ABD, dünya çapındaki ekonomik ve siyasal çalkantılar eşliğinde 6 Kasımda yeni başkanını seçecek. Son iki yılda Arap coğrafyasında yaşanan ayaklanmalar, Müslümanlara hakaret içeren film provokasyonu sebebiyle yapılan ABD karşıtı gösteriler ve ekonomik krizin ABD halkını ittiği işsizlik ve yoksulluk, seçim yarışında öne çıkan konular. Ancak ABD halkı için şu anda en önemli sorun ekonomik durum. İşte bu yüzden hem mevcut başkan Obama hem de rakibi Cumhuriyetçi Mitt Romney seçmenin oyunu kazanmak için vaatlerinde ekonomiyi düzeltme meselesini ön planda tutuyorlar.
Obama yanılsaması
Mevcut başkan Obama 2008’de seçimi kazanmış ve ABD’nin ilk siyah başkanı olarak tarihe geçmişti. Obama’nın temel söylemi “değişim” üzerine kuruluydu. Çünkü ABD’de, Bush’un 2000-2008 yılları arasındaki başkanlığı döneminde toplumsal sorunlar oldukça keskinleşmişti. “Bu 8 yıllık sürede, sınıflar arasındaki gelir uçurumu inanılmaz ölçüde büyüdü. Bugün (2008-S.K.) Amerika’da 20 milyona yakın insan işsiz ve 25 milyon kişi de geçici işlerde hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışıyor. Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 40 milyonu aştı. Yine 40 milyondan fazla Amerikalı sağlık sigortası olmadan yaşıyor. Bush döneminde, sadece imalat sanayiinde 2,5 milyon kişi işini kaybetti. Ücretler sürekli bir gerileme içinde. Ortalama bir işçi, geçimini sağlayabilmek için çalışma süresini her yıl dört hafta arttırmak zorunda. İşçi sınıfının borcu, gelirinin %110’una ulaşmış durumda. Kapitalistlerden her yıl yapılan 1-1,5 trilyon dolarlık vergi indirimi, işçi sınıfının sırtına ek yük olarak bindirildi. Devletin sosyal harcamaları ise alabildiğine kısıldı. Şirketler ve devlet bürokrasisi, gırtlağına kadar rüşvete ve dolandırıcılığa batmış halde.” (Kerem Dağlı, Amerikan Demokrasisi, MT, Nisan 2008)
Böyle bir siyasi ve ekonomik ortamda Obama, Amerikan sermayesi tarafından allanıp pullanarak bir kurtarıcı olarak piyasa sürüldü. Elbette Amerikan emekçilerini kurtarmak için değil, büyük sermaye sahiplerini kurtarmak için Obama’nın yıldızı parlatılmıştı. Yoksulluk, işsizlik, sosyal güvencesizlik, evsizlik, suç oranlarında artış, Afganistan ve Irak işgalleri Amerikan emperyalizminin iç ve dış çelişkilerini keskinleştiriyordu. Amerikan burjuvazisi açısından önemli olan, bütün olumsuzluklara rağmen kitlelerin kapitalist düzenden umutlarını kesmemesiydi. Zaten Amerikan seçimleri Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti arasında gidip gelen bir sarkaç gibidir. Seçim sistemi öyle bir biçimde dizayn edilmiştir ki, bu iki partiden başka bir partinin veya bağımsız bir adayın seçimleri kazanması neredeyse imkânsızdır. ABD burjuvazisinin planına göre, Demokrat Partili siyah tenli Obama “değişim umudu” ile hem içerde Amerikan halkının öfkesini absorbe edecekti; hem de tüm dünyada gittikçe artan ABD düşmanlığını sona erdirecekti.
