Hakan Fidan MİT müsteşarlığından önce istifa etti, sonra da geri döndü. MİT gibi önemi burjuvazi açısından son yıllarda daha da artmış bir kurumun tepesinde yaşanan bu gelişme haliyle ortalığı karıştırdı. Fidan’ın neden istifa ettiği ve geri döndüğü üzerine türlü spekülasyonlar yapıldı. Davutoğlu Fidan’ın istifasını ve adaylığını desteklerken Erdoğan karşı çıktı. Böylece Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki “ince çatlak” biraz daha kalınlaşmış ve AKP saflarındaki gerilim biraz daha yükselmiş oldu.
Fidan geri dönerek AKP-Erdoğan cenahı açısından tartışmayı şimdilik sonlandırsa da bu gelişme, üstelik seçime gidilen süreçte, burjuva muhalefetin eline önemli bir koz verdi. MHP ve CHP başta olmak üzere tüm burjuva muhalefet, bir yandan Erdoğan-Davutoğlu arasındaki gerilimi körüklemeye, diğer yandan da MİT gibi önemli ve “milli” bir kurumun büyük yara aldığının propagandasını yapmaya giriştiler. Burjuva medya hararetli biçimde MİT’in “milli” ve tarafsız olup olmadığını tartışmaya başladı. Burjuva muhalefet, AKP ve Erdoğan’ın MİT gibi “milli öneme” sahip bir kuruma zarar verdiği söylemi üzerinden seçim sürecinde AKP’yi sıkıştırmaya çalıştı. Erdoğan ve AKP hükümetinin devlet kurumlarını yıprattığını, tarafsızlığını ortadan kaldırdığını söyleyerek kamuoyu nezdinde Erdoğan’ın ve AKP’nin itibarını zayıflatmaya uğraştı.
Fakat kimse şu soruları sormadı; MİT ya da bir başka devlet kurumu siyaset dışı veya tarafsız olabilir mi, MİT neden bu kadar önemsenmekte ve neden istihbarat kuruluşlarına bu kadar ihtiyaç duyulmaktadır, MİT ile ilgili sorun onun sözümona milli olması ya da olmaması mıdır?
Gelişmelerin ve yürüyen tartışmanın özeti
“Yorgun olduğunu” ve dolayısıyla bu ağır ve zor göreve “devam edemeyeceğini” söyleyen Fidan, 7 Şubatta görevinden istifa etti. Davutoğlu da birkaç gün içinde Fidan’ın istifasını yürürlüğe koydu ve yerine geçici olarak bir başkasını atadı. Ardından Fidan tüm “yorgunluğuna” rağmen AKP’den milletvekili olmak için adaylık başvurusu yaptı.
MHP ve CHP hemen atılarak Hakan Fidan döneminde MİT’in parti teşkilatı gibi çalıştığını ve bu yüzden de bu “güzide” kurumun güvenirliğini yitirdiğini açıkladılar. MHP’li Oktay Vural’a göre ilk kez bir MİT mensubu siyasete bulaşıyordu. Burjuva muhalefet koro halinde salvo atışına başladı. Hiç kimse başbakanın “sır küpü” olduğu için MİT müsteşarı olarak atanamazdı, atanırsa MİT “milli” bir kurum olmaktan çıkardı!
Bu arada Erdoğan da Kolombiya yollarında Fidan’ın istifasına olumlu bakmadığını açıkladı. “Onu o göreve ben getirdim. Müsaade edilmiyorsa orada kalması ve ayrılmaması gerekirdi. Dolayısıyla tabii ki hâlâ kırgınım” dedi. Erdoğan’a göre Fidan’ın ayrılması MİT’i zayıflatırdı ve istihbarat teşkilatı zayıfsa o devletin ayakta kalması da mümkün değildi.
3 Martta Suudi Arabistan ziyareti esnasında Erdoğan’la görüşen Fidan, basınca dayanamamış olacak ki, 9 Martta istifasını geri çekti ve Davutoğlu da apar topar onu müsteşarlığa geri atamak zorunda kaldı. Fidan yaptığı yazılı açıklamada “gördüğü lüzum üzerine” milletvekilliği aday adaylığını geri çektiğini, ülkesine ve milletine hizmet yolunda her türlü vazifeyi yerine getireceğini söylüyordu.
