Arap coğrafyasını sarsan halk isyanları her ülkenin kendi özgüllüğüne göre başladı, devam etti, sönümlendi veya farklı biçimlere büründü. Tunus’ta başlayan isyan dalgası Mısır’dan Libya’ya, Bahreyn’den Suriye’ye kadar yayıldı. Kimi ülkelerde çok büyük altüstlüklere sebep olan bu hareketler, bazı ülkelerde ise egemenlerin politikaları ve bölgedeki emperyalist kamplaşmalar gibi sebeplerle daha kolay savuşturulabildi. Tunus, Libya ve Mısır’da diktatörler devrilirken, Suriye’de iç savaş devam ediyor.
Bin Ali’nin devrildiği Tunus’tan sonra 25 Ocak 2011’de bölgenin kilit ülkesi konumunda olan Mısır’da kitleler Mübarek diktatörlüğüne karşı sokaklara döküldüler, Mübarek istifa edene kadar Tahrir Meydanı’nı terk etmeyeceklerini açıkladılar. Başlangıçta kitlelerin talepleri karşısında geri adım atmayacağını deklare eden Mübarek, sonunda 11 Şubatta istifa etmek zorunda kaldı. Kitlesel mücadele sonunda Mısır halkı Mübarek’i koltuğundan alaşağı etmişti ama rejim yerli yerinde kalmıştı.
Mübarek’in istifasının ardından YAK (Yüksek Askeri Konsey) yani askeri cunta yönetimi devraldı ve seçimler yapılana kadar iktidarı elinde tuttu. Mısır ordusu burjuvazinin hizmetindeki bürokrasinin bir parçası olmaktan öte, hem ekonomik hem de siyasi bakımdan çok güçlü bir konuma sahip. Bu sebeple, yönetimde olduğu süreçte ordu aynı zamanda kendi yetkilerini de arttırarak geleceğini seçimler sonrasında da garanti altına almaya çalıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ancak Mübarek’in devrilişinden 1,5 yıl sonra yapılabildi. YAK, 4 adayı veto ettiği için çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi öldü, çok daha fazlası yaralandı. Nihayetinde 2012 Haziranında Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi seçimlerden galip çıktı ve Mısır’ın seçimle işbaşına gelen ilk cumhurbaşkanı oldu. Ne var ki Mursi çıkardığı yasa ve kararnamelerle cumhurbaşkanlığı yetkilerini arttırdı ve “tek adam” olma yönünde ilerledi. Seçim öncesinde bulunduğu vaatlerin hiçbirisini yerine getirmeyen Mursi’nin, demokrasiyi nalıncı keseri gibi hep kendine yontması kitlelerde büyük bir tepkinin oluşmasına sebep oldu. Sonuç olarak, daha önce Mübarek’i deviren kitleler bu sefer de Mursi’ye karşı ayağa kalktılar. Ancak bütün kitleselliğine rağmen, oyunun ikinci perdesi de aynı şekilde sona erdi. Ayağa kalkan kitlelere yol gösterecek proleter bir önderlik olmadığı için, kitlelerin hoşnutsuzluğunu bahane olarak kullanan ordu iktidarı yeniden ele geçirdi. Mursi ironik bir biçimde seçimlerden sonra “seçimleri demokratik bir şekilde koruyan şerefli Mısır askerleri” diyerek övdüğü ordu tarafından darbeyle alaşağı edildi. Üstelik darbe, Tantavi’ye güvenmediği için bizzat Mursi’nin atadığı yeni genelkurmay başkanı Sisi tarafından yapıldı.
Mursi yanlıları darbe karşıtı gösterilerle devrik Cumhurbaşkanını kurtarmaya çalıştılarsa da bunda başarılı olamadılar. Adeviye Meydanı Mursi yanlılarının Tahrir Meydanı oldu. Ordu, eylemlere katılanlara acımasızca saldırdı ve çok sayıda insanı öldürerek direnişin önemli oranda kırılmasını sağladı. Mursi’nin devrilişinden bu yana çıkan çatışmalarda bini aşkın insan öldü. Sadece 14 Ağustostaki çatışmalarda en az 300 kişinin öldürüldüğü söyleniyor. Kimi kaynaklara göre bu sayı çok daha fazla. Son olarak İsrail-Arap savaşının 40. yıldönümü vesilesiyle 6 Ekimde yapılan gösterilerde 57 kişi hayatını kaybetti. Ordu Kahire’de hava gösterileri ile zafer kutlamaları yaparken, meydana girmek isteyen Müslüman Kardeşler yanlıları ile ordu güçleri arasında çatışmalar yaşanıyordu. Mursi yanlılarının protesto gösterileri kitlesel olmasa da devam ediyor. “Darbeyi Ret ve Meşruiyete Destek İçin Ulusal İttifak Hareketi” adı altında bir araya gelen Mursi destekçileri 4 Kasımda kitlesel bir gösteri yapmayı planlıyor.
