Barış Bloku’ndan Meclis Önünde Basın Açıklaması
Hapishaneler Dolup Taşıyor!