1998 yılında Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamada 7 kişi ölmüş, 127 kişi ise yaralanmıştı. Bu olayın üstüne mal bulmuş mağribi gibi atlayan devlet, tam bir yargılama karikatürü sahneye koydu. Olayla hiçbir alâkası olmadığı halde “Mısır Çarşısı faili” olarak yargılanmaya başlayan Pınar Selek yıllarca hapiste kaldı. Üstelik aleyhinde hiçbir delil olmamasına rağmen! Patlamanın bombadan kaynaklanmadığı birçok raporla kanıtlanmış olduğu için Mısır Çarşısı olayını bir bombalama eylemi olarak adlandırmak bile doğru değil. Yargının ne kadar “bağımsız”, ne kadar “tarafsız”, ne kadar “adil” olduğunun en güzel örneklerinden biridir Pınar Selek davası!
Hâlâ devam eden davada mahkemenin Pınar Selek için verdiği beraat kararı geçtiğimiz yıl Yargıtay tarafından ikinci defa bozulmuştu. Bu yüzden 9 Şubatta dava yeniden görülmeye başlandı. Selek için beraat kararında direnen mahkeme, diğer sanıklar için davayı Haziran ayına erteledi. Böylece Selek’e 3. kez beraat verilmiş oldu. Ancak savcılık karara itiraz etti. Bu durumda Yargıtay Ceza Genel Kurulu mahkemenin kararını inceleyecek ve itiraz kabul edilirse dava tekrardan görülecek.
Kurulun savcının itirazını kabul etmesi sürpriz olmayacaktır. TC mahkemeleri “bağımsız yargı” örneklerine defalarca sahne olmuştur. Kemal Türkler davası, Doğan Öz davası en bilindik örneklerdir. Kemal Türkler’in katili kızının tanıklığına rağmen serbest bırakıldı. 1978 yılında kontrgerilla yapılanmasının peşine düştüğü için öldürülen Savcı Doğan Öz’ün davası ise yargının kimin hizmetinde olduğunu gösteren en bariz örneklerden biridir. Katil yakalanmış, suçunu itiraf etmiş ve idama mahkûm edilmişti. Ancak Askeri Yargıtay mahkemenin kararını bozmuştu ve mahkeme şu kararı açıklamak zorunda kalmıştı: “Elimizdeki bilgiler, belgeler ve tanık ifadeleri cinayeti İbrahim Çiftçi’nin işlediğini gösterirken ve vicdani kanaatimiz de bu yönde oluşmuşken, Askeri Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun kararına uymak zorunda kalarak sanığı beraat ettiriyoruz.”
Selek davasına bakan alt mahkeme şimdiye kadar böyle bir karar açıklamış değil. Ancak ikinci kez Yargıtay kararına direnme hakkı bulunmuyor. Dolayısıyla eğer Yargıtay’dan müebbet hapis talebi tekrarlanırsa bu karar geçerli olacak ve Doğan Öz davası tersinden tekerrür etmiş olacak.
Pınar Selek kimdir, suçu nedir?
Adı burjuva medyada “sosyolog” ibaresi ile geçse de, Pınar Selek sıradan bir sosyolog değildir. Selek ezilenlerin yanında yer alan, mücadelelerine destek veren bir insandır. Bu bağlamda barış ve insan haklarıyla ilgili birçok derneğe ve harekete aktif destek sunmaktadır. Sokak çocuklarının, transseksüellerin vb. hayata tutunmalarını sağlamak amacıyla Sokak Sanatçıları Atölyesi’nin kurulmasına öncülük yapmıştır. Bu atölye Mısır Çarşısı olayından sonra polisin baskıları yüzünden dağıldı. Ama hepsinden öte Selek’in bu kadar tanınmasına sebep olan, Kürt hareketine verdiği destek oldu. Ailesi TİP geleneğinden gelen Selek, Kürt olmamasına rağmen ezen ulusun milliyetçiliğine prim vermemiş, ezilen Kürt ulusunun yanında yer almıştır. Kürt sorunu üzerine çeşitli araştırmalar yapmıştır. Hapisten çıktıktan sonra bile üzerindeki baskıların artmasına rağmen Kürt hareketine desteğini sürdürmüştür.
Mısır Çarşısı davasının 13 yıldır sürmesine, “sanıkların” yıllarca hapiste kalmalarına ve işkence görmelerine sebep olan, sanıkların Kürt hareketiyle olan bağlarıdır. Düzen güçleri, patlamayı Kürt hareketine karşı bir anti-propaganda aracı olarak kullanmak istemiştir. Bu amaçla patlamanın PKK tarafından yapıldığı haberleri basına servis edildi. Halkı terörize etmek için her türlü yalana başvuruldu. Bu davada kirli savaş yöntemleri asıl olarak Pınar Selek üzerinden hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Çünkü Selek’in Türkiye’nin en can yakıcı sorununa dair çalışma yürütmek istemesi ve Kürt halkının yanında yer alması TC’nin yumuşak karnına dokunmuş ve devletin çeşitli aygıtlarını harekete geçirmiştir. Mısır Çarşısı patlaması bu açıdan bulunmaz bir fırsat oldu. Patlamadan iki gün sonra gözaltına alınan Selek’e olayla ilgili hiçbir soru sorulmadı bile. Çünkü Mısır Çarşısı patlamasından dolayı gözaltına alınmamıştı. Ancak sonrasında patlamayla arasında bir bağ kurulacaktı! Selek, patlamayla ilişkilendirildiğini bile ancak televizyondan öğrenebildi.
