Amerika’nın dünyanın jandarması olma rolü, şimdi Amerika’yı doğrudan etkiliyor. Genç kızların hâlâ okula gidebildiği, kadınların çalışabildiği 1979 yılında, Afganistan’daki karşı-devrimci harekete kaynak akıtan Amerika’ydı. Amerikan emperyalizmi Afganistan’daki Taliban gericiliğinin doğrudan sorumlusudur. Usame bin Ladin ve Mücahitleri, Kâbil’deki Moskova yanlısı yönetimi yıkmak için CIA ve Pakistan İstihbarat Teşkilatı (ISI) ile işbirliği içinde olan İngiltere’nin MI6’sı tarafından silahlandırılıp eğitildiler.
Son 21 yılda, Afganistan’daki erkeklerin, kadınların ve çocukların kitlesel olarak vahşice katledilmelerine şahit olduk. Şimdi ise, aç, savaştan tahrip olmuş, kıtlık ve kuraklığın pençesindeki Afganistan, hakikaten dehşet verici bir durumla yüz yüze kalmıştır. Amerika’nın uyguladığı yaptırımlar, ıstırap ve sefaleti son derece arttırmış ve kötüye giden koşullar bu duruma trajik bir boyut eklemiştir. Afganistan’ın petrol boru hatları için muhtemel bir güzergâh olarak stratejik bir pozisyonda bulunduğu Orta Asya’yı ve onun muazzam petrol zenginliğini kontrol etmek için yabancı güçlerin birbirleriyle yarıştığı bu barbarca taşeron savaşın devam etmesiyle, yaygın açlık ve yetersiz beslenme daha da artmıştır.
Sonuç olarak, Afganistan çöle çevrilmiştir. Taliban Kâbil’i tümüyle aldığında, düşmanlarından korkunç bir öç aldı; eski cumhurbaşkanı Necibullah Kâbil’de bir sokak lambası direğinde cinsel organları ağzına tıkılmış vaziyette asılı bırakıldı. Bu tip yöntemlerle, “uygar Batı” ve onun paralı ajanları, bu mutsuz ülkede esas amaçlarına ulaştılar.
Birçok insan, Afganistan’da gözler önüne serilen trajedinin medyaya yansıyan görüntüleri karşısında şoke oldu. Taliban rejimi, Bamiyan’da ve Mezar-ı Şerif’te uyguladığı etnik temizlikle, ezilen uluslara ve diğer dinlere mensup olanlara karşı uyguladığı sert baskılarla, Buda heykellerinin parçalanmasıyla, Kandahar’da kadınların halkın önünde kamçılanmasıyla vb. bir terör saltanatı sürmüştür. Afganistanlı ezilen kadınların iniltileri bütün Asya’da yankılanmaktadır.
Sorulacak soru şudur: bu kanlı iç savaşın, bütün bu ölümlerin, açlığın, etnik temizliğin ve katıksız barbarlığın sorumlusu kimdir? Cevap çok basittir. Afganistan’ı Karanlık Çağlar seviyesine düşüren, oradaki uygarlığı bütünüyle imha eden Amerikan emperyalizmidir.
Amerikan Emperyalizminin Afganistan’daki Rolü
1978 yılında solcu subaylarca kurulan Stalinist rejim, Afganistan’ı 20. yüzyıla taşıma çabası içinde, toprak reformu ve kadınlara ve eğitime ilişkin ilerici önlemler de dahil olmak üzere bir dizi reform gerçekleştirdi. Bu yalnızca Afgan toprak sahiplerinin, tefecilerin ve mollaların çıkarlarına yönelik değil, gerici Suudi Arabistan monarşisi ve diğer komşu devletlere yönelik de ölümcül bir tehditti. Bu nedenle ve Moskova’ya (gerçekte 1978 devriminde hiçbir rol oynamamıştır) yakınlığından dolayı, ABD emperyalizmi, çarpık bir biçimde de olsa devrim yanlısı olan Kâbil’deki yeni rejime amansızca karşı çıkmıştı. ABD emperyalizminin, Afganistan devrimine karşı, gericiliğin en barbar koalisyonunu kasten silahlandırmasının, finanse etmesinin ve teşvik etmesinin nedeni budur.
CIA ve müttefikleri, Afganistan karşı-devrimine arka çıkmak için çok miktarda para ve silah seferber ettiler. Ortadoğu’da, Müslüman Kardeşler, Suudi destekli Dünya Müslüman Birliği ve Suudi İstihbarat Şefi Prens Turki el Faysal, cihat için büyük miktarlarda fon toplamak üzere birleştiler. Bunlar, Müslüman dünyanın dört bir yanından asker toplanmasında ve eğitilmesinde merkezi unsur haline geldiler. ISI ve Pakistan’daki Cemaat-ı İslami, cihat için gönüllü olan umutsuz orta sınıf gençlik katmanlarını karşılamak için kabul komiteleri oluşturdular. ISI, yüzlerce askeri kamp ve eğitim merkezi kurdu. General Hamid Gül (eski ISI şefi) bir gazeteciye şöyle diyordu: “Bir Cihat veriyoruz ve bu modern çağdaki ilk Uluslararası İslami Tugaydır. Komünistlerin Enternasyonali (!) var, Batı’nın NATO’su var, neden Müslümanlar birleşmesinler ve ortak bir cephe oluşturmasınlar?”
