“Bilim adamları ve meteorologların bu kış ılık geçecek, kar yağışı beklenmiyor söylemlerine rağmen kış en sonunda yoğun kar yağışı ile birlikte geldi” diyor birileri. Oysaki son bir aydır Türkiye’nin doğu bölgelerinde kar yerden neredeyse hiç kalkmadı. Ama Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret gören burjuva medya doğal olarak İstanbul dışındaki yerlerle ilgilenmiyor. İstanbul dışındaki bir bölgenin ilgi odağı olabilmesi için ya yıkıcı bir deprem (ki bu da İstanbul’da deprem beklendiğinden dolayı ilgi çeker), ya bir moda gösterisi, ya da bir “sosyal patlama” olması gerekiyor. Onlar için yaşam, egemen sınıf olan burjuvazinin yaşam merkezlerinden ibaret. Aslında burjuvazinin yaşam merkezleri denilen büyük şehirlerin aynı zamanda işçi sınıfının da yaşam merkezleri olması önemli değil. Çünkü buralara verilen önemin sebebi işçi sınıfı değil. Eğer öyle olsaydı, yani buralarda işçi sınıfına önem veriliyor olsaydı, örneğin soğuk bir kış gününde yollar karla kaplandığında işçi sınıfının çalışma alanları olan fabrikalar da tatil edilirdi. Ama tatil edilen yerler sadece, İstanbul gibi büyük şehirlerdeki, çoğunlukla da burjuvazinin ve küçük-burjuvazinin çocuklarının bulunduğu okullardır (ilk, orta, üniversite). Erzurum, Van, Kars gibi kışın -20 dereceleri yaşayan, 1 metreyi geçen karlarla boğuşan çocuklar ve bunların aileleri adamdan sayılmaz. Bu şimdiye kadar böyle olmuştur ve burjuvazinin egemenliği altında da başka türlü olması beklenemez.
Biz işçilerin hayatının kaygan yollarda riske edilmesi önemli değildir, çünkü bizler zaten gün içinde fabrikada ya da başka bir çalışma mekânında ölüm riski ile burun burunayız. Biz işçilerin çalışmaması demek üretimin yapılamaması, buna bağlı olarak siparişlerin aksaması, demiryollarının, uçakların, telefonların vb. çalışmaması; YANİ DÜNYANIN DURMASI DEMEKTİR. Nasıl ki bir genel grev burjuvazinin korkulu rüyası ise, kar ya da başka bir doğal durumda işçilerin çalışmaması da burjuvazinin korkulu rüyasıdır. BİZLER YAŞAMIN KAYGAN ZEMİNİNDE KAZA GEÇİRME YA DA SOĞUKTAN ÖLME RİSKİNE RAĞMEN BURJUVAZİNİN KÂR ETMEYİ SÜDÜREBİLMESİ İÇİN ÜRETMEYE DEVAM ETMELİYİZ!
10 Şubat tarihli gazetelerin ikinci sayfalarına çok tanıdık bir haber geçti: “Gece evine gelmeyince çevrede arama başlatan yakınları, İsa Midilli’nin (56) donmuş cesedini buldular.” Haberin altında iki satırlık bir yazı ve devamında İstanbul’daki soğuğun Türkiye’nin diğer illerinde de aynı şekilde yaşandığına dair laflar. Ölen vatandaşın nerede ne iş yaptığı, nasıl öldüğü ile ilgili hiçbir bilgi yok. Ölüm o kadar kanıksanmış durumda ki, kimin, nasıl öldüğünden kime ne?
