İnsanlık tarihi boyunca daha iyi bir yaşam kurmak için toplulukların yaşadıkları yerlerden başka yerlere göç etmesi günümüze kadar gelen bir olgudur. Ancak tarihin hiçbir döneminde daha iyi bir yaşam kurma umuduyla yaşadıkları yerlerden göç eden insanlar kapitalizm altındaki kadar trajedi yaşamadılar. Kapitalizm, doğduğu günden bugüne, milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti. En başta Afrikalı siyahlar topraklarından koparılarak köle olarak Amerika kıtasına zorla getirildiler. Kapitalizm altında süregelen savaş ve krizlerle milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı ve tarifsiz acılar yaşadı.
Bugün de kapitalist sömürü düzeni tarihsel bir krizin içinde debelenmektedir. Krizini aşmak için kapitalistler her türlü etnik, mezhepsel, dinsel ayrımı körükleyerek bölgesel savaşlarla halkları birbirine kırdırmaktadır. Balkanlar’dan Kafkasya’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya bölgesel savaşlar ve iç çatışmalar yüzünden milyonlarca insan mülteci durumuna düşmüş, yüz binlercesi de daha gideceği yere varmadan yaşamını yitirmiştir.
Göçlerin en büyük nedenlerinden biri de, yoksul emekçilerin, yaşadıkları ülkelerde işsizliğe, açlığa ve sefalete sürüklenmeleridir. Ne var ki, serbest dolaşım hakkından mahrum bırakılan emekçiler, çoğu kez bu yolcululuğu her türlü riski de göze almak durumunda kalarak yasadışı şekillerde yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu yüzden de gün geçmiyor ki, daha iyi bir yaşam umuduyla göç eden emekçilerin göç yollarında ölüm haberleri gelmesin. Son aylarda Akdeniz’de sulara gömülen yüzlerce göçmenin ardından, bugünlerde Endonezya, Tayland ve Malezya açıklarında 7 bin göçmen de teknelerde aç susuz vaziyette bekletilmektedir.
Myanmar’ın Arakan bölgesinden kaçan Müslümanları ve Bangladeşli göçmenleri taşıyan bu tekneler, söz konusu devletler tarafından günlerce kabul edilmedi. Edilmediği gibi göçmenlere yardım etmeye çalışan balıkçılara da “boğulsalar da kurtarmayın” denildi. Bu arada 100’den fazla göçmen açlıktan yaşamını yitirdi. Bu devletlerin sergilediği tavır kapitalist sistemin ne kadar ikiyüzlü, sinsi ve çürümüş olduğunun bir göstergesidir. Endonezya dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusa sahip ülkesi ama iş Arakanlı Müslüman göçmenleri kabule gelince, o çok lafı edilen “din kardeşliği” birden unutuluveriyor. Endonezya bu göçmenleri kabul etmediği gibi kurtarılmasına bile izin vermeyerek insanlık dışı bir tavır sergilemiştir. Malezya’nın durumu da ondan farklı değildir. Bu devletler ancak ölümler artmaya ve uluslararası alandan tepkiler yükselmeye başladığında, göçmenleri “geçici süreliğine” kabul edeceklerini açıklamışlardır.
Uzakdoğu ve Pasifik ülkeleri kapitalistler için tam bir ucuz iş gücü cenneti durumunda. Bu ucuz işgücü cenneti yine göçmen emekçilerin üzerine kurulmaktadır. İster Avrupa’da isterse Uzakdoğu’da olsun burjuvazin taktiği, işine gelen ve ihtiyacı kadar göçmen işçiyi kabul edip geri kalanını ise kaderiyle baş başa bırakmaktır. Bu nedenle her yıl binlerce göçmen boğularak can veriyor.
Endonezya, Malezya ve Tayland binlerce göçmeni ölüme terk ederken, Avrupa devletleri de göçmenlerin girişini sistematik bir şekilde engellemektedirler. Bu nedenle oluşturulan kurumlardan biri de Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi olan Frontex’tir. 2005 yılında kurulan bu kurum, sınırları kaçak göçmenlere kapamak için 2013 yılında Eurosur adı verilen bir güvenlik sistemini devreye soktu. Sistem yüksek teknolojik araçlarla donatılarak dev kamera sistemleriyle, uydu ve insansız hava araçlarıyla sınırların saniye saniye izlenmesine dayanıyor.
