Bugünlerde burjuva medyada elektronik kimlik kartları ve e-devlet uygulamasıyla ilgili övgü dolu haberler sıkça yer alıyor. Sanki yıllardır bu yeni kimlik kartlarının ve e-devlet kapısının yolunu gözlüyormuşuz gibi müjdeli haberler veriliyor. 2010 yılında ülke çapında dağıtılması hedeflenen elektronik kimlik kartları Eylül ayında pilot bölge olarak seçilen Bolu’da uygulamaya konuldu. E-devlet uygulamasıyla beraber devlet dairelerinde görülen pek çok işlem internet üzerinden yerine getirilebilecek. Elektronik kartların reklâmının ana temasını işte bu kolaylık oluşturuyor. Yeni kimlik kartları hem nüfus cüzdanı yerine geçecek hem de hastaneler ve eczaneler başta olmak üzere sigorta işlemlerinde ve pek çok devlet dairesinde tek kart olarak kullanılacak. İşin bu kısmı pazarlamanın ağırlıklı bölümünü oluşturuyor. Diğer bölümü ise bu kartların taklit edilemez olması ve bugünlerde tartışılan mükerrer oyların da önüne geçecek olması.
Yani elektronik kimlik kartı sayesinde uzun kuyruk çilesinden kurtulacağız, evimizden tek tıkla herhangi bir devlet dairesindeki işimizi görebileceğiz, kartımızın kaybolması halinde başkaları tarafından kullanılabileceği endişesine kapılmamıza gerek kalmayacak! Peki, sadece bu kadar mı? Sadece bu kadar olduğuna inanmak devletin işlevinin kamusal hizmetlerle sınırlı olduğuna inanmak saflığını göstermek olur. Devlet, esas olarak egemen sınıfın siyasal baskı aygıtı olduğuna göre parlatılan yeni kimlik kartlarını da devletin işlevini unutmadan değerlendirmek gerekiyor.
“Akıllı kart” olarak da adlandırılan elektronik kimlik kartlarının içine bir çip yerleştiriliyor. Bu çipin içerisine kartın sahibine ait tüm bilgiler yükleniyor. 2000 yılında hayata geçirilen MERNİS projesinde yer alan bilgilerin de bu çipe yüklenmesiyle kişiye ait tüm bilgiler merkezileştirilmiş oluyor. Ayrıca parmak izinin bulunacağı bu “akıllı kart”lara başka hangi bilgilerin yükleneceği ise soru işareti. Bütün bunlar Fransa’da hayata geçirilmeye çalışılan yeni fişleme operasyonunu akla getiriyor. 13 yaşından büyük herkesin fişlenmeyle yüz yüze kaldığı Fransa’da, devlet açısından “tehlike” potansiyeli taşıyanlar kayıt altına alınıyor. Yapılan iş başvurularında kişiye ait bu özel bilgilere bakılarak işe alınıp alınmayacağına karar veriliyor.
Kişinin nerede oturduğu, nerede çalıştığı, sicil kaydı, parti, dernek, sendika veya herhangi bir sivil toplum örgütüne üye olup olmadığı, devletin bekası açısından “risk” oluşturup oluşturmadığı gibi pek çok bilginin tek kartta toplanması, burjuvazi ve onun sınıfsal baskı ve egemenlik aygıtı olan devlet açısından ne kadar işlevli olur değil mi?
MERNİS’ten akıllı karta
Aslında “akıllı kart” projesi devletin fişleme operasyonunun yeni halkası olarak nitelendirilebilir. MERNİS (Merkezi Nüfus Sistemi İdaresi) projesiyle başlayan, Kimlik Paylaşımı Sistemi (KPS) ve adrese dayalı nüfus kayıt sistemiyle devam eden fişleme operasyonu bu yeni kimlik kartlarıyla tamamlanmış olacak. İlk olarak 1972 yılında gündeme getirilen MERNİS projesini uygulama çalışmaları 1982 yılında başladı. 1997 yılında Dünya Bankası’nın bu projeye kaynak aktarmasının ardından 2000 yılında proje hayata geçirildi.
