Nisan ortasında kabarmaya başlayıp, Mayıs ayında zirve yaptıktan sonra ayın sonlarında bekleyiş aşamasına geçen metal direnişi dalgası ilk evreyi geride bırakmış bulunuyor. Ne var ki, bu süreçte birçok yeni fabrikada da işçiler harekete geçiyorlar. Nitekim son haftalarda Gebze’de ZF Sachs, Opsan ve Arçelik LG işçileri ateşi yeniden harlamışlar ve bu, hareketin ilk raundu sona erse de henüz hiçbir şeyin bitmediğini göstermiştir. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor ki, 30 binden fazla işçiyi kapsayan bu büyük mücadele sonucunda, başta Bursa ve Kocaeli’deki otomotiv ana ve yan sanayii olmak üzere birçok fabrikada Türk Metal çetesi defedilmiştir ve bu çok önemli bir başarıdır. Bu süreç sayesinde işçiler güçlerinin farkına varmış, kardeşleşerek, birleşerek ve patronlara ve TM çetesine karşı ortak hareket ederek tatmadıkları duyguları tatmışlardır. Bu mücadeleden çıkarılacak pek çok önemli ders ve vurgulanması gereken nokta var kuşkusuz. Bunların her biri önümüzdeki dönemde uzun uzun ele alınacak hususlardır. Biz burada birkaçına değinmek istiyoruz.
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, bu büyük kabarış, kelimenin tam anlamıyla kendiliğinden karakter taşımaktadır. Bu aslında, hareketin hem başlangıçtaki gücünün ama hem de ardından gelen günlerdeki zayıf noktalarının kaynağında yatan temel faktör olmuştur.
TM esareti altında geçen yıllar metal işçileri için büyük bir yıkım olmuştur. Hem ekonomik, hem de siyasal anlamda. İşçilere burjuva siyasetlerin, gerici ırkçı söylemlerin zerkedilmesiyle geçen on yıllar içerisinde, sermaye ve TM çetesi değneksiz köyde sefa sürmüştür. Patronlar, burjuva medya, polis ve TM çetesi ilk günden bu yana, “aranızda kışkırtıcılar, teröristler var” demekten bıkmıyorlar ve bu söylem TM çetesinin geçmişteki faaliyetleri sayesinde belli bir yankı bulabiliyor. Öyle ki işçilerin hatırı sayılır bir bölümü, en azından başlangıçta, DİSK ve Birleşik Metal’e “bölücü terörist” gözüyle bakmakta, “aidatlarımız teröristlere mi gitsin” diyerek uzak durmaktaydılar.
Bir diğer husus, TM’ye duyulan haklı öfkenin büyüklüğünün, gerçek düşmanın kim olduğu gerçeğini uzun süre örtebilmiş olmasıdır ve bu da önemli bir zaafa yol açmıştır.
Kuşkusuz ki bu tür tüm olgularda, işçilerin deneyimsizliği kilit rol oynamaktadır. Hareketin gerek lokomotifi gerekse de kitlesinin ağırlıklı kesimi genç işçilerdir. Bu işçilerin önemli bir bölümü mesleki eğitim almış, vasıflı işçilerden oluşmaktadır.
Bu arada Mayıs sonunda işçilere kimi yerde yazılı kimi yerde sözlü olarak verilen sözlerle rahatlayan patronlar, bu süreyi karşı saldırıya geçmek için değerlendirmişlerdir. Ardı ardına büyük fabrikalardan başlayarak (ki Koç Holdinge bağlı işyerleri bu konuda başı çekti) işten atma saldırıları gelmiştir. Bu bekleme süresince patronlar yekvücut olurken, dalganın yükselişe geçtiği dönemde Bursa’daki eylemlerde birlik ve koordinasyonu belli ölçülerde sağlamış olan çeşitli fabrikalardan işçiler, bu süreçte birbirinden kopup içe kapanmaya, enerji ve moral kaybına uğramaya başlamışlardır.
İşçilerin önemli bir bölümünün gözünde pek itibarı olmayan hükümet yanlısı ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Çelik-İş’in TOFAŞ’ta devreye girmesiyse hareketi biraz daha zayıflatmıştır. İşten atma saldırısına karşı Çelik-İş’in bürokratik, uzlaşmacı, işbirlikçi zihniyeti bir kez daha tescil olmuş, bu sendika, sanki sözkonusu işçiler daha bir ay önce iki hafta boyunca işyerlerini “işgal” eden işçiler değillermiş gibi, onlara sükûnet tavsiye edip, dava süreçlerinde yardımcı olunacağı açıklamasında bulunmaktan öte bir adım atmamıştır.
Gözünü Renault’ya, TOFAŞ’a, Ford’a dikmiş diğer fabrikalardan binlerce işçi, oralarda yaşanan olumsuzluklardan, moral bakımından belki oradakilerden daha büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Eğer büyük fabrikalardaki metal işçileri sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler olsaydı kuşkusuz hareketin gidişatı çok farklı olurdu. Kıvılcımın büyük otomotiv fabrikalarında çakmış olması hareketin hızla yayılmasının temel nedenlerinden biriydi. Zira bu ana fabrikalarla organik bağı bulunan, kaderleri bağlanmış yan sanayi fabrikalarının hareketin dışında kalması düşünülemezdi bile. Dahası bu organikliğin bir yanını da sözkonusu fabrikalarda çeşitli işçi ekiplerinin “destek çalışması” adı altında birarada çalışmalarının getirdiği tanışıklıklar ve kaynaşmalar oluşturuyor.
Hareket beklendiği üzere sadece otomotiv ve yan sanayiyle yani metal sektörüyle de sınırlı kalmadı, petro-kimyadan cam sektörüne ve hatta otomotivle ilişkili tekstil sektörüne kadar uzantıları oldu. Yıllar boyunca hüküm süren sessizliğin ardından işçilerin haklarını almak için fiilen, tümüyle meşru bir temelde ve yasal engelleri hiçe sayan bir cüretle eyleme girişmesi, üretimden gelen gücüne güvenip harekete geçmesi, diğer sektörlerdeki işçilere de kesinlikle örnek oluşturmuş, onlara ilham vererek kendine güven aşılamıştır. Bugün bu “metal fırtınası”nın dışında patlak veren direnişlerin hiçbiri bu atmosferden bağımsız düşünülemez.
Sonuç olarak, yıllardır biriken öfke nihayet patladı ve henüz barutunu tam olarak tüketmiş de değil. İşçiler için paha biçilmez bir deneyim oluşturan bu süreç sınıf hareketi açısından önümüzdeki döneme damgasını vurmaya namzettir. Ama bu kez daha güçlü bir çıkış yapmak ve daha ileri gidebilmek için, yaşanılan süreçten dersler çıkarılması ve bu derslerin ortaya çıkan öncü işçi kuşağına mal edilebilmesi gerekiyor. Bunun için canla başla çalışmak sınıf devrimcilerinin temel görevlerinden biridir.
link: Oktay Baran, Metal İşçisi Öğrenerek İlerleyecek, 2 Temmuz 2015, https://marksist.net/node/4325
Çocuk İşçilere Oyun da, Şeker de Yok!
Uygur Halkının Gördüğü Baskı ve Faşist Manipülasyonlar