2009 1 Mayıs’ı geride kaldı. Kapitalizmin krizinin derinleştiği ve işçi sınıfına ödetilen faturanın her geçen gün ağırlaştığı bir dönemde 1 Mayıs işçi sınıfının gücünü göstereceği, moral bulacağı bir gün olabilecekken ne yazık ki böyle olmadı. Milyonlarca işçi, o gün alanlarda değil evinde ya da işindeydi. Türk-İş’in Kadıköy’e taşıdığı on binden fazla işçi, “birlik, mücadele ve dayanışma günü” olan 1 Mayıs’ı olması gerektiği gibi coşkuyla kutlayamadı. Ancak DİSK ve KESK, Türk-İş’in yaptığını bile yapmayarak temsili bir “Taksim fethiyle” hem gündemi tamamen saptırdı hem de bütün bu ikiyüzlülüğüne rağmen sol hareketin büyük bir bölümünü peşine takmayı başardı. Böylece bu yılki 1 Mayıs’ta da sendika bürokrasisinin çıkarlarına alet olan sol hareketin küçük-burjuva damarı bir kez daha ortaya çıktı. Taksim’e giderek güya devrimciliğini ispatlayan sol çevreler kazandıkları “zaferin” tadını çıkaradursunlar, burjuvazi her yönden, örgütsüz ve dağınık durumdaki işçi sınıfına saldırmaya devam ediyor.
Örgütlü olduğu fabrikalarda 1 Mayıs’a katılımı sağlamak için hiçbir adım atmayan DİSK bürokrasisi, medyanın ilgi göstereceği yerlerde yaptığı basın açıklamalarıyla devlete “meydan okuyarak” 1 Mayıs’a “hazırlandı”. Örneğin DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin 15 Nisanda Taksim’de yaptığı basın açıklamasında 1 Mayıs hazırlıkları için örgütlenen etkinlikler şöyle sıralanıyordu: 24 Nisanda basın toplantısı, 25 Nisanda başlatılacak Emek Haftası çerçevesinde kitlesel yürüyüşler ve basın açıklamaları, 27 Nisanda fotoğraf sergisi, 29 Nisanda anmalar. Ancak işçi semtlerinde, sanayi sitelerinde, ya da bıraktık bunları, tek bir fabrikada 1 Mayıs’a dair herhangi bir eylem, basın açıklaması vb. gerçekleştirmek bürokratların akıllarından dahi geçmemişti. Buradan da gayet açık görülüyor ki, DİSK bürokrasisinin hazırlıktan anladığı tek şey medyatik gösterilerdir. Bu “hazırlıkların” sonucunda DİSK, sendika bürokratları ve yurt dışından gelen sendika temsilcilerinin oluşturduğu “makul” bir sayıyla Taksim’e çıkmış, ancak bıraktık tüm üye fabrikaların işçilerini, grev ve direnişteki fabrikaların işçilerini bile Taksim’e getirme zahmetine katlanmamıştır. İşçilerin çok büyük bir kısmı evlerinde oturup “Taksim fethini” televizyonlarından izlemişlerdir. İşte sol hareketin ve DİSK bürokrasisinin bahsettiği kazanım budur!
Yine aynı DİSK bürokrasisi tüm işçileri, emekçileri, demokratik kitle örgütlerini Taksim’e 1 Mayıs’ı beraber kutlamaya çağırmış, fakat sıra Taksim’e girmeye geldiğinde kendileri polis kordonu altında Taksim Meydanına yürürken, geride kalan sol çevreler her zamanki gibi devlet terörüyle karşı karşıya gelmiştir. Sonra da burjuva basında alana sokulmayanların yasadışı terör örgütleri olduğu, provokasyon amaçlı geldikleri söylenmiş, polisin işçilerle bu provokatörleri birbirinden ayırdığı, işçilere gayet olumlu yaklaşılırken provokatörlerle çatışmak zorunda kalındığı haberleri yapılmıştır.
Peki, her biri kendi kulvarından işçi sınıfına vuran Türk-İş ve DİSK bürokrasisinin birbirinden ne farkı var? Bu, sol hareketin üzerinde düşünmediği bir sorudur. İşçi sınıfı içerisinde sabırlı, uzun vadeli, inatçı ve kararlı bir mücadelenin yollarını zorlamak yerine hacca gidip günahlarından arınan Müslüman misali Taksim yollarını zorlayan bu sol hareket, bir günlük fetihlerle zevahiri kurtarmaya çalışarak, iliklerine kadar küçük-burjuva karakterde olduğunu gün gibi ortaya koyuyor.
Hemen herkesin ağız birliği etmişçesine “kazanım” olarak gördüğü bu 1 Mayıs, ne Türk ne de Kürt emekçilerine hiçbir şey vermemiştir. İşçi sınıfının mücadelesi bir günlük değildir. Elbette, 1 Mayıs’ın işçi sınıfı ve devrimciler açısından çok büyük bir anlamı var. 1 Mayıs işçi sınıfının kitlesel ve örgütlü gücünü burjuvaziye gösterdiği ve sol hareketin de işçi hareketiyle bağlarının düzeyini sergilediği bir gündür. Bu açıdan bakıldığında bu 1 Mayıs, işçi sınıfının kitlesel bir şekilde meydanlara çıkamadığı, sol hareketin de basiretsizliğinin alenen ortaya çıktığı bir gün olmuştur. Ne kapitalizme olan öfkeyi bilemiş, ne krizin faturasının işçi sınıfına kesilmesine dönük tepkiyi örgütlemiş, ne de tek tek fabrikalardaki grev ve direnişler burjuvazinin suratına indirilebilecek bir yumruğa dönüştürülebilmiştir. O halde bu kazanım neyin kazanımıdır? Ortada bir kazanan varsa, bunun işçi sınıfı olmadığı kesindir.
link: Pendik’ten MT okuru bir işçi, “Taksim Fethi” ve “Kazanım”larımız!, 16 Mayıs 2009, https://marksist.net/node/2118
1 Mayıs Artık Gerçek 1 Mayıs Olmalı
Marmara Üniversitesinde Yeni Sınav Yönetmeliği Protesto Edildi