Bu sistemin en önemli özelliği Akdeniz’den Avrupa kıyılarına ulaşmaya çalışan tekneleri engellemektir. Bu sistem yüzünden, Avrupa kıyılarına ulaşmak için yola çıkan teknelerin batma riski daha da artmıştır. Bu uygulamalar sonucunda Akdeniz’de boğularak ölen göçmen sayısı sıçramalı olarak yükselmiştir. 2013 yılında 600 göçmen emekçi ölürken, bu sayı 2014 yılında 3500’e kadar çıkmıştır. 2015 yılında da göçmen katliamı artarak devam etmektedir. Şubat ayı içinde açlık, yoksulluk ve iç çatışmalardan kurtulmak için çoğunluğu Senegal, Mali, Gambia, Fildişi Sahilleri gibi yoksul ülkelerden göç eden 300 göçmen, İtalya kıyılarına ulaşamadan yaşamını yitirdi. 13 Nisanda Libya açıklarında 400 yoksul emekçi yaşamını yitirirken, 19 Nisanda ise 700 göçmeni taşıyan bir tekne battı. Batan tekneden sadece 28 kişi kurtarıldı, geriye kalanlar ise iyi bir yaşam umuduyla çıktıkları yolculukta hayatlarını yitirdiler. Havaların ısınmasıyla kaçak göçmen trafiğe de artmış durumdadır. Pasifikte 7 bin göçmen teknelerde bekletilirken, Akdeniz’de ise 10 binin üzerinde göçmen, İtalyan sahil güvenliği tarafından yakalanmıştır.
Savaş, kriz, işsizlik ve göçmen işçilik
Her yıl insanlar köylerden metropol kentlere, az gelişmiş ülkelerden daha gelişmiş olanlara, daha iyi bir yaşam umuduyla göç ediyor. Sermaye bu insanların bir kısmını ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak üzere kullanıyor ve aynı zamanda yedek işgücü ordusuna dahil ederek işçi sınıfına en ağır şartları dayatmış oluyor. Suriye’de devam eden ve AKP hükümetinin de destekleyip kışkırttığı iç savaştan kaçan yaklaşık 2 milyon göçmen Türkiye’de son derece kötü şartlarda yaşamaktadır. Bunların iş bulabilenlerinin neredeyse tamamı, asgari ücretin bile altında ücretlerde, yani kölelik koşullarında çalıştırılmaktadır. Yaşanamayacak kadar kötü koşullardaki evler Suriyeli göçmenlere fahiş fiyatlara kiralanmaktadır. Bir bölümü de barakalarda, sokak aralarında, boş inşaatlarda çok zor şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu da yetmezmiş gibi Türkiyeli işçiler de Suriyeli emekçilere karşı kışkırtılmaktadır. Bugüne kadar Suriyeli emekçilere yönelik onlarca saldırı gerçekleştirildi. Bütün bunların sorumlusu hiç kuskusuz AKP hükümeti ve onun emperyalist politikalarıdır.
Emperyalist-kapitalist sistemin izlediği politikalar sonucu dünya üzerindeki göçmen sayısı 300 milyonu geçmiştir. 300 milyonluk göçmen nüfusun 12,5 milyonu yarı-köle, 2,5 milyonu insan ticareti mağduru, 30 milyonu “kaçak” ve 50 milyonu da mülteci konumunda bulunuyor. Uluslararası Göçmen Teşkilatı IOM’nin yayınladığı raporda bu sayının 2050 yılında 400 milyonu geçeceği belirtiliyor. Ne var ki verilen bu rakam kapitalizmin gerçekleri karşısında düşük kalıyor. Bir taraftan emperyalist savaş süreci kızışıyor, diğer taraftan krizle birlikte işsizlik ve sefalet artıyor. Bu da gösteriyor ki, daha fazla insan göç etmek zorunda kalacaktır. Hatırlatmak gerekir ki 1985 yılında dünyada 105 milyon göçmen bulunurken bu sayı 30 yılda üç katına çıkmıştır.
