AKP’nin otoriterleşme politikasının bir parçası olan “İç Güvenlik” paketinin görüşmeleri Mecliste sıcak tartışmalarla devam ediyor. Paketin sonuçlarının ne olacağı daha tasarı yürürlüğe girmeden ortaya çıkan vakalardan belli oldu. Bunlardan en belirgini ve öne çıkanı Antep’te eylem yapan bir grup esnafa polisin sert müdahalesi oldu. Yeni inşa edilen sanayi sitesinden yer alamayan esnaflar Valiliğe yürümek isteyince karşılarında çevik kuvveti buldular. Esnafın polisin engellemeye çalışmasına rağmen eylemi sürdürmek istemesi, polisin gerçek yüzünün geniş kitleler tarafından da görüldüğü çarpıcı bir örneğe yol açtı. “Dağılın” uyarısına rağmen dağılmayan esnaf, polisin “sinirini bozdu”! Polislerden biri gruba biber gazı sıkmakta tereddüt edince, amiri onun ensesinden yakalayarak “Oğlum sıksana, sık lan sık” diye bağırdı. Bu polisin davranışı, bağırırkenki yüz ifadesi ve haleti ruhiyesi, AKP hükümetinin çıkardığı yasalar ve verdiği talimatlarla polisin geldiği noktanın resmidir. Bu tablo “İç Güvenlik” paketinin özetidir aynı zamanda.
Hükümetin öyle göstermek istese de bu olay münferit bir vaka değildir. Polis bağlı bulunduğu hükümetin talimatlarını uygular. AKP’nin otoriterleşmesine paralel olarak polis işçilerin, emekçilerin, farklı toplumsal kesimlerin eylemlerine karşı son derece sert bir biçimde müdahale ediyor. Özellikle son iki yıldır toplumsal muhalefete karşı AKP’nin baskıları çok daha artmış durumda. 1 Mayıs mitinglerinin Taksim’de yapılmaması için İstanbul’un abluka altına alınması ve kelimenin tam manasıyla devlet terörü estirilmesi, Kürtlerin sayısız eylemlerinin sert bir biçimde engellenmesi, 6-8 Ekim olaylarında onlarca insanın katledilmesi, öğrenci eylemlerine acımasızca saldırılması, Yatağan ve Mersin Belediyesi işçilerine saldırılar, önemli ve büyük grevlerin yasaklanması ve daha bir çok örnek gösteriyor ki, AKP en ufak bir hak talebi için dahi eylem yapılmasını istemiyor. Hükümetin politikalarını sorgusuz sualsiz kabul eden, benimsemese bile en azından itiraz etmeyen itaatkâr bir toplum istiyor. Buna uymayanların en sert biçimde cezalandırılması, hem protesto eylemlerinin engellenmesi, hem muhaliflerin susturulması hem de bir bütün olarak emekçi kitlelerin sindirilmesi amacını taşıyor. Hükümete mevcut yasalar bile yetmiyor, bunun için polisi çok daha geniş yetkilerle donatmak istiyor.
Aslında mevcut mevzuat bile burjuva demokrasisinin en gerici örneklerini teşkil ediyor. TMK, TCK gibi anti-demokratik yasalar işçi-emekçilerden Kürtlere, Alevilerden taraftar gruplarına kadar çeşitli toplumsal kesimlerin en sıradan demokratik hakları olan toplantı ve gösteri hakkını “terör” kapsamına alarak ağır bir biçimde cezalandırıyor. Polis de mevzuattan aldığı güçle eylemlere istediği gibi saldırıyor ve gösteri hakkını gasp ediyor. Yetkilerini aşıp eylemcileri yaralayan veya öldüren polisler ise koruma altına alınıyor. Deliller karartılıyor, gerçek dışı iddialar üretiliyor, hatta suç işleyen polisler terfi ettiriliyor. Yapılacak hiçbir şey yoksa göstermelik soruşturmalar ve cezalarla konu kapatılmaya çalışılıyor. Cizre’de ölen çocuklar, Ali İsmailler ve diğerleri bu yüzden öldüler. Katillerin bazıları mahkemeye bile çıkartılamazken, yargılananlar birkaç sene yatıp çıkacaklar. Polislerin yargılandığı davaların kararları, yeni canların da polis devleti uygulamalarının kurbanı olacağının işaretidir. Adeta dokunulmazlığa sahip olan polis, sahibinden aldığı emirle azgınca saldırmakta, zıvanadan çıkıp “sık ulan sık” diye bağırmaktadır.