Burjuva muhalefet MİT’in siyasallaştığını, tarafsızlığını ve dolayısıyla da saygınlığını, güvenirliğini yitirdiğini dillendirmeyi sürdürdü. Ayrıca Fidan’ın MİT’in başına geri dönüşünün hukuka uygun olup olmadığı da epeyce tartışıldı. Atamanın usulsüz yapıldığı gerekçesiyle Danıştay’a yürütmeyi durdurma için başvuruda bulunuldu.
AKP karşıtı köşe yazarları bu işin devlet ciddiyetine uymadığını, devlet kurumlarının içinin boşaltıldığını, artık iyice “kişi yönetimine” ve “Türk usulü polis rejimi”ne geçildiğini, ilk kez “devletin en yüksek güvenlik bürokratı”nın görev sırasında bir siyasi partiden milletvekili olmaya kalkıştığını, bunun kabul edilemez olduğunu yazıp çizdiler. Hatta kimileri devletin tepesinde bir çadır tiyatrosu oynandığını, bunun “büyük” Türkiye’ye yakışmadığını esefle dile getirdiler.
MİT neden bu kadar önemli?
Burjuvazinin meseleye bu şekilde yaklaşması ve bu argümanlarla tartışması normaldir elbet. Çünkü MİT onlar için son derece önemli ve gerekli bir kurumdur. Nedeni ise çok açıktır. MİT, yani Milli İstihbarat Teşkilatı, tıpkı ordu ve polis gibi modern burjuva devletin olmazsa olmaz aygıtlarından, temel kurumlarından biridir. Burjuva devlet burjuva düzenin sürmesi için gereklidir ve bu zor aygıtları olmadan burjuva devletin işini yapması mümkün değildir.
Üstelik istihbarat örgütleri, tüm kapitalist ülkelerde burjuvazinin en pis ve gizli işlerini yapan kurumların başında gelirler. Burjuva devletler, istihbarat örgütleri aracılığıyla her türlü gizli kapaklı işi çevirirler, komplolar düzenlerler, her türlü suçu işlerler. Üstelik bu faaliyetleri sadece ülke içinde değil ülke dışında da yürütürler. Hukuk dışılığın en meşru görüldüğü kurumlardır istihbarat örgütleri. İstihbarat örgütlerinin ajanları sözde vatanın ve milletin çıkarları, gerçekte ise devletin hizmet ettiği burjuva sınıfın çıkarları için her türlü cinayeti işler, katliamları örgütler, gerektiğinde darbeler tezgâhlarlar. O kadar ki, vatandaşları takip etmek, fişlemek, dinlemek vb. istihbarat örgütlerinin portföyündeki en “masum” işlerdendir.
Türkiye’de istihbarat örgütlerinin kökeni Abdülhamit’in kurduğu Yıldız İstihbarat Teşkilatı’na kadar götürülebilecek olsa da, MİT’in temeli İttihatçıların kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa ile atılmıştır. MİT ve öncülleri o günden bugüne her türden toplumsal muhalefet hareketinin, devrimcilerin, sosyalistlerin, örgütlü işçilerin en büyük düşmanı, başlarının belâsı olmuştur.
Örneğin Abdülhamit, direkt kendisine bağlı olacak şekilde kurduğu istihbarat teşkilatının hafiyeleri sayesinde istibdat düzenini 30 yıl sürdürebilmiş; bu baskı ve yasaklara karşı çıkanları, Ermenileri, nice aydını ezmiş, zindanlarda çürütmüş, yok etmiş; özgürlük hareketlerini acımasızca bastırmıştır. Abdülhamit’i deviren İttihatçıların kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa da benzer bir işlev görmüş, bu aygıt eliyle İttihatçı paşalar kendilerine tehdit olarak gördükleri kişileri ortadan kaldırmış, ülke içinde ve dışında nice komplolara, katliamlara imza atmışlardır. Ermeni soykırımını örgütleyen de bizzat Teşkilat-ı Mahsusa’dır.
MİT’in sicili de fazlasıyla kabarık ve kanlıdır. 1965’e kadar MAH adıyla çalışan MİT’in icraatları arasında 6-7 Eylül olaylarının tezgâhlanmasını, her türden anti-komünist faaliyeti, 60’lardan itibaren ülkücü-faşist çetelerin yetiştirilmesini, 1977 1 Mayıs’ındaki kanlı saldırıyı, Maraş ve Çorum katliamlarını, yurtdışında Ermenilere karşı yürütülen sistemli cinayetleri; Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Uğur Mumcu, Hrant Dink cinayetleri ve benzerlerini; Sivas ve Gazi katliamlarını, Kürt özgürlük hareketine karşı yürütülen kontr-gerilla faaliyetlerini, sayısız “fail-i malûm” cinayeti, Hizbullah gibi çetelerin organizasyonunu saymak mümkündür.