Artan kapitalist rekabet, kriz, işsizlik ve savaş milyonlarca göçmeni köle haline getirmiştir. Göçmenlerin önemli bir bölümü de gittikleri ülkelerde pasaportlarına el konularak köleleştirilmektedir. Örneğin Katar nüfusunun yüzde doksanı göçmenlerden oluşuyor ve bu göçmenlerin büyük bir bölümü pasaportlarına el konularak köle olarak çalıştırılıyor. Göçmen işçilerin büyük bir bölümü, Katar’da düzenlenecek olan 2022 Dünya Kupası için inşa edilen stadyum inşaatlarında çalıştırılıyor. Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) yaptığı açıklamada, kupanın başlayacağı 2022 yılına kadar bu kölelik koşullarında çalıştırılmaları halinde, 4 bin işçinin hayatını kaybedebileceğini dile getiriyor.
Bugüne kadar bu yüzlerce işçi yaşamını yitirdi ama Katar hükümeti bunun önüne geçmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Önümüzdeki yıllarda 4 bin işçinin iş cinayetlerine kurban gitme riskiyle yüzyüze bulunması da Katar hükümetinin umurunda değildir. Tıpkı Pasifik açıklarında teknelerde aç susuz bekleyen 7 bin göçmenin Endonezya, Malezya ve Tayland’ın umurunda olmadığı gibi. Dünyanın neresine gidersek gidelim kapitalist devletlerin tavırları aynıdır. İnsan haklarından dem vurmayı pek seven Avrupa devletlerinin iş göçmenlere gelince insanlığı unuttukları da ortadadır.
İşçi sınıfını yüz yüze olduğu tehlike: göçmen karşıtlığı ve ırkçılık
Kürsel kriz ve yürüyen emperyalist savaş emekçi kitlelerin sömürü düzenine olan öfkesini arttırmış durumdadır. Çelişkiler derinleştikçe toplumsal patlamalar da birbirini takip ediyor, edecek de. Nitekim 2011 yılında Tunus’ta başlayan halk isyanı kısa bir sürede Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerini sarmıştı. Dünyanın dört bir yanında yükselen mücadeleler gösteriyor ki gelecek yıllar toplumsal patlamalara gebedir. Bu gerçeği bilen burjuvazi işçi-emekçi kitlelerin hıncını yönlendireceği yeni düşmanlar yaratmaktadır. Kapitalistler bütün dünyada milliyetçiliği tırmandırarak yabancı düşmanlığını da körüklemektedirler. Bunun en büyük örneği Avrupa ülkeleridir. Toplumsal hoşnutsuzluktan faydalanarak güç kazanan faşist partilerin söylemlerinde birinci sırada göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı yer almaktadır. Yine ABD’de siyahların katledilmesi sistematik bir ırkçı politikanın ürünüdür.
Artan işsizlik, uzayan iş saatleri, iş kazaları, örgütsüzleştirme, esnek çalıştırma, taşeronlaştırma gibi saldırılarla karşılaşan işçi sınıfına, suçlu olarak göçmen emekçiler gösteriliyor. Bugün Türkiye’de de özellikle Suriyeli göçmen işçilere yönelik aynı suçlama ve saldırı söz konusudur. Yabancı düşmanlığından, milliyetçilikten arınmamış bir işçi sınıfı çelişkileri göremez, göremediği sürece de kendine yapılan saldırılara karşı koyamaz, sınıf kardeşi olan göçmen emekçilerin köleleştirilmesine de seyirci kalır. Bu yüzden işçi sınıfı bu gözbağını yırtıp atmak, ırksal, dinsel, mezhepsel ayrım gözetmeksizin birliğini sağlamak ve enternasyonal bir mücadele yürütmek zorundadır. İşte o zaman o sularda boğulanlar göçmen işçiler değil sermayenin kendisi olacaktır.
link: Hakan Sönmez, Kapitalizm Bataklığında Göçmenler, 10 Haziran 2015, https://marksist.net/node/4270
Diyanetin Prestiji
Kapitalizmin Bizlere Sundukları