“Değiştirebiliriz” sloganıyla seçimlere giren Obama, ABD’li askerlerin Irak’tan çekilmesini, ekonomik durgunluğa son vermek için yeni bir teşvik paketi, finans sektöründe yeni düzenlemeler, gelire göre artan oranlı vergilendirme vaat ediyordu. Ayrıca sağlık, eğitim gibi Amerikan emekçilerinin sorunlar yaşadığı konularda önemli değişiklikler yapma sözü veriyordu. Bütün bu vaatler savaştan, ekonomik krizden, finans kapitalin açgözlülüğünden ve yüksek vergilerden bıkmış Amerikan halkının büyük çoğunluğunun Obama’yı bir “kurtarıcı” olarak görmesine yetti. Nitekim Obama seçmenin %52’sinin oyunu alarak başkan seçildi.
Peki, aradan geçen dört yıl boyunca ne oldu, vaatler yerine getirildi mi? Elbette hayır! Burjuvazinin temsilcisi Obama’nın işçi ve emekçilerin derdine derman olmayacağı baştan belliydi. Bütün dünyada olduğu gibi emperyalist piramidin tepesindeki ABD’de de seçimler, toplumun kendi temsilcilerini seçtiğini sandığı bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Adaylar, iktidara gelene kadar bin bir türlü vaatte bulunurlar. Ama bir kez iktidara gelindiğinde ise sözler unutulur, ya da göstermelik birkaç reformla durum geçiştirilir. Obama da Amerikan sisteminin bu kurallarının dışına çıkmadı. Öyle bir niyeti de yoktu zaten.
Irak’tan ABD askerlerini çekeceğini vaat eden Obama, iktidara gelince bunu çeşitli şartlara bağlamaya başladı. Irak’tan çekilen askerler Pakistan ve Afganistan’a kaydırıldı. Irak’taki ABD askerlerinin “resmen çekilmesi” ancak 2011 yılının sonunda gerçekleşti. Medya Irak’tan son askerlerin de çekildiğini ilan ederken, bu askerlerin nereye gönderildiğinden pek bahsetmedi. Irak’tan çekilen bu 4500 asker Kuveyt’te konuşlandırıldı. ABD’nin yurtdışındaki askerlerinin sayısına baktığımızda askerlerin geri çekilmesi diye bir şey olmadığını açıkça görüyoruz. Savunma Bakanlığının 31 Aralık 2011 tarihli rakamlarına göre yurtdışında 196.248 ABD askeri aktif olarak görev yapıyor. Bu birçok ülkenin ordusundan daha büyük bir orduya denk düşüyor. Üstelik ABD ordusunun resmi askerleri Irak’ı terk etmiş olsalar da, Blackwater (yeni adıyla Academi) gibi şirketlerin paralı katilleri Irak’ta cirit atmaya devam ediyor.
Obama’ya barış umuduyla oy verenlerin hayal kırıklığı sadece Irak’taki askerlerin geri çekilmesiyle sınırlı kalmadı. Demokrat Obama, yıllık savaş bütçesini 680 milyar dolara çıkartarak ABD tarihinin en savaşçı başkanı oldu. Aynı Obama 2009 yılında Afganistan’a 33 bin asker göndermiş ve buna rağmen hemen ardından Nobel barış ödülüne layık görülmüştü.
2008 seçimlerinde de Amerikan halkı için en önemli mesele ekonomiydi. Seçimlere bir buçuk ay kala peşpeşe dev şirketler iflas etmiş, ekonomi çökmüştü. Bunun faturasını işsizlik, evsizlik ve yoksullukla ödeyen ABD’li emekçiler için başkan adaylarının ekonomik vaatleri büyük önem arz ediyordu. Çünkü ABD’li işçiler, Cumhuriyetçiler ve Demokratlar dışında bir seçenek göremiyorlardı. Halkın içinden gelen adam portresi çizen Obama, ekonomik planlarıyla yeni işler yaratacağını ve ekonomiyi düze çıkaracağını iddia ediyordu. Obama seçimlerden sonra, daha başkanlık koltuğuna oturmadan[*] ilk iş olarak tekellerin yöneticileriyle toplantılar yaptı ve izleyeceği ekonomik politikanın detaylarını belirledi. Bu görüşmelerin sonucunda 2009 Ocağında daha başkanlığının ilk ayında 787 milyar dolarlık teşvik paketi imzalandı. Bu paketle birlikte yeni işler yaratılacağı, işsizliğin 2012 yılında %6’ya düşeceği iddia edildi. Oysa bugün ABD’de işsizlik halen %8,1.