Yaptığı araştırmayla ilgili sorular soruldu işkenceli sorgularda: Kimlerle bağı vardı, militanlara nasıl yardım ediyordu? Nasıl bir işkence gördüğünü kendi savunmasında şöyle anlatıyor: “Ben, çok yoğun ve dayanılmaz bir işkence gördüm. Filistin askısında kolum çıktı, çok kötü biçimde yeniden taktılar. Hemen hemen hiç uyutulmadım. ‘Sünger gibi olacak’ çığlıkları arasında beynime yapılan işkence, akıl hastanelerinde delilere yapılan ‘şok tedaviden’ farksızdı.”
Sokak Sanatçıları Atölyesi’ne polis tarafından yapılan baskında bomba bulunduğu iddia edildi. Komplo genişliyordu. Ortada bir suç olmayınca kanıt da olamayacağı için devlet kendi sahte kanıtlarını olay yerine koyuyor, işkenceyle ifade alıyor, bilimsellikten uzak raporlar hazırlatıyordu emrindeki kurumlara. Patlamanın ardından yapılan ilk olay yeri inceleme raporlarında patlamanın tüp gaz sızıntısı sebebiyle meydana geldiği ve bomba bulgusuna rastlanılmadığı açıkça yer alıyordu. Savcılık ise ısrarla “bomba izi” arıyordu. Birçok maddede bulunan “nitroselüloz”, bomba kanıtı gibi gösterildi. Olayla ilgili toplam 11 rapor hazırlandı ve bunlardan sadece iki tanesi patlamanın sebebinin bomba olabileceği yönündeydi. Bu iki rapor da bilimdışı ve İçişleri Bakanlığı tarafından amaca yönelik olarak hazırlatılmış raporlardı. Ağır Ceza Mahkemesinin bu kanıtları göz önünde bulundurarak verdiği beraat kararları ise Yargıtay tarafından bozuldu. Çünkü Yargıtay, Selek’in ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılmasını istiyor.
Çarpık raporlar yetmeyince Selek’in patlamanın faili olduğunun kanıtı olarak diğer sanıklardan A. Öztürk’ün “birlikte yaptık” ifadesi gösterildi. Oysaki bu ifadenin işkence altında alındığı Öztürk tarafından daha sonra mahkemede dile getirildi. Ancak bu dikkate alınmadı! Üstüne üstlük Öztürk’ün Türkçe bilmeyen halasına imzalattırılan ifade de, Selek ve Öztürk’ün birlikte “bombalama eylemini” gerçekleştirdiklerinin kanıtı sayıldı. Dava baştan sona benzeri düzmece kanıtlarla devam etti. Bu arada “bağımsız ve bilimsel” Adli Tıp Kurumunun katkılarını da unutmamak gerek! Tüm bunlar bu davanın hukuki olmadığını, politik bir dava olduğunu gösteriyor.
Yargı bağımsız mıdır?
Şemdinli davası, KCK davası, Pınar Selek davası ve daha birçok örnek, “bağımsız yargı”nın Kürtlere karşı olan özel hassasiyetini gösteriyor. Bu davalarda yargı kurumlarının ve onların mensuplarının tutumları, yargının egemenlerin denetimindeki siyasal bir kurumdan başka bir şey olmadığını ortaya koyuyor. Ezkaza düzen dışına çıkan bir yargıç, savcı veya mahkeme olursa, aynı yargı kurumu bu “ayrıkotlarından” yine kendi iç mekanizmasıyla kurtulmasını biliyor. Yargıtay ve HSYK bu temizlik işini başarıyla yürütmektedir. Örneğin, Şemdinli iddianamesinde Büyükanıt’a suçlamada bulunan savcı Ferhat Sarıkaya HSYK tarafından meslekten ihraç edilmişti. Hakeza Yargıtay, alt mahkemelerde alınan kararları düzenin işleyişi açısından sıkıntılı bulursa bozmaktadır. Bu kararlar da yine “hukuka” dayandırılmaktadır. Minareyi çalan kılıfını hazırlar!
