Özgecan Aslan ile ilgili çıkan haberleri takip ettiğimde tüylerim ürperiyor. Nasıl bir vahşet, nasıl bir dünyada yaşıyoruz, diye düşünüyorum. Bir kadın olarak dışarı çıkarken tedirgin olmaya başladım. Issız bir sokakta yürürken o gencecik kızın başından geçenler geliyor aklıma, korkuya kapılıyorum. Daha önce köpekten başka bir şeyden korkmazdım ama son yaşanan olay etkiledi beni. İnsan insandan korkar hale geldi. Çocuklarımızı tek başına sokağa bırakamaz olduk. Korkan, evine kapanan bir toplum yaratılmak isteniyor ve sanki sorunlardan böyle uzak durulabilirmiş gibi gösteriliyor. Oysa herkes çoluğuyla çocuğuyla daha güvenli bir ortamda yaşamak istiyor. Toplumda yaratılan korkuların ve insanların birbirlerine güvensizliğinin tepemizdeki egemenlerin işine yaradığını düşününce bu korkuları aşmaya çalışıyorum.
Başbakan Davutoğlu çıkıp eşiyle birlikte, kadın komisyonları kuracaklarından, daha fazla önlemler alınacağından bahsediyor. Tepedekiler çıkıp sorunlarımız hakkında sözümona çözüm bulacaklarmış gibi konuştukça çok öfkeleniyorum, televizyonu kırasım geliyor. Şimdiye kadar neredeydiler? Her gün kadın cinayetleri gerçekleşiyor. Devlet ne yapıyor? İzliyor. Üstelik kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz yargılamalarında suçlular, “iyi hal”, “kadının tahrik etmesi” gibi gerekçelerle düşük cezalar alarak bir süre sonra salıveriliyorlar. Aslında erkek egemen zihniyetiyle devlet, kadının giyimiyle, kuşamıyla, parfüm kokusuyla erkeği tahrik ettiği bahanelerini üretip kadına şiddeti teşvik ediyor, seyrediyor. Bizzat devletin kendi polisi, kaymakamı bile kadına şiddet uyguluyor, taciz, hatta tecavüz ediyor. Küçücük kız çocuklarına tecavüz edilirken bile “kendi rızasıyla” olduğu iddia edilip davaların üzeri kapatılıyor.
Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, kadın bir kat daha baskı altında yaşıyor, eziliyor. Kadına evinde oturması, çocuk doğurması, erkeğine hizmet etmesi, itaat etmesi dayatılıyor. Kadının giyiminden dışarı çıkma saatine kadar her şeye karışılıyor. “Kadın dediğin dizini kırıp evinde oturmalı” zihniyetiyle yaklaşılıyor. Kadına, her türlü baskıya, ayrımcılığa boyun eğmesi dayatılıyor. Tacize, tecavüze uğrasan da, dayak yesen de sesini çıkarmayacaksın, susacaksın. Çünkü kadınsın, sen suçlu duruma, haksız duruma düşersin diye düşünülüp ses çıkarılamıyor. Tabii bu sorunları yaşayanlar biz işçi-emekçi kadınlarız. Çünkü bir patron kadın ile işçi kadın aynı sorunları yaşamıyor.
İşçi-emekçi kadınlar olarak daha fazla eziliyoruz. Bizler sorunlarımızı ancak, toplumu giderek yozlaştıran, kadınları, çocukları, gençleri felâkete sürükleyen içinde yaşadığımız bu kapitalist düzene karşı mücadele vererek çözebiliriz. İşte o zaman çocuklarımıza da güvenli bir gelecek bırakmış ve kadınıyla erkeğiyle insanca yaşanacak bir topluma kavuşmuş oluruz.
link: Pendik’ten bir emekçi kadın, Emekçi Kadınlar, Kadına Şiddete Karşı Mücadeleye!, 19 Şubat 2015, https://marksist.net/node/3977
Ukrayna’da İkinci “Ateşkes”
AKP Emrediyor, Polis “Sıkıyor”, Yargı Koruyor