Kamuoyunda Cizre JİTEM ya da Temizöz davası olarak bilinen ve dönemin Cizre Jandarma İlçe Komutanı Cemal Temizöz’ün de aralarında bulunduğu 8 sanıklı dava, 5 Kasımda bütün sanıkların beraatıyla sonuçlandı. Bu dava, 2009 yılında, 1993-1995 yılları arasında Cizre’de 21 kişinin katledilmesi ve kaybedilmesiyle ilgili olarak sanıklar hakkında “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekküle katılarak mensubu olmak, insan öldürmeye azmettirmek ve insan öldürmek” suçlarından açılmıştı. Bir “faili meçhul” cinayetler davasının daha bu şekilde sonuçlanması, demokrasi maskesinin arkasındaki “derin devlet” gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
90’lı yıllar Kürt halkına yönelik baskı ve sindirme politikalarının devlet marifetiyle en acımasız şekilde yürütüldüğü yıllardı. Kürt köylülerin, aydınların, işadamlarının yargısız infaz edildiği ya da kaybedildiği bu yıllarda binlerce insan hayatını kaybetti. O yıllarda kaybedilenlerin aileleri başvurdukları hiçbir resmi kurumdan cevap alamıyor, bir şekilde yakınlarının gömüldüğü yeri öğrenseler bile cenazelerini alamıyorlardı. Herkesin bildiği ama hiç kimsenin kabul etmediği kontrgerilla örgütü JİTEM tarafından işlenen cinayetlerle ilgili göstermelik soruşturmaların sonunda tek bir dava dahi açılmadı. Ta ki AKP ile statükocu güçler arasındaki iktidar kapışmasında AKP daha sert hamleler yapma gereği duyuncaya kadar!
Hatırlayacak olursak, AKP iktidara geldiği ilk yıllarda kendini devletin asıl sahibi olarak gören statükocu güçlerle ciddi bir iktidar kapışmasına girmek durumunda kalmış, bu kapışmada galip gelebilmek için mazlum edebiyatının yanı sıra demokrasi havariliğine de soyunmuştu. Demokratikleşme adımlarının başında Kürt sorunu geliyordu. 2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Erdoğan “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyerek bu sorunu daha çok demokrasi, daha çok adalet, daha çok refahla çözeceklerini iddia etmişti. 2007 yılına gelindiğinde ise görünürde demokratikleşmenin bir parçası olarak “derin devlet”e karşı ama asıl olarak iktidar kapışmasının yeni bir merhalesi olarak statükocu güçlere karşı Ergenekon operasyonları başladı. Operasyonların ardından 2008 yılında açılan Ergenekon davalarında ifşa edilen suikastler ve hükümete yönelik darbe planlarının yanı sıra yargısız infazlar ve kaybetmeler kimi dava dosyalarına kaçınılmaz olarak girmişti.
Elbette AKP hükümeti işin “en derin” kısmına dokunmamaya özen gösteriyor, sadece kendi iktidarına yönelik hamleleri bertaraf etmeye dönük bilgileri ifşa ediyordu. Ancak karşısında sadece boş temennilerle susturamayacağı, yıllarca cinayetlerin, baskıların, kayıplarının acısını yaşamış ve hesap sorulmasını isteyen Kürt halkı vardı. Nitekim kayıp yakınlarının ısrarlı çabaları sonucu 2008-2009 yıllarında asit kuyuları, toplu mezarlar ilk defa kamuoyunun gündemine girmişti. Böylece 90’lı yıllarda işlenen cinayetlerin küçük de olsa bir kısmına yönelik davalar açılmış oluyordu. Elbette bu davalar binlerce faili malûm cinayet söz konusuyken devede kulak kalıyordu ama bir ilk olması açısından önemliydi.
2008 yılında JİTEM Ana davası, 2009 yılında Temizöz ve Musa Anter davaları, 2011 yılında Nezir Tekçi davası, 2012 yılında Musa Çitil davası, 2013 yılında Yavuz Ertürk (Kulp) ve Mete Sayar (Görümlü) davaları, 2014 yılında Ankara JİTEM ve Naim Kurt davaları, 2015 yılında ise Kızıltepe JİTEM ve Dargeçit JİTEM davaları açıldı. Bu davaların ortak özelliği, söz konusu cinayetlerin ya da kaybetmelerin 90’lı yıllarda gerçekleşmiş olmasıydı. Bu arada Ergenekon operasyonlarıyla statükocu güçleri iyice zayıf düşüren AKP amacına ulaşmış, devletin bütün iplerini eline almıştı. Bu durumda artık demokrasicilik oyunu oynamaya gerek olmadığına göre bu davalar tozlu raflara kaldırılabilirdi. Nitekim davaların neredeyse tamamı güvenlik gerekçesiyle başka illere nakledildi ve sürüncemede bırakıldı. Örneğin 9 Kasımda beşinci duruşması gerçekleşen Musa Anter davasında tanıkların dinlenmesi talebi bile henüz kabul edilmiş değil.