Kişilere verilen TC kimlik numarasının tüm kamu kurumlarında kullanılması ve bilgilerin merkezileştirilmesi amacıyla 2004 yılında KPS devreye girdi. Bu projeyle de, “tüm kamu kurumlarında tutulan fakat sağlıklı olmayan kişi bilgileri tekleşecek ve bilginin güvenilirliği sağlanacaktı”. Fişleme tüm görkemi ve hızıyla devam ediyordu. Şimdi de sıra “kim, kiminle nerede oturuyor”daydı. Bunun için de yine MERNİS kayıtlarındaki bilgilerin doğrulanması ve bu bilgilere bir de ikamet adresinin eklenmesi amacıyla 2007 yılında Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi getirildi. Tek tek evler gezildi, her eve yeniden numara verildi. Kaydı yapılmayan vatandaşlar TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından aranarak, kayıt yaptırmadıkları takdirde para cezası verileceği söylendi. Muhtarlar, okul müdürleri, işyeri sahipleri bu projenin “gönüllü elemanları” haline getirildi. Bu sistemin de gerekçesi hazırdı: “Sistem ile en küçük yerleşim biriminde yaşayan nüfusun bile cinsiyet, yaş ve eğitim durumu her an bilinebilecek, bu sayede sağlık, eğitim, konut, ulaşım ve sosyal hizmetlerin planlanmasında güncel bilgiye sahip olunacaktır.” 40 yıldır elektriği olmayan mahalleler, elinden yeşil kartı alınan aileler, çadırda yaşamaya mecbur bırakılan insanlar, açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışan milyonları düşündüğümüzde bu projenin tam da açıklanan amaca hizmet ettiği anlaşılıyor!
Devlet kişilere ait bu kadar bilgiyi peşpeşe hayata geçirilen bu projelerle tek elde toplamışken, “akıllı kart”ların ne işe yarayacağı ortaya çıkıyor. Fişleme operasyonunun başarıyla tamamlanabilmesi için hem kişilerin her adımının takip edilmesi hem daha fazla bilginin toplanması hem de bunların kolay ulaşılabilecek şekilde merkezileştirilmesi gerekiyor. “Akıllı kart”ların ilerleyen zamanda telefon kartı olarak kullanılabilecek olması da cabası. Öyle ya, kişinin sadece cep telefonu aramalarının değil sabit telefon aramalarının da tek kartta kayıt altına alınması mümkünken neden bu olanaktan yararlanılmasın?!
Her zehrin bir panzehiri vardır
Burjuva devletin potansiyel tehlike olarak gördüğü işçi ve emekçi kitleleri fişleme çabaları elbette ki yeni değil. Yeni olmadığı gibi “akıllı kart”la sınırlı kalmayacağından da hiç kuşkumuz olmasın. Ama her zehirin bir panzehiri vardır. Nasıl ki geçmişteki fişleme çabaları kitlelerin devrimci mücadelesinin önüne geçememiş, Rusya’da Bolşevik Partisi gibi bir partinin kitlelere önderlik etmesini, dünya üzerinde enternasyonal bir partinin kurulmasını önleyememişse bugün de bu çabalar sınıf mücadelesinin önüne geçemeyecektir. Rus Çarlığının, zalimliği ve elde ettiği “başarılarla” ünlü Ohrana’sı, devrim döneminde tam bir yenilgiye uğramıştı. Akın akın mücadeleye katılan kitleler, hapishanelerdeki devrimci tutsakları özgür bıraktığında kimin peşine ajan takacağını şaşıran Ohrana, en sonunda Çarlıkla beraber tarihin çöplüğüne gönderilmişti. Zehir bellidir: Kapitalizm. O halde panzehirimiz de örgütlü mücadele olmalıdır. Burjuva devletin “akıllı kart” ve diğer yöntemlerle yaptığı fişleme manevralarını boşa çıkartacak tek güç işçi sınıfının devrimci mücadelesi olacaktır.
link: Dicle Yeşil, “Akıllı Kart”lar Kimin İşini Kolaylaştıracak?, 1 Ocak 2009, https://marksist.net/node/1958
İstanbul Üniversitesinde Açlık Grevi