Yargının bağımsızlığından söz edilemeyeceğini daha önce de dergimizdeki birçok yazıda belirtmiştik: “Kürtlere yönelik olarak, bizzat yargının (özellikle de savcıların) emrindeki kolluk kuvvetlerinin yaptıkları saldırılar, baskılar, gözaltılar ve tutuklamalar bile tek başına yargının egemen sınıfa ne kadar göbekten bağlı olduğunu ve ne kadar siyasi bir kurum olduğunu fazlasıyla göstermektedir. Sadece KCK davasından tutuklananların sayısı 1500’ü aşmış durumdadır ki, bunların içinde 54 belediye başkanı bulunmaktadır. Aynı ‘bağımsız’ yargı, Türk burjuvazisinin ve özellikle de ordunun yönlendirmesiyle Kürtlerin partisini kapatmış, 2 milletvekilinin dokunulmazlığını kaldırarak vekilliklerini düşürmüştür. Oysa aynı mecliste cinayetle suçlananından katliamcısına, yolsuzluk yapanından yüz kızartıcı suç işleyenine kadar bir dolu milletvekili dokunulmazlık zırhının arkasında korunmaktadır. Yargının Kürtlere ve devrimcilere karşı bu seçiciliği bağımsız olmadığının kanıtı değildir de nedir?” (Kerem Dağlı, Hukukun Üstünlüğü ve Bağımsız Yargı Üzerine, Ocak 2011)
Pınar Selek davası daha baştan itibaren patlamayla ilgili olmaktan çıkmış, Selek nezdinde sanık sandalyesine Kürt hareketi oturtulmuştur. Zaten diğer sanıkların serbest bırakılmalarına rağmen Selek’in hâlâ yargılanmasının ve davanın Selek ile özdeşleşmesinin sebebi, Selek’in baskılara inat bildiğinden şaşmaması ve doğru ve haklı bulduğu şeyler için mücadelesine devam etmesidir. Selek hapiste kaldığı 2,5 sene boyunca çalışmalarına devam ettiği gibi, dışarı çıktıktan sonra da aktif olarak politikanın içinde yer aldı. Bu dönemde Özgür Gündem gazetesinde yazılar yazdı. Aynı zamanda gazetenin yayın kurulunda ve Demokratik Toplum Hareketi’nin içerisinde de yer aldı.
Kürt sorununun çözümü için mücadele eden birisi TC’nin gözünde daha baştan suçludur, ispatı için kanıta da gerek yoktur. Savcının son duruşmada alınan karara, zembereğinden boşalmış yay gibi, daha mahkeme gerekçeli kararını bile açıklamadan itiraz etmesi bile bunun ifadesidir. Selek yaşadığı topluma ve sorunlarına karşı duyarlı olma ve sorunları çözmek için mücadele etme suçunu işliyordu. Sadece sokak çocukları, travestiler veya kadınlarla ilgili sorunlarla ilgilenseydi belki de devletin hışmını bu kadar üzerine çekmeyecekti. Ama o bu toprakların bamteline dokundu. Suçu büyüktü, cezası kesilmeliydi!
Dava süresince hakkında ipe sapa gelmez iddialar ortaya atıldı. Gözaltına alındığında “Bombacı kız yakalandı”, “PKK’nın dişi teröristi yakalandı” gibi şoven burjuva medyanın şanına yakışır manşetlerle tanıtıldı. Burjuva medyaya verdiği röportajlar çarpıtılarak yayınlandı ve bunlar dava dosyasına delil olarak tıkıştırıldı. Ona vurulan her darbe Kürt hareketine vurulmuş oluyordu. Bazı aydınlar dava süresince Selek’in yanında yer alsalar da, TC yargısını teşhir etseler de, devlet aygıtları yeni suçlamalarda bulunup halkta infial yaratmaya çalıştı. İzlenen politika çamur at izi kalsın politikasıdır. Sonunda Pınar Selek’in ve dolayısıyla Kürt hareketinin suçsuzluğunu TC yargısı kabul etse de, ekilen düşmanlık tohumları kolayına temizlenmeyecek. Çünkü bu tip vakalarda suçlamalar, karalamalar, asparagas haberler basında çarşaf çarşaf yayınlanır, televizyon ekranlarında “zanlı” boy hedefi haline getirilir; işin içyüzü ortaya çıktığında ise buna dair haberler geçiştirilerek verilir.
Selek davasında da böyle olması muhtemeldir. Sonuçta kitlelerin zihninde, haksızlıklara karşı mücadele eden bir insan yerine, “bombacı kız” olarak kalabilir Pınar Selek. On yıllardır ezilen, türlü baskılara maruz kalan, “faili meçhullere” kurban giden Kürt halkı yerine, “bölücü”, “terörist Kürtler” algısı daha da kuvvetlenebilir. Vücudunun parçalarını annesinin eteğinde topladığı Ceylanlar, yaşından çok kurşunun vücudundan çıkartıldığı Uğurlar unutulabilir. Buna karşı gelmek, gerçekleri anlatmak sadece devrimcilerin ve Kürtlerin görevi değildir, vicdan sahibi duyarlı her insanın görevidir.
link: Suphi Koray, “Bağımsız Yargı” İftiharla Sunar: Pınar Selek Davası, Mart 2011, https://marksist.net/node/2598
"Balyoz"cu Paşaların Tutuklanmasına Dair!
Kadınlar Mücadelede Bir Adım Önde