Sonuçlanan davaların hiçbirinde bir ceza çıkmadı, hatta sanıklar ödüllendirildi. Buna verilebilecek çarpıcı bir örnek 1992-1994 yılları arasında Mardin’in Derik ilçesinde 13 kişinin katledilmesi ve kaybedilmesiyle ilgili olarak dönemin Derik Jandarma Komutanı Tuğgeneral Musa Çitil hakkında 2012 yılında açılan davadır. Geçtiğimiz Mayıs ayında sonuçlanan davada beraat eden Musa Çitil aradan bir ay bile geçmeden tümgeneralliğe terfi ettirildi.
Yukarıda saydığımız davalardan biri olan Temizöz davası ise gerek gizli tanık beyanları gerekse de ulaşılan deliller açısından en geniş kapsamlı dava olma özelliği taşıyordu. Gizli tanıkların ayrı ayrı alınan ifadeleri birbirini destekler nitelikteydi. Dava dosyasında yer alan mağdurlardan biri olan, 1994 yılında kaybedilen Ramazan Elçi’nin yakınlarının ısrarlı çabası sonucu kimsesizler mezarlığında bulunan bir mezar açılarak DNA testi yapılmış ve kemiklerin Ramazan Elçi’ye ait olduğu tespit edilmişti. Kimlik tespitinin ardından yapılan incelemede Adli Tıp Kurumu, Elçi’nin ateşli silahla başına aldığı yara sonucu öldüğünü belirtiyordu. Oysa o zamana kadar resmi kayıtlara göre Elçi kalp krizinden hayatını kaybetmişti. Ayrıca Ergenekon dava dosyasının eklerinde de Temizöz ve diğer sanıklarla ilgili pek çok delil bulunmaktaydı.
Ancak gerek müdahil avukatların gerekse de mağdur yakınlarının bütün ısrarlı çabalarına rağmen bu davanın akıbeti de diğerlerinden farklı olmadı. Gizli tanıklar kimlikleri deşifre edildiği için ifadelerini geri çektiler. Diğer tanıklar tanıklık yapmamaları için tehdit edildiler. Mahkeme heyeti yeterli somut delil bulunmadığı gerekçesiyle sanıkları tek tek tahliye etmeye başladı. Nihayetinde 5 Kasımda görülen karar duruşmasında bütün sanıklar beraat ettirildi. Dava sanıklarından JİTEM adına tetikçilikle suçlanan Adem Yakın, karar duruşmasında “Ben görevimi yaptım... Jitem’in ne olduğunu bilmem. Ben bir tek “Jötem”i bilirim. O da Fransızcada seni seviyorum demektir” diyecek kadar arsızlaşmıştı. Elbette Yakın’ın bu pişkinliği salt karakterinin bozukluğundan kaynaklanmıyor. Belli ki Yakın, devletin “korumacı ve şefkatli elinin” sırtını sıvazlamasından duyduğu güvenle bu cümleleri sarf etmiştir. Yani Adem Yakın şahsında devlet, yakınlarının kemiklerinin bulunması ve faillerinin cezalandırılması ümidini taşıyan binlerce kayıp yakınının acılarıyla, umutlarıyla dalga geçmiştir. Her zamanki gibi tetikçilerini cezasızlıkla ödüllendirmiştir. Elbette bu mesele sadece AKP’nin ikiyüzlülüğüyle açıklanamaz. Hangi partinin iktidarda olduğundan bağımsız, burjuva devlet bütün mekanizmalarıyla var olduğu sürece ne faili meçhullerin hesabını sormak ne de yeni cinayetlerin önüne geçmek mümkündür. Asıl hesap günü burjuva devletin tarihin çöplüğüne atıldığı gün olacaktır.
link: Demet Yalçın, “Faili Meçhul” Davaları Yeniden Tozlu Raflarda, 22 Kasım 2015, https://marksist.net/node/4585
Silvan Heyeti: “Ölümün Ardında Kalanları Gördük”
İşçi Sınıfının Baş Belâsı Milliyetçilik