ABD’li emekçiler kimi seçecek?
Obama, “yeni” vaatlerle bu seçimlerde de seçmenin oyunu istiyor. Dört yıllık sürede vaatlerinin tümünü yerine getiremediklerini ama bu kadar kısa sürede önemli bir mesafe kaydettiklerini ifade eden Obama, yeniden başkan seçilirse vaat ettiği “değişimi” tamamlayacağını iddia ediyor. Sağlık için daha fazla yatırım yapmayı, vergileri arttırmayı, göçmen haklarının iyileştirilmesini, Afganistan’dan askerlerin çekilmesini ve kürtaj hakkını savunuyor. Obama’nın vaatleri arasında bir tarafta Irak ve Afganistan işgalleri için ayrılan bütçenin ekonomiye aktarılması varken, diğer taraftan ordunun kuvvetlendirilmesi yer alıyor. Ayrıca, istihdamı bir milyon kişi arttırmak, ihracatı iki katına çıkarmak gibi vaatleri de var.
Romney de tıpkı Obama gibi orduyu güçlendirme, ihracatı arttırma, işsizliği azaltma, daha zengin ve daha güçlü bir Amerika vaatlerinde bulunuyor. İşsizliği azaltmak için dört yıl boyunca 12 milyon kişiye istihdam sağlayacaklarını iddia ediyor. Ancak, kürtaj, göçmen hakları, idam gibi konularda ise Obama’dan farklı olarak partisinin klasik söylemini devam ettiriyor. “Yaşam hakkı” gerekçesiyle kürtaja karşı çıkıyor, idamı savunuyor, göçmenliğin engellenmesi için sert önlemler alınmasını istiyor.
Obama adaylık konuşmasında “Eğer bu ülkenin vaat ettiklerinin yalnızca bir azınlığa ait olduğuna inanmıyorsanız bu seçimde sesinizi duyurmanız gerek. Eğer bu ülkede yönetimin en çok parayı verene sonsuza dek borçlu olduğuna inanmıyorsanız bu seçimde tepkinizi göstermeniz gerek” diyerek zengin azınlığın değil çoğunluğun çıkarlarının savunulduğu bir ABD vaadinde bulundu.
Kuşkusuz, emekçilerin bu seçimlerde tepkilerini ortaya koymaları anlamlı olurdu. Ama Obama’ya oy vererek değil! Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında sıkışıp kalan ABD halkı 2008 seçimlerinde başka bir alternatif göremediği için ehven-i şer olarak Obama’yı seçmişti. Bu alternatifsizlik maalesef bugün de devam ediyor. Anketlere göre Obama, rakibi Romney’in bir adım önünde. Romney’in internete sızan bazı konuşmaları, Demokratların elini biraz daha güçlendirdi. Romney’in bağışçılarıyla yaptığı bir toplantı esnasında sarf ettiği “Amerikalıların yüzde 47'si Obama’yı destekliyor, bunlar hükümete muhtaçlar ve kendilerini mağdur olarak görüyorlar. Hükümetin onlarla ilgilenmesi gerektiğine, sağlık, barınma ve beslenmenin hakları olduğuna inanıyorlar. Siz söyleyin. Bunları hak olarak görüyorlar ve hükümet bu hakları onlara vermeli. Ve ne olursa olsun bunlar başkana oy verecekler. Bu insanlar gelir vergisi vermeyecek olan insanlar” şeklindeki sözleri, kararsız yoksul seçmenlerin ibrelerini Obama’ya çevirmesine yol açtı. Aynı toplantıda Romney Yahudi lobisinin desteğini alabilmek için Filistin sorununa dair şunları dile getiriyor: “Bunlar çözülmesi çok zor sorunlar. Zaten Filistinliler de barışı istemiyor, siyasi amaçlarla İsrail'in yıkımına ve yok edilmesine kendilerini adamışlar. Bunlar çok çetrefilli meseleler ve ben, «bir yolu yok» diyorum.”