Hakan Fidan’ın başa gelmesiyle birlikte ise MİT, emperyalistleşen Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre reorganize edilmiştir. Sadece yurt içinde değil yurt dışında da operasyonlar yürütecek, oralarda da burjuvazinin ihtiyaç duyduğu karanlık ve kirli işleri çevirebilecek şekilde yeniden dizayn edilmiştir. Yeri gelmiş MİT Mısır’a, Azerbaycan’a, Çeçenistan’a el atmış; yeri gelmiş Suriye’deki iç savaşı körüklemek için özel operasyonlara girişmiş, IŞİD’e silah dolu tırlar yollamış, IŞİD ve benzeri örgütlerin içine adamlar yerleştirerek onları manipüle etmeye girişmiş, Suriye’den Türkiye’ye füze attırma planları hazırlamıştır.
Reyhanlı saldırısının bizzat MİT eliyle planlandığı yönünde ciddi iddialar vardır. Benzer iddialar Paris’te üç Kürt kadın siyasetçinin öldürülmesi, ASELSAN mühendislerinin birbiri ardına öldürülmeleri gibi olaylarda da söz konusudur. Birkaç yıl önce Fethullahçı kadrolar tarafından yürütülen KCK operasyonları esnasında, MİT’in Kürt hareketi içine sızarak gerçekleştirdiği bir dizi kontr-gerilla faaliyeti de açığa çıkmıştır. Meselâ sırtında bomba yüklü olarak Diyarbakır emniyetine girmeye çalışan kişinin MİT’le bağlantılı olduğu ortaya çıkmıştır. İstanbul’da belediye otobüslerine molotof kokteyli atarak gencecik insanların ölmesine sebep olanlar da MİT elemanı çıkmıştır. MİT’in PKK’li gibi davranan gruplar organize ederek insan devşirdiği, sonra da onlara eylemler yaptırarak PKK yapmış görüntüsü verdiği tespit edilmiştir. Devrimci Karargah operasyonunda öldürülen Orhan Yılmazkaya’nın PKK ile bağlantısını kuranın MİT olduğu tespit edilmiştir. MİT ajanları KCK içinde birçok provokatif eyleme imza atmışlardır.
İşte MİT, burjuvazi egemenliğini sürdürmek için böylesi istihbarat örgütlerine her zaman ihtiyaç duyduğundan dolayı bu kadar önemlidir. Burjuvazi başta MİT, ordu ve polis gibi kurumlar olmak üzere, tüm devlet aygıtının belli burjuva kesimlerin değil egemen sınıfın ortak çıkarları doğrultusunda hareket etmesini ister. Çünkü bu tür kurumları elinde tutanın devlet üzerinde, devleti elinde tutanın da tüm toplum üzerinde söz sahibi olacağını iyi bilir. Bu yüzden burjuva muhalefet partileri MİT’in ve başındaki kişinin sadece Erdoğan’a ve onun çıkarlarına hizmet etmesini, onun planları doğrultusunda hareket etmesini istememektedirler. Hakan Fidan’ın AKP’den vekil adayı olmasından hareketle MİT’in siyasallaştığını ve tarafsızlığını yitirdiğini söyleyerek bu duruma isyan etmelerinin bir sebebi budur. MİT’in “milli” olmasıyla kastettikleri de bu kurumun belirli bir burjuva kesimin, yani AKP’nin ve Erdoğan’ın değil, tüm burjuvazinin ortak çıkarlarını savunan bir kurum olması gerektiğidir.
MİT’in “milli” olması ne demektir?
Ancak aslında burjuvazi de pekâlâ bilmektedir ki, devletin ve onun kurumlarının, burjuvazinin en genel manada ortak çıkarlarını yansıttığı/yansıtması gerektiği olgusu, bu kurumların siyaset dışı ya da tarafsız olduğu anlamına asla gelmez. Tüm devlet aygıtı ve hele ki MİT gibi kurumlar sonuna kadar siyasi ve taraflıdır. Burjuvazinin “MİT siyasete bulaşmasın, tarafsız olsun” söyleminin anlamı, yukarıda da açıkladığımız gibi “sadece AKP’nin veya Erdoğan’ın hizmetinde olmasın”dır. Yani burjuvazi siyaset dışılığı ve tarafsızlığı kendi iç kapışması bağlamında kullanmaktadır. Yoksa işçi sınıfının, devrimcilerin, sosyalistlerin ya da Kürt özgürlük hareketinin karşısında MİT’in tarafsızlığını savunan ya da öyle olacağını düşünen bir burjuva yoktur.
Buna rağmen burjuvazi bu söylemi kullanarak işçi-emekçi sınıflar nezdinde de MİT ve benzeri kurumların vatan-millet için fedakârca çalışan, son derece önemli ve gerekli, güvenilir kurumlar olduğu izlenimini yaratmaya çalışır. Çünkü MİT gibi kirli, karanlık ve hukuk dışılığı bol, gizli kapaklı işler çeviren istihbarat kurumlarının böylesi örtülere çok ihtiyacı vardır. Ayrıca bu tür kurumların faaliyetlerini uzun süre kamuoyundan gizlemeleri zordur ve eninde sonunda bir kısmı açığa çıkar. Dolayısıyla burjuvazi ancak “vatan ve milletin yüksek menfaatleri” uğruna böylesi kirli işlere göz yumulmak zorunda olunduğu argümanıyla MİT gibi kurumların meşruiyetini sürdürebilir.
Maalesef burjuvazi bu çabasında önemli ölçüde başarılı durumdadır. Her ne kadar MİT’e ve onun yaptığı işlere karşı bir antipatiye sahip olsa da, toplumun çoğunluğu MİT gibi kurumların varlığının gerekliliğine ikna olmuş durumdadır. Çünkü tüm devletler bu tür istihbarat örgütlerine sahiptirler ve karanlık, gayri-meşru faaliyetler yürütmektedirler! Bu algı o kadar yaygındır ki, son günlerde burjuva medyada yürüyen tartışmalarda kimi eski sosyalistler dahi kalkıp MİT’in tarafsız olması gerektiğinden, MİT müsteşarına güvenin sarsıldığından vb. bahsedebilmişlerdir.
Örnek olarak Oya Baydar’ın T24 sitesindeki yazısı verilebilir. Bu yazısının sonlarına doğru Baydar, Hakan Fidan’ın Erdoğan’a biat etmiş olmasından hareketle “iradesini, sırlarını paylaştığı başka birine rehin ve terk etmiş bir MİT müsteşarına nasıl güvenebiliriz” diye sormaktadır. Ardında da Fidan’ın “bu koşullarda bağımsız, tarafsız, yasal hareket edebileceğine” inanamayacağını dile getirmektedir. Sanki son gelişmeler yaşanmadan önce MİT müsteşarına güvenmek söz konusuymuş ve o ana kadar Hakan Fidan tarafsızmış gibi!
Kuşkusuz eski solcuları bir tarafa bırakacak olursak devrimciler ve sosyalistler açısından böyle bir durum düşünülemez dahi. Devrimciler ve sosyalistler MİT’in ne mene bir kurum olduğunu pekiyi bilirler zaten… Ama işçi ve emekçiler açısından meselenin kaçırılmaması gereken özü, MİT’in egemen sınıfın hizmetinde olan ve onun devletini ayakta tutmaya çalışan, sınıfsal bir kurum olduğudur. MİT ne siyaset dışıdır, ne de tarafsızdır. Bu bağlamda da MİT’in “milli” olanıyla “milli olmayanı” arasında işçi-emekçiler açısından hiçbir fark yoktur. Üstelik Hakan Fidan dönemiyle birlikte MİT, sadece Türkiyeli işçi ve emekçilerin değil, tüm Ortadoğu’daki işçi sınıfının ve ezilenlerin can düşmanı, baş belâsı haline gelmiştir. İşçi sınıfına düşen, sınıf düşmanı bu kurumun ne olduğunu iyi bilmek ve burjuvazinin yalanlarına kanmamaktır.
link: Kerem Dağlı, MİT “Milli” Olsa Ne Olur, Olmasa Ne Olur?, 27 Mart 2015, https://marksist.net/node/4085
AKP’de Öncü Sarsıntılar
Erdoğan’ın Sultanlık Arzusu