Aslında önemli olan bu haberin sunuluşu. Bir insanın soğuktan ölmesinin bir toplumda bu kadar soğuk bir biçimde verilmesi anlaşılır gibi gelmiyor insana. Ama daha sonra biraz düşününce taşlar rahatlıkla yerine oturuyor: yaşadığımız toplum kapitalist bir toplum. Doğal olarak, gündelik yaşamda karşımıza her an çıkan, sıradan bir insanın, yani aslında bizlerin ölümü, kapitalistler açısından hiç de önemli bir şey değil. Ancak ölen insan Sabancı, Koç, Eczacıbaşı ve benzeri burjuvalar olursa durum değişiyor. Bu sefer haber manşetten, büyük puntolarla ve insanın beynine kazınırcasına veriliyor. BİR BURJUVAMIZ DAHA ÖLDÜ, AĞIT ZAMANIDIR! Yani ölen kişinin bulunduğu mevki ya da cebindeki paranın büyüklüğü doğrultusunda, ölüm haberi manşetlere çıkıyor. İnsanın cebinde bulunan paranın miktarına bağlı olarak haber başlıklarının puntoları da büyüyor.
Burjuvazi her gün zindanlarında, fabrikalarında, artık tamamen kokuşmuş bulunan hastanelerinde, savaş alanlarında bizden yüzlercesini binlercesini öldürdüğünden dolayı ne yazık ki bizler de ölüme alışmış durumdayız. Bir yakınımızın ölümü dışında ölüm bizler için hiçbir anlam içermemeye başlamış durumda. İşte iğrenç kapitalist toplumun insanı yozlaştırması, insanı insani özelliklerinden kopararak makineleştirmesi. Oysa gereken, onurlu olmak, bu ölüm kapitalizmin periyodik sömürü alanları olan fabrikalarda, işbaşında ve sömürülüyorken geldiğinde, sömürene baş eğmemektir, ona haykırmaktır yaşamın değerini. Her gün işkencelerde ölen insanların, hastanelerde parasızlık yüzünden bakılamayıp ölen insanların ardından haykırmaktır nefretimizi onurlu olmak. Patronlara karşı, tek başımızaymışız gibi ezilip büzülmek değil ama sınıfımızın gücünü arkamıza alıp dimdik ayakta kalabilmek, hakkımızı sonuna kadar aramaktır onurlu olmak. Bu sinsi, sürüngen, aşağılık sömürü mekanizmasını ve bu mekanizmanın bütün parçaları ile birlikte sınıfları ortadan kaldırmak için mücadele etmektir onurlu olmak.
İşçi sınıfı olarak bizler, kapitalistlerin gazetelerinde büyük harflerle anılmak istemiyoruz. Onların kirli basınında yer almak, onların kirli televizyonlarının ekranlarına çıkmak bizler için hiç de önemli değil. Kendi ellerimizle, dişlerimizle, söke söke yürüttüğümüz yaşamımız elbette bir gün sona erecek ve bu yaşam sona erdiğinde burjuvazinin cesedimizi onore etmesi bizim için hiçbir anlam taşımayacak. Bize yaşamımızı insanca sürdürme koşullarımızı bahşetmeyecek burjuvazinin başka bir şey bahşetmesini de istemiyoruz. Ne burjuvazinin bahşettiği hakları ne de bu kokuşmuş sistemi istiyoruz.
Yaşadığımız her gün bize burjuvazinin bizler yararına hiçbir şey yapmadığını tekrar tekrar gösteriyor. Burjuvazi sadece kendi cebini, daha fazla nasıl kâr edeceğini düşünerek kendi üretim ve yönetim sistemini yürütüyor. Onlara göre biz işçiler sadece kârın artışını sağlayacak birer varlığız. Bunu değiştirecek olan bizleriz. Bunu değiştirecek olan, insanca yaşamın olduğu bir düzeni kuracak olan, yıkılması zorunlu olan bu sistemi yerle bir edecek olan biz işçi sınıfıyız. Bütün bu pislikler ancak bizlerin örgütlü mücadelesi ile ortadan kaldırılabilir.
Kahrolsun burjuvazinin iktidarı!
Yaşasın işçi sınıfının enternasyonalist mücadelesi!
Yaşasın dünya devrimi!
link: Kartal’dan MT okuru bir işçi, Soğuk kış günleri, burjuvazi ve ölüm üzerine, 12 Şubat 2005, https://marksist.net/node/388
Mafya Kapitalizmin Hamurundadır
Kapitalist Dünyada Çocuk Olmak