Cumhuriyetçi Romney’in gerek ABD halkına yönelik sözleri gerekse dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan sorunlara dair düşünceleri, onun kimin sözcüsü olduğunu şüphe bırakmaz bir biçimde ortaya koyuyor. 200 milyon dolar servete sahip bir burjuvanın emekçilerin çıkarlarını düşünmesi beklenemez. Obama’ya gelince işin rengi değişiyor. Obama da tıpkı Romney gibi Amerikan sermayesinin başkan adayı olduğu halde, kullandığı politik dil ve daha sade geçmişi ile bu gerçeği gizlemeye çalışıyor. Romney, hükümetin kimseye sağlık, eğitim, barınma konusunda yardım etmek gibi bir sorumluluğunun olmaması gerektiğini söylediğinde, Obama ve ekibi Romney’in sözlerini sert biçimde eleştirdiler. Ancak yukarıda bahsettiğimiz üzere Obama’nın iktidarda olduğu dönemde ABD’li işçi ve emekçilerin sorunları çözülmedi. Obama “değişim” getirmedi. Bankalar ve diğer tekeller milyarlarca dolar harcanarak devlet eliyle kurtarılırken, işsiz ve evsiz kalan ABD’liler için hükümet yardım eli uzatmadı. İşsiz kalan ve kredi borcunu ödeyemeyen sayısız Amerikalı kendi kaderine terk edildi. Bunların hepsi azınlığın değil çoğunluğun sesi olduğunu iddia eden, bütün Amerika’nın başkanı olduğunu söyleyen Obama’nın başkanlığı sırasında yaşandı.
İşsizlik, yoksulluk ve savaşların biriktirdiği öfke 2011 yılında ABD’de “Biz %99’uz” diyen “İşgal et” hareketini ortaya çıkardı. Kendileri yoksulluğun pençesinde kıvranırken büyük şirketlerin yöneticilerinin servet içinde yüzmeleri haklı bir tepkiye sebep olmuştu. Wall Street’i işgal eden gençler, bunu 15 Ekimde dünya çapında bir eyleme dönüştürmüşlerdi. Bine yakın şehirde yüz binlerce insan kapitalizme karşı tepkisini ortaya koymuştu. Ancak siyasi bir örgütlülüğe sahip olmayan bu hareket bir müddet sonra etkisini yitirdi. Bugün halen ABD’de bu hareket çeşitli eylemler örgütlese de, işçi ve emekçileri Obama mı Romney mi ikileminden kurtaracak bir güce sahip değil.
Kapitalizmin derin ekonomik krizi ve bununla birlikte cereyan eden bölgesel savaşlar ve emperyalist müdahaleler, dünyanın bütün işçi ve emekçilerini etkiliyor. Savaşlar, işsizlik, yoksulluk hem bir öfke hem de umutsuzluk doğuruyor. Emperyalist piramidin tepesindeki ABD’nin işçi ve emekçileri de bundan azade değil. Obama bu yüzden “değişim” ve “umut” söylemiyle karşılarına çıkıyor. Miadı dolmuş emperyalist-kapitalist sisteme umut oluyor. Ancak şurası kesin ki, “yumuşak güç” Obama da seçilse, sert Romney de seçilse dünyayı güzel günler beklemiyor. İşçi sınıfı, Demokratından Cumhuriyetçisine burjuva siyasetçilerine sırtını dönüp kendi devrimci siyasal örgütlülüğünü inşa edemediği sürece gerçeklik budur.
link: Suphi Koray, 2012 ABD Seçimleri, Ekim 2012, https://marksist.net/node/3108
HDK Programı
Hayırseverlik Dünyayı Değiştirebilir mi?