Soma’da yaşanan katliam sonrasında AKP hükümeti, maden işçileri ve kamuoyu nezdinde bozulan imajını düzeltmek ve geçirmek istediği torba yasa paketini parlatmak için, maden işçilerinin çalışma koşullarını iyileştiren yeni yasal düzenlemeleri torba yasa paketinin içerisine kattı. 11 Eylülde yürürlüğe giren torba kanunda maden işçilerini, özelde de Soma’da ölen madencilerin ailelerini ilgilendiren değişiklikler şöyle:
İşyerindeki kıdem süresi 6 aydan az olsa dahi maden yeraltı işyerlerinde çalışanlar “işe iade davası” açabilecek. Madenlerde yeraltında çalışma süresi 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren haftada 36 saate indirilecek. Yeraltındaki günlük çalışma süresi 6 saati aşamayacak. İşveren, “zorunlu neden veya olağanüstü haller hariç” fazla çalışma yaptıramayacak. Yeraltı işlerinde çalışanların fazla çalışma ücreti normal çalışma ücretinin % 100’ünden az olamayacak. Yeraltı işlerinde çalışanların yıllık ücretli izin süreleri 4 gün arttırılacak. Yeraltı maden işlerinden linyit ve taş kömürü çıkarılan işyerlerinde çalışan işçilere ödenecek ücret asgari ücretin iki katından az olamayacak. Madenlerde yeraltı işlerinde çalışanlar 20 yıl sigortalılık süresini tamamlamaları koşuluyla 50 yaşında emekli olabilecek.
Yapılan düzenlemeler, önceki mevzuata göre kısmi iyileştirmeler taşımakla birlikte son derece yetersizdir. 20 yılını yeraltında çalışarak geçiren bir işçinin yaşam süresinin ne kadar kısalacağı ve 50 yaşına kadar yeraltında çalışmanın zorluğu düşünüldüğünde emeklilik için 50 yaş sınırı konmasının ne kadar sınırlı bir “iyileştirme” olduğu ortadadır. Yerin yüzlerce metre altında güneş görmeden çalışan kömür işçileri için yıllık ücretli izin süresi, diğer işçilere göre yılda sadece 4 gün fazla olacak.
Bu kısmi iyileştirmeler işçilerin çalışma ve yaşam koşullarında köklü bir değişim gerçekleştirmekten çok uzaktır. Hükümetin makyaj niteliğindeki düzenlemeleri Soma katliamı sonrasında oluşan kamuoyu tepkisinin ve sınıf hareketinin bugünkü durumunun yansımasıdır. Güçlü bir işçi hareketinin, burjuvaziden ve hükümetten yaşanan acıların hesabını soramadığı koşullarda burjuvazinin işçilerin koşullarını iyileştirme yönünde atacağı adımlar bu kadar sınırlı kalacaktır.
Patronların “isyanı”
Yeraltında çalışma süresinin günlük 6, haftalık 36 saatle sınırlandırılması; maden işçisine ödenecek ücretin, asgari ücretin 2 katından az olamayacağı ve fazla mesai ücretinin normal çalışma ücretinin 2 katından az olamayacağının kanunlaşması üzerine bazı maden patronları kârlarının çok düştüğünü, bu koşullarda bu işin yapılamayacağını ileri sürerek Zonguldak bölgesindeki 22 madeni kapattılar ve 4 bin 500 işçiyi işten çıkardılar. “Maliyetlerimiz çok yükseldi; bu koşullarda çalışmaya devam edemeyiz, öldük, bittik” içerikli açıklamalar yapan maden patronları, işçileri biraz daha az çalıştırıp 3 kuruş daha fazla ücret ödemeye, yani kâr oranlarının biraz aşağı çekilmesine bile tahammüllerinin olmadığını göstermişlerdir. Maden işçisine ödenecek asgari ücretin 2 katı olan ücret, 2 bin TL’yi bile bulmamakta, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının bile oldukça altında kalmaktadır.
