Kapitalist sistem iki asrı aşan bir süredir, iniş çıkışlarla, haritaların yeniden ve yeniden çizilmesiyle, dünyanın yerel savaşlar ve iki büyük dünya savaşıyla paylaşılmasıyla günümüze kadar varlığını sürdürdü. Sınırların ve egemenlik alanlarının yeniden belirlenmesi yüz milyonlarca emekçinin canına mal oldu ve olmaya da devam ediyor. Kapitalist sistem dünyanın en ücra köşelerine kadar girdi. Silah sanayii korkunç derecede ilerledi. Kapitalist sistemin ekonomik krizleri her seferinde daha büyük dalgalar halinde geliyor ve yeniden paylaşım savaşları hiç bitmiyor. Her ne kadar teknoloji sürekli gelişiyor olsa da, dünya işçi sınıfı açısından bakacak olursak değişen pek bir şey yoktur. Açlık, yoksulluk, işsizlik, alım gücünün düşmesi, göçmenlik sorunu, sosyal hakların sürekli gasp edilmesi ve savaşlarda yüz binlerce insanın yaşamını yitirmeye devam etmesi gibi sorunlar büyüyerek devam ediyor. Kısacası kapitalizm işçi ve emekçiler için hiç de iyi bir dünya yaratmadı ve bir gelecek de vaat etmiyor.
Normalde işçi sınıfının kapitalizmi çoktan yıkmış olması beklenirdi, ama olmadı, olamadı. Kuşkusuz bunun çeşitli tarihsel, nesnel ve öznel sebepleri var. Bu sebeplerin en önemlilerinden birisi de, gerek kitleleri sistemin devamına razı etmek gerekse de işçi sınıfının birliğinin sağlanmasını engellemek açısından maalesef etkili bir zehir olan milliyetçiliğin işçilerin bilincinde yarattığı çarpılmadır.
Örgütsüz yığınların gelmiş geçmiş en büyük baş belâsı milliyetçilik, Türkiye’de de inceden inceye işçi sınıfına zerk ediliyor. TC’nin kuruluşundan bu tarafa Ermeni, Rum, Alevi, Kürt vs. düşmanlığı işlenerek, işçi sınıfı bir taraftan kendi sorunlarından uzaklaştırılıyor, diğer taraftan ise işçi sınıfının ezilen halklarla dayanışması, kaynaşması ve ortak bir mücadele yürütmesinin önüne geçilmiş oluyor. TC egemenleri, bir taraftan biz işçilerin ürettiği değerleri yağmalayıp saraylar saltanatlar kurarken, diğer taraftan da örgütsüz işçileri milliyetçilikle zehirleyerek bizimle aynı acıyı yaşayan kardeş halklar üzerine salıyor. Suriye ya da Kürt halkıyla dayanışmak yerine onları düşman olarak görmek buna bir örnek olarak verilebilir. İşçi sınıfı, kendi kanı ve canı üzerinden kârlarına kâr katan egemenlerin çıkarları için onların oyuncağı haline gelmemelidir. Bizleri adam yerine bile koymayan, her fırsatta haklarımızı gasp eden, en basit iş güvenliği önlemlerini maliyet olarak gören, işçileri ücretli köle haline getiren bu kapitalist sömürü sistemine karşı, biz işçi ve emekçilerin milliyetçilik zehrinden uzaklaşmamızın temel aracı, kendi sınıfsal çıkarlarımız etrafında örgütlenmemizdir.
AKP’nin son dönemde yükselttiği milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı, yüz yıllardır iç içe yaşadığımız kardeş halklar açısından büyük bir trajediye yol açmaktadır. Bunun dönüp Türk işçileri ve emekçileri vurması kaçınılmazdır. Biliyoruz ki başkasını ezen uluslar asla özgür olamazlar. Milliyetçi kışkırtmalarla Kürt halkına karşı yükseltilen bu savaş, acı, gözyaşı, yıkım demektir.
Savaş; işsizlik, hayat pahalılığı, sosyal hakların kaybedilmesi demektir. Savaş, silah tekellerinin kârlarının artması, hep arka plana itilen emekçilerin cephelere sürülmesi demektir. Şiddetlenerek yürümekte olan yeniden paylaşım savaşına karşı, işçi sınıfının milliyetçi zehirden kurtularak halkların kardeşliğini örgütlemesi, ezilen Kürt ve Suriye halkıyla dayanışmayı örgütlemesi bir sorumluluktur. Bu bağlamda Ekim Devrimi her duyarlı, mücadeleci işçi için bir yol göstericidir. İşçi sınıfının vatanı tüm dünyadır diyor işçi sınıfının önderleri. Emperyalist haydutlar sürüsünün dünyayı kan gölüne çevirmesi ve egemenlik alanlarını genişletmesi işçi sınıfına sadece yıkım getirir. Ancak uluslararası düzeydeki örgütlü mücadelesi dünya işçi sınıfı açısından bir kurtuluş olabilir.
link: Esenyurt’tan bir metal işçisi, İşçi Sınıfının Baş Belâsı Milliyetçilik, 24 Kasım 2015, https://marksist.net/node/4587
“Faili Meçhul” Davaları Yeniden Tozlu Raflarda
İstanbul Üniversitesinde Rutinleşen Polis Terörü