Ne olacak?
Darbe sonrası oluşturulan geçici hükümet, Mübarek dönemi unsurlarını da barındırıyor. Mübarek burjuvazisi ve onun destekçileri, eşyanın doğası gereği, siyasi ve ekonomik pozisyonlarını kaybetmek istemiyorlardı. Ancak konjonktürel olarak eski yönetim biçimiyle mevcut iktidarlarını koruyamayacaklarının da farkındaydılar. Hem içerde gelişen halk tepkisinden dolayı, hem de emperyalistlerin kırmızıçizgilerinin aşılmaması için Mübarek feda edilmişti. Mısır egemenleri için önemli olan Mübarek değildi, önemli olan müesses nizamın korunmasıydı. Emperyalistler kırmızıçizgileri de (hareketin kapitalist düzeni hedef almaması; İran’ın bölgesel nüfuzunu arttırmaması; İsrail’in konumunu sarsmaması) her zaman kişilerden daha önemli bulmuşlardır. Bu çizgiler aşılmadığı sürece emperyalistler kitle hareketlerini kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışırlar. Nitekim Mübarek’in gitmesine cevaz veren ABD, Müslüman Kardeşler’in İslamcı politikasına da güven duymadığı için bu sefer de Mursi’yi deviren darbeyi destekledi.
Elbette hem başta ABD olmak üzere emperyalistler, hem de Mısır ordusu, Mübarek rejimini olduğu gibi yeniden tesis etmeyi düşünmüyorlar. 2011’deki halk ayaklanmasıyla başlayan süreç bunun mantıklı ve mümkün olmadığını açıkça gösteriyor. On yıllardır askeri diktatörlükle yönetilen Mısır halkı, ekonomik ve demokratik hakları için mücadele etmesini öğrenmiş bulunuyor. Ölümlere, katliamlara, baskılara rağmen kitleler sokaklara çıkmaktan, polisle, askerle çatışmaktan korkmuyorlar. Gösteriler, çatışmalar ve istikrarsızlık başta turizm olmak üzere tüm sektörleri etkilemiş durumda. Bölgede faaliyet gösteren uluslararası tekeller üretimlerini diğer ülkelere kaydırıyorlar. Bu yüzden hem emperyalistler hem de Mısırlı egemenler istikrarın bir an önce sağlanması için çabalıyorlar.
Bu darbeyle eski güç dengelerinin yeniden tesis edilmesi amaçlanmaktadır: “Darbenin amacı, kitle seferberliğini suiistimal ederek İhvan hükümetini devirmek, Müslüman Kardeşler’i bir taraftan devlet terörüyle ve kitle katliamlarıyla ezmek, bir taraftan da bu basınç altında başkalaştırarak daha da evcilleştirmek, sözümona «devrime» sahip çıkar bir pozisyonda kalarak kitle hareketini pörsüterek sönümlendirmek ve sonuçta da Mübarek rejimi dönemindeki güç dengelerini yeniden tesis ederek demokratik bir makyajla da olsa ordu merkezli otoriter rejimi restore etmektir. Kuşkusuz Mübarek rejimi aynen ihya edilemez, çünkü bu rejim hem iç gelişmeleri karşılayamaz hale gelmişti hem de artık emperyalist güçler açısından iş göremez bir noktaya kaymıştı. Restorasyonla kastımız, Mübarek rejiminden nemalanan burjuvazinin ve asker-sivil bürokrasinin hegemonik pozisyonunu restore etmek ve bunu eskisine göre daha demokratik görünümlerde bile olsa özünde yine otoriter bir burjuva rejimle sürdürmektir.” (Oktay Baran, Mısır’da İsyan, Darbe ve Zorunlu Dersler, MT, Eylül 2013)
Mısır’da yaşanan son gelişmeler bu satırlarımızı doğruluyor. Önce Mübarek serbest bırakıldı, ardından da Müslüman Kardeşler örgütü yasadışı ilan edildi. On yıllardır yasaklı olan Müslüman Kardeşler, Mübarek’in devrilmesinden sonra “sivil toplum örgütü” statüsü kazanarak legal faaliyet yürütmeye başlamıştı. Ancak darbe sonrasında mahkeme tarafından “Müslüman Kardeşler örgütünün her türlü sivil toplum faaliyetinin ve ondan türeyen tüm organizasyonların yasaklanmasına” karar verildi. Temyiz aşamasındaki bu karar henüz kesinleşmediyse de, İhvan hükümet tarafından sivil toplum kuruluşları listesinden çıkarıldı bile. Bu karar, aynı zamanda İhvan tarafından kurulan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin de darbecilerin hedefinde olduğunu gösteriyor. Çünkü yasaklama sadece Müslüman Kardeşler örgütüne getirilmemiş, kararda ondan türeyen tüm organizasyonların da yasaklandığı özellikle belirtilmiş. Nitekim henüz bağlayıcılığı olmasa da Devlet Hukuk Heyeti’nin partinin mahkeme tarafından yasaklanmasını tavsiye ettiği gelen haberler arasında yer alıyor.