ISI -efendisi CIA’in rehberliği altında- Suudi kraliyet ailesinin İslama ve cihada olan bağlılığının karşı-devrimcilere (“mücahitler”) gösterilmesi maksadıyla, “ateist komünist” Kâbil rejimine karşı, operasyonun Suudi bölümünü Suudi İstihbaratının başındaki Prens Turki el Faysal’ın yönetmesini uzun zamandır istiyordu.
Sadece 1980-1992 yılları arasında, 43 İslam ülkesinden 35.000’den fazla İslamcı köktendinci, Afgan mücahitlere katıldı. Pakistan dış ülkelerdeki elçiliklerine, Afganistan’da gelip savaşmak isteyen herkese hiçbir soru sormaksızın süresiz vize verilmesi talimatını çoktan vermişti. Binlerce yabancı askerden biri de Usame bin Ladin’di.
Usame bin Ladin 1986’da Pakistan sınırına yakın dağların altına, mücahitler için eğitim ve diğer askeri hizmetlerin verildiği ve masraflarını CIA’in karşıladığı çok büyük bir silah deposu olan Host tünel kompleksini inşa etti. Bin Ladin bir keresinde bunu itiraf etmişti: “Suudi rejimi Afganistan’daki devrime karşı çıkmak için, Pakistan ve Afganistan’daki temsilcisi olarak beni seçti. Birçok Arap ve Müslüman ülkesinden çağrıya cevap vermek için gelen gönüllüleri kabul ettim. Pakistanlı, Amerikalı ve İngiliz subayların bu gönüllüleri eğittiği kamplar kurdum. Amerika silahları sağladı, para da Suudilerden geldi.”
14 yıllık bu kanlı iç savaştan sonra, mücahitlerin sonunda Kâbil’i aldıkları doğrudur. Fakat askeri bir zafer kazanmadıkları da doğrudur. Kâbil hükümeti çöktü, çünkü Pakistan ve Suudi Arabistan mücahitlere askeri yardımı sürdürürken, Moskova, ABD emperyalizmiyle uzlaşmanın parçası olarak askeri yardımını geri çekti.
Rus bürokrasisinin ihaneti olmaksızın, mücahitler asla, 14 yıllık mücadele boyunca ele geçirmeyi başaramadıkları Kâbil’i ya da herhangi bir büyük kenti alamazdı. Kâbil’in düşüşü İslamcı köktendincilik için bir zaferi temsil ediyordu. Amerikan emperyalizmi milyarlarca dolar harcadı ve Kâbil rejimini devirmek için mücahitlere askeri yardım sağladı. Bununla birlikte, Moskova birliklerini geri çektikten sonra bile, Necibullah’ın güçleri, mücahitlerin tüm saldırılarını bozguna uğrattı.
Fakat yardımın geri çekilmesi, rejimi çok zor bir duruma soktu. Necibullah’ın CIA ve ISI tarafından planlanan bir darbeyle saf dışı bırakılması, Kâbil’in mücahit köktendincilerce ele geçirilmesinin yolunu hazırladı. Yeni rejim, önceki hükümetin pek çok ilerici reformunu tasfiye etti. Fakat yeni hükümet başından itibaren oldukça istikrarsızdı. Gülbeddin Hikmetyar’ın önderliğindeki Hizbi İslami ile Ahmet Şah Mesud önderliğindeki Cemaat-ı İslami kuvvetleri arasında derhal savaş patlak verdi. Bu karşı-devrimci rakip gruplar birbirleriyle merhametsizce savaştılar, ve sonuçta henüz hiçbir tarafın diğeri üzerinde belirleyici bir zafer kazanmayı başaramamış olduğu 1994’te, meydan, Taliban şeklini alan daha aşırı bir yeni köktendinci gericilik dalgasına açılmıştı.
Taliban
Taliban, CIA’in de aktif desteğiyle, Pakistan askeri ve istihbarat aygıtının ürünüydü. Pakistan İstihbarat Servisi -ISI- bunları Pakistan’daki İslami okul (medreseler) öğrencilerinden devşirdi, bunlara maddi destek sağladı ve silahlandırıp eğitti. Molla Ömer, ISI’nın yardımıyla, 1994’de Taliban’ın baş lideri olarak ortaya çıktı ve çok kısa bir süre içinde Pakistan’ın da yardımıyla, Taliban Afganistan’ın önemli şehirlerinin kontrolünü ele aldı. Önce Kandahar’ı sonra Herat, Kâbil, Mezar-ı Şerif ve son olarak da Bamiyan’ı ele geçirdiler. Fakat bunların hiçbiri, İslamabat ve Washington’un katılımı olmaksızın gerçekleşemezdi. Taliban’ın, yakın zamana kadar onu finanse etmeye devam eden Amerika’dan yaklaşık 10 milyar dolar aldığı tahmin ediliyor. Benzer miktarlar gerici Suudi rejiminden de geldi.