Bu maden patronları zarar edecekleri için madenleri kapatmıyorlar. Amaçları hükümeti sıkıştırıp TKİ’nin kömür alım bedellerini arttırmasını sağlamak; hükümetin kömür işçileri için yaptığı kısmi iyileştirmeleri geri aldırma ya da esnetme yönünde hükümete basınç bindirmek; vergi ve sigorta mevzuatında kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler yaptırtarak maliyetlerini aşağı çekmek; kısacası kâr oranlarını daha fazla yükseltebilmektir.
Burjuva medyada yer alan haberler de “Torba Yasa’nın ilk mağdurlarının işçiler olduğu” yönündeydi. İşçiler için yapılan en küçük iyileştirmelere bile tahammül edemeyen burjuvazi, kendi medyasında işçilerin mağdur olmasına karşıymış gibi görünerek patronların çıkarlarını sahiplendi.
Maden patronları işten attıkları işçileri de kullanarak kamuoyu oluşturma kampanyası yürüttüler. İşçilere kendilerini acındıran, duygu sömürüsüne yönelik bazı konuşmalar yapan patronlar, kendi çıkarları doğrultusunda hükümete basınç bindirebilmek için işten atarak mağdur ettikleri işçileri kullanmaya çalıştılar. Bir yanda “en düşük ücretin 2 asgari ücret tutarından aşağı olmaması” kuralı kaldırılırsa işçileri tekrar işe alacaklarını vaat eden patronlar, öte yanda ise “ha işsiz kalmışsın, ha göçükte kalmışsın aynı, işsiz kalırsak da çocuklarımıza bakamayız, madende göçük altında kalırsak da çocuklarımıza bakamayız” diyen işçiler var.
İşsiz kalan ve bir çözüm bulunmasını talep eden, bunun için yürüyüşler düzenleyen örgütsüz durumdaki işçilerin medyaya söyledikleri, kafalarının patronlar tarafından oldukça karıştırılmış durumda olduğunu gösteriyor. İşini kaybettiği için çaresiz hisseden, örgütsüz ve bilinçsiz durumdaki maden işçileri, işten atılmalarına karşı tepkiyi nereye ve nasıl yönlendireceklerini bilemiyorlar. İşçilerin örgütsüzlüğünden faydalanan patronlar ise işçilerin tepkisini kendi çıkarlarına yontacak biçimde yönlendirmeye çalışıyor. İşçilerin eylemlerini örgütleyen patronlar bazı işçileri patronlarının taleplerini sahiplenir duruma düşürebildiler.
Madenlerin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırma
“Anayasanın 168. maddesine göre madenlerin mülkiyeti, arama ve işletme hakkı devlete aittir. Fakat 1990’lardan itibaren yapılan yasal düzenlemelerle, devletin arama ve işletme hakkını belli bir süreliğine üçüncü kişilere devredebilmesi mümkün kılınmıştır. Dolayısıyla anayasal engelden ötürü mülkiyet hakkı devredilemeyen madenler, rödovans (kiralama) ve «hizmet alımı» gibi yöntemlerle işletme hakları devredilerek özelleştirilmiştir. Bunun sonucunda, sektör, bu alanda deneyimi olmayan, gerekli teknik donanımdan ve altyapıdan yoksun ve en kısa sürede azami kâr güdüsüyle hareket eden özel şirketlerin eline geçmiştir. Söz konusu işletmelerin büyük bir bölümünde, görece yüksek ücretli, deneyimli ve sendikalı işçilerin yerine, düşük ücretlerle ve kötü çalışma koşullarında çalışmaya boyun eğecek bilinçsiz ve örgütsüz işçiler işe alınmış, sendikalar tasfiye edilmiş ya da etkisiz hale getirilmiştir.
“Neoliberal saldırıların temel ayaklarından birini ise taşeron sisteminin yaygınlaştırılması oluşturmaktadır. Bu sistem son on beş yılda kamudan özel sektöre tüm alanlarda büyük bir hızla yaygınlaşmıştır. AKP hükümetinin iş yasalarındaki değişikliklerle önünü açtığı ve kalan engelleri temizlemek için yeni yasalar çıkarmaya hazırlandığı 11 yıllık iktidar döneminde, taşeron işçi sayısı yaklaşık yedi kat artarak 360 binden 2,5 milyona çıkmıştır ve bunun yarısını kamu sektöründe çalışan işçiler oluşturmaktadır.” (İlkay Meriç, Soma Katliamı: Cehennem Deliğine Girin Dediler, MT, Haziran 2014)
Rödovans ve hizmet alımı sözleşmeleriyle özelleştirilen maden işletmelerinde çalışan taşeron işçilerin ölüm oranı, devlet eliyle işletilen kömür ocaklarındaki işçilerin ölüm oranının 12 katıdır. Özelleştirme ve taşeronlaştırmalara hız veren burjuva hükümetler, madenlerde ölen işçi sayısının kat be kat artmasının ve kömür madenciliği sektöründe, milyon ton başına ölen işçi sayısında, Türkiye’nin Çin’i bile geride bırakarak “dünya birinciliğine” yerleşmesinin başlıca sorumlusudur. Ocaklarda çalışan işçileri alt taşeronlara bölen, sendikal örgütlülüğü etkisiz hale getiren, işçileri kölece koşullarda çalışmaya ve iş cinayetlerine mahkûm eden patronlar, maliyetlerini biraz arttıracak ve işçilerin koşullarını biraz iyileştirecek düzenlemelere bile tahammül edemiyorlar.
Muhasebe defterleri açılsın! Madenler işçi denetiminde devletleştirilsin!
İşten çıkarılan ve kapanan madenlerin işçileri, patronlarıyla yan yana durarak, onların hükümetle pazarlıklarına ve diğer ince hesaplarına alet olarak mağduriyetlerini ortadan kaldıramazlar. İşçi sınıfı kendi mücadelesini kendi sınıf çıkarlarına ve kendi sınıfının tarihsel deneyimlerine dayandırmak zorundadır. Aksi takdirde kölece çalışma koşullarına mahkûm edilmekten, iş cinayetlerinde can vermekten, işsiz kalmaktan ya da patronların elinde oyuncak olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
12 Eylül öncesinde, Kozlu madenlerindeki büyük mücadelelerden, Alpagut madenlerinde işçi denetimi ve yönetimi deneyiminden, Yeraltı Maden-İş’in örgütlülük ve mücadele deneyimlerinden, 12 Eylül sonrasında Zonguldak madencilerinin grev ve yürüyüşlerine uzanan onca deneyim, maden işçilerinin ve Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde yerini almıştır. Madenlerin kapatılması karşısında işçi sınıfının ileri sürebileceği talepler, örgütlenme ve mücadele yöntemleri sınıfımızın mücadele tarihinde vardır.
Maliyetleri arttığı için artık devam edemeyeceklerini söyleyip madenleri kapatan patronlar muhasebe defterlerini işçilerin denetimine açmalıdır. O defterler açılsın ki işçiler bugüne değin ne kadar sömürüldüklerini, sırtlarından ne kadar para kazanıldığını, işçi ücretleri 2 asgari ücret seviyesine çıkarıldığında patronların sömürüsünün ne ölçüde azaldığını hesaplayabilsin!
Madenlerde rödovans ve hizmet alımı sözleşmelerinin tümü iptal edilsin. Madenleri işletmek için işçilerin patronlara ihtiyaçları yok. Kapanan madenler yeniden TKİ bünyesine alınarak işçilerin denetimi altında devletleştirilsin!
link: Zehra Aras, Kapanan Madenler ve Maden İşçisinin Mücadele Yolu, Ekim 2014, https://marksist.net/node/3604
Cumartesi Anneleri 500. Haftada Bir Araya Geldi
Irkçı Amerikan Polisi Katletmeye Devam Ediyor