Mursi halen tutuklu bulunuyor. “5 Aralıkta cumhurbaşkanlığı önünde anayasal düzenlemeleri protesto eden eylemcileri öldürmeye teşvik etmek” suçundan yargılanacak devrik Cumhurbaşkanının ilk mahkemesi 4 Kasımda görülecek. Mursi’nin yanı sıra tutuklu olan ve aynı suçtan yargılanacak başka İhvan yöneticileri de var. İhvan’ın hukuk bürosunun yaptığı açıklamaya göre, Mursi mahkemeyi tanımadığı için duruşmada savunma avukatları bulunmayacak.
Darbeci Sisi ise cumhurbaşkanı adayı olarak parlatılıyor. Darbe destekçileri tarafından Sisi’nin aday olması için büyük bir kampanya başlatılmış durumda, her tarafa Sisi posterleri asılıyor, bir halk kahramanı yaratılmaya çalışılıyor. Mısır’ı ancak güçlü bir liderin kurtarabileceği düşüncesi empoze ediliyor. Farklı bağlamlarda olsa da Kenan Evren’in 12 Eylül darbesinde yıldızının nasıl parlatıldığını bilenlere “kurtarıcı Sisi” portesi hiç de yabancı gelmiyordur.
Mısır’da Mursi devrildi ama sorunlar olduğu gibi duruyor. Mursi’nin devrilmesinde önemli payı olan elektrik, su ve gaz kesintileri darbeden sonra sona ermiş olsa da, ülkede kargaşa devam ediyor. Sıkıyönetim uygulamaları devam ediyor. Sina Yarımadasında silahlı güçler güvenlik güçleri ile çatışıyor. Başta Kahire olmak üzere çeşitli kentlerde çatışmalar, bombalı saldırılar gerçekleştiriliyor. İçişleri Bakanının konvoyuna bombalı araçla suikast girişiminde bulunuldu. Bakanın sağ kurtulduğu saldırıda 10 kişi yaralandı. Mansura kentinde emniyet müdürlüğü hedef alındı.1 kişi öldü, 17 kişi yaralandı. Hıristiyan Kıptilerin düğününe yapılan bombalı saldırıda, içlerinde 8 yaşındaki bir çocuğun da olduğu 3 kişi öldü. Bu saldırıdan sorumlu tutulan İhvan, suçlamaları kabul etmeyerek yapılan saldırıyı kınadı.
Elbette burjuvazinin kendi içinde çatışmaya girdiği böyle kritik süreçlerde taraflar provokasyonlara girişir, at izi it izine karışır. Sivillerin de öldüğü saldırılar faili meçhul kalır. Mısırlı emekçilerin sorunlarını ne darbeciler ne de İhvan çözebilir, tersine bu sorunların kaynağı onlardır. Yüz günde Mısır’ın sorunlarını çözeceğini iddia eden Mursi gibi, geçici hükümet de, geçici hükümet sonrası kurulacak başka bir burjuva hükümet de Mısır emekçilerinin derdine derman olamaz. Mısırlı emekçilerin kendi bağımsız sınıf siyasetleri temelinde mücadele etmeleri gerekiyor. Burjuva kamplardan birinin peşine takılmaları, “devrimimiz elimizden çalındı” hissini yaşamaya devam edecekleri anlamına gelecektir. Maalesef sosyalist hareket de bu konuda devrimci bir çizgi izlemekten uzak bulunuyor. Örneğin Mısır Komünist Partisi “Söz konusu olan askerî darbe değil, Mısır halkının bu faşist yönetimi devrimci bir hücumla ortadan kaldırmasıdır. Ordu halkın iradesini yerine getirdi, halkı Müslüman Kardeşler ile silahlı terörist müttefiklerinin komplolarından korudu” düşüncesindedir.
Tunus’ta neler oluyor?
Arap halklarının isyanlarının başlangıç durağı olan Tunus’ta da tıpkı Mısır’da olduğu gibi, diktatör Bin Ali’nin gitmesi emekçilerin sorunlarının çözülmesi için yeterli değildi. İşçi ve emekçilerin örgütlülükten yoksun olmaları İslamcı Ennahda Hareketinin öne çıkmasını sağladı. 2011 yılının Ekim ayında yapılan seçimlerin galibi Ennahda oldu ve başını Ennahda’nın çektiği bir koalisyon hükümeti kuruldu. İhvan ile ideolojik bağı olan Ennahda, işçi ve emekçilerin ne yoksulluk ve sefaletine son verdi ne de demokrasi ihtiyacını karşılayabildi. Tersine, hükümet bilindik kemer sıkma politikalarını hayata geçirmeye başladı. Bu yüzden “devrimimiz elimizden alındı” diye hisseden emekçiler sorunlarının çözümü ve ihtiyaçlarının karşılanması için eylemler düzenlemeye devam ettiler. Kitlesel bir desteğe sahip olmayan hükümete karşı gösteriler artmaya başladı. Tüm bunların üzerine Halk Cephesi liderlerinden Belaid’in öldürülmesi, hükümete karşı tepkiyi daha da arttırdı. Tekrar ayağa kalkan kitleleri pasifize etmek için Başbakan istifa etti; yerine İçişleri Bakanı Ali Larayedh getirildi.
Ancak bu istifa da öfkeyi dindirmedi. Belaid suikastının ardından Temmuz ayında Halk Cephesi’nden bu kez de Muhammed İbrahimi’nin öldürülmesi hükümete yönelen tepkiyi daha da arttırdı. Bu suikastların ardında hükümetin olduğunu düşünen 50’den fazla milletvekili Kurucu Meclisi boykot etti. Kurucu Meclis çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. Görünen o ki, uzlaşma sağlanamadığı için yazımı gecikmiş olan Anayasanın kabulü bir başka bahara kaldı. Diktatörü devirdik diye sevinen Tunus halkı, demokratik adımların atılmaması nedeniyle öfkeli.
Ekonomik durum da demokratik durumdan farklı değil. İşsizlik Bin Ali döneminin bile üzerinde seyrediyor. Fiyatlar artarken, emekçilerin cebine giren para azalıyor. 2013 bütçe açığı toplam bütçenin dörtte biri kadar. “Ne adalet var ne de iş!” diyen emekçiler sık sık sokaklara çıkıyor. Emekçilerin bu tepkisini bu sefer de diğer burjuva kanadı temsil eden hükümet karşıtı cephe örgütlüyor. Bu cephenin içerisinde liberaller, sol partiler ve eski dönemin kalıntıları bulunuyor. Ennahda karşıtı cephe ile hükümet arasında arabuluculuğu ise UGGT (Tunus Genel İşçi Sendikası) yapıyor. UGGT de siyasi krize çözümün ancak hükümetin istifası ile bulunabileceğini düşünüyor. Müzakereler sonunda hükümet istifa etmeyi kabul etti. Mısır’daki darbeden sonra, hükümet Mursi gibi uzlaşmaz bir tutum sergilemek yerine muhalefetle müzakere yolunu tercih etti. Tunus ordusu Mısır ordusu kadar büyük bir güce sahip olmadığı için ordunun bir darbe girişiminde bulunması beklenmiyordu. Artan protestolar, parlamento binası önünde yeniden “halk rejimin düşmesini istiyor” sloganlarının yükselmesi, hükümetin daha uzlaşmacı bir siyaset izlemesine yol açtı. Başbakan geçtiğimiz günlerde üç hafta içinde istifa edeceğini açıkladı ve hükümetle muhalefet arasında Ulusal Diyalog Süreci adı verilen görüşmeler başladı. Buna göre seçimlerin yapılması, anayasa taslağı hazırlanması ve yeni hükümetin kurulması için komiteler oluşturulacak.
Mısır gibi Tunus’ta da işçi ve emekçilerin bağımsız politikasını izleyebilecek bir parti bulunmuyor. Sosyalistlerin kurduğu Halk Cephesi ikinci suikastın ardından Tunus için Birlik Koalisyonu ile birleşerek Ulusal Kurtuluş Cephesini oluşturdu. Ennahda’ya karşı politika yürütmek adına laik milliyetçi burjuva partilerle aynı safta yer aldılar.
Mısır’da da Tunus’ta da işçi ve emekçilerin sorunlarını mevcut hükümetler çözemeyeceği gibi yeni bir burjuva hükümet de çözemez. İster İslamcı olsun ister laik, ister İhvancı olsun ister Nasırcı, bütün burjuva hükümetler temsilcisi olduğu sınıf için çalışır. Bunun anlamı ve sonucu da işçilerin sorunlarının katmerleşmesidir. İşçi ve emekçilerin en yakıcı sorunu örgütsüzlüğüdür. Bu sorun çözülmezse, burjuvazinin şu veya bu kanadı, yıllardır kitlelerin bağrında birikmiş öfkeyi kendi çıkarlarına payanda etmeye devam edecektir.
link: Suphi Koray, Mısır ve Tunus’ta Son Gelişmeler, Kasım 2013, https://marksist.net/node/3350
Hollywood İşkencecilerin Hizmetinde
Afrika’da Yürüyen Emperyalist Kapışma