Taliban Afganistan’a barış sloganıyla girdi, fakat çok geçmeden bu barış sloganı korkunç bir baskıya dönüştü. Okulları kapattılar -özellikle kız okullarını- ve kadınların ev dışında çalışmalarını yasakladılar. Televizyonları parçaladılar, kütüphaneleri yaktılar, tarihi müzeleri yağmaladılar, spor kıyafetleri yasakladılar ve erkeklere sakal uzatmalarını emrettiler. Ellerinde tuttukları iktidarı pekiştirmek için, en büyük gelir kaynakları olan haşhaş ekimini -yani afyon ve eroin üretimini- teşvik ettiler.
Amerikalılar 1997’ye kadar Afganistan’daki insan hakları konusunda sessiz izleyici olarak kaldılar. Amerikan emperyalizmi, Taliban Mezar-ı Şerif’te kadınları ve çocukları katlederken ve Bamiyan’da kitlesel etnik temizlik uygularken sağır ve körü oynadı. Taliban, Kâbil, Herat ve Kandahar’da kadınlara karşı korkunç baskılarına başladığında, okulları, hastaneleri kapattığında, müzik ve oyunları yasakladığında, Amerikan emperyalizmi yalnız susmakla kalmadı, Kâbil rejimini desteklemeyi sürdürdü.
Amerika salt kendi çıkarı için en başından beri Taliban’ı destekledi. Her zaman olduğu gibi, sermayenin çıkarları söz konusuydu. ABD büyük sermayesi, Orta Asya devletlerinden Afganistan’a geçecek bir gaz ve petrol boru hattının inşasıyla yakından ilgileniyordu. Amerika’nın Taliban rejimine ilişkin tutumunu koşullandıran şey buydu. Çokuluslu dev Amerikan şirketi UNOCAL, Taliban’la bir anlaşmaya vardı. Taliban Afganistan’ın tümünü -özellikle kuzey bölgesini- ele geçirmekte ve Kuzey İttifakı’nı bozguna uğratmakta başarısız olunca, boru hattı projesi giderek daha derin bir krize girdi. “Sağır ve kör” Amerikan emperyalizmi birden bire kadınların feryatlarını duymaya ve halk kitlelerine karşı yapılan baskıyı fark etmeye başladı.
Washington, ezilen ve yetersiz beslenen Afgan kitlelerle “dayanışma”sını göstermek için, Afganistan’a cruise füzelerini fırlatarak ve ülkeye yaptırım uygulamak üzere kendi aleti olan “Birleşmiş Milletler”i kullanarak, acımasız bir hava saldırısı başlattı. Bu yaptırımların Taliban gangsterleri üzerinde hiçbir etkisi olmadı, bunlar hayatta kalabilmek için ölüm kalım mücadelesi veren en yoksul kesimleri vurdu. Bu saldırılar ve yaptırımlar, Taliban’ı güçlendirmeye hizmet etti yalnızca, tıpkı bir milyondan fazla Iraklının ölümüne yol açan ve Saddam Hüseyin’i devirmekte tamamen başarısız olan utanç verici Irak ablukası gibi.
Usame bin Ladin
Usame bin Ladin, İslamcı karşı-devrimcilerin, Kâbil’deki Stalinist rejime karşı savaşlarında kilit rol oynadı ve Amerikan CIA’inin coşkulu desteğini aldı. Eski CIA direktörü William Casey, yazılarında, Bin Ladin’e verilen bu destekten bahsetti. Fakat birçok köpek, dönüp sahibini ısırmıştır. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından, bin Ladin, bu kez Doğu Afrika’daki ABD elçiliklerinin bombalanmasını organize ederek, dikkatini Amerika’ya yöneltti.
CIA’in Afganistan’daki kahraman ve cesur “özgürlük savaşçısı”, bir gece içinde birdenbire “uygarlığın düşmanı” haline geldi. Bu eski yakın müttefikler arasında ne geçti ve bunlar arasında ne tür ayrılıklar çıktı? Afganistan’daki Moskova yanlısı rejimi devirmeye bulaştığında, bin Ladin, Amerikan egemen sınıfının nazlı gözdesi ve Suudi kraliyet ailesinin güvenilir, sadık adamıydı. Şimdi birdenbire cani ve dünyanın en büyük teröristi oluverdi! Onun cani ve gerici bir terörist olduğu doğrudur. Fakat bu yeni bir hadise değildir: Usame’nin Amerika’nın tam desteğiyle Afganistan’ın işçi ve köylü kitlelerine karşı kanlı savaşı başlattığı en başından beri durum buydu.
Amerikalıları öfkelendiren şey, soğuk savaşın bitişinin ardından, bu karşı-devrimci gangsterlerin ve eşkıyaların, yavaşça onların kontrolünden çıkmış olmalarıydı. Köktendinciliğin değişmiş olması