“Sık ulan sık” diyen polis amiri, talimatı, “Güvenlikle ilgili ne tedbir alınması gerekiyorsa alınacak. İhtiyaçlar giderilecek. Yakılan her TOMA’nın yerine gerekirse 5 TOMA, 10 TOMA alınacak” diyen Başbakandan almaktadır. Birçok eylemde ölü sayısı hükümetin benzeri talimatlar vermesiyle birlikte artmıştır. Bu talimatlar tek bir eylem için değil, her eylem için geçerli olmuştur. 2014 yılına baktığımızda polisin yoğun miktarda biber gazı sıktığını görüyoruz. 365 günün 224’ünde biber gazı kullanılırken, 8 kişi biber gazı yüzünden hayatını kaybetti, 453 kişi de yaralandı. Buna rağmen hükümet ısrarla biber gazının zararlı olmadığını savunuyor. 2015 yılı için de 2 milyon biber gazı kapsülü alınması planlanıyor. Polis sadece biber gazıyla öldürmüyor. 2014 yılında 23 kişi polis tarafından öldürüldü. Bunlar arasında bedensel engelli olduğu halde “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle öldürülen Hakkı Orhan da var. Bunlarla ilgili açılan davalarda polisler yargı tarafından korundu, en düşük cezalar verildi.
Sıkılan biber gazları, kurşunlar, polislerin yargılandıkları davalarda mahkemelerin tutumu aslında polisin neredeyse sınırsız yetkilere sahip olduğunu göstermektedir. Ancak AKP’nin “Yeni Türkiye”sinde polisin fiiliyatta sınırsız salahiyete sahip olması yetmemektedir. Polislerin göstermelik davalarla yargılanması ve birkaç yıllık cezalarla sıyrılmaları bile hükümeti rahatsız ediyor. Hükümet, kâğıt üstündeki sınırlamaların bile kaldırılmasını, polislerin toplumsal olayları bastırmak için her türlü şiddete başvurabilmesini, eylemcileri “etkisiz hale” getirebilmesini ve bu fiillerinin sonucunda polislerin yargılanmasını engellemek istiyor. “İç Güvenlik” tasarısı ile amaçlanan tam da budur. Davutoğlu’nun tasarıya karşı çıkanlara “Bonzai ve molotof kokteylini mi savunuyorsunuz?” mealindeki cevapları demagojiden başka bir şey değildir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte polisin sebep olduğu ölümlerin sayısı artacaktır. Muhtemelen geçtiğimiz yıldan çok daha kötü bir tablo ile karşı karşıya kalacağız.
AKP, daha doğrusu Erdoğan, kolluk güçlerinin faaliyetlerini bile yetersiz buluyor. Hükümetin anti-demokratik politikalarından, çalışma ve yaşam koşullarından memnun olmayanların seslerinin bastırılması için gayri resmi güçlerin de devreye girmesini istiyor. Her yandan kuşatılmış, bastırılmış, kolu kanadı kırılmış bir toplum istiyor. Erdoğan, Esnaf ve Sanatkârlar Şurası’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Esnaf ve sanatkâr demek altını çizerek ifade ediyorum ticaret yapan, alan satan, sırf ekonomik faaliyette bulunan insan demek değildir. Bizim medeniyetimizde bizim millet ve medeniyet ruhumuzda esnaf sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir. Gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir, hakemdir.” Üstelik bu konuşmanın yapıldığı sırada Eskişehir’de esnafın ve polisin elbirliğiyle katlettiği Ali İsmail Korkmaz davasının karar duruşması görülüyordu. Bu hem Ali İsmail’in katillerinin birkaç yıl hapisle cezalandırılacağının işaretiydi hem de yeni katliamların habercisiydi. Nitekim geçtiğimiz günlerde Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynayan Nuh Köklü, kartopunun camına isabet etmesine sinirlenen bir esnaf tarafından öldürüldü. Vaka adi bir vaka gibi görünse de aslında bu cinayetin asıl sebebinin kartopu olmadığı açıktır. Köklü’nün, “İç Güvenlik” yasasını protesto eden bir eylem gerçekleştirdikten sonra esnafın dükkânının bulunduğu sokakta öldürülmesi bir tesadüf olmasa gerek. AKP’nin özellikle son yıllarda uyguladığı politikalar ve toplumu alabildiğine kutuplaştırması, bu ve benzeri cinayetlerin zeminini oluşturmaktadır. Esnaf, Cumhurbaşkanı’ndan aldığı yetkiyle “hâkimlik” yapmış ve “suçlunun cezasını” infaz etmiştir.
Görünen o ki, hükümet seçim öncesinde kendisini rahatsız edecek en küçük olayın bile yaşanmasını istemiyor. Toplumda birikmiş olan huzursuzluğun farkında olan AKP, polis devleti uygulamalarını yaygınlaştırarak kendisini ve sermaye düzenini korumaya çalışıyor. Bu baskı politikaları bugün için AKP’nin ihtiyacını karşılıyor olsa da, bunun uzun süre devam edemeyeceği açıktır.
link: Suphi Koray, AKP Emrediyor, Polis “Sıkıyor”, Yargı Koruyor, 24 Şubat 2015, https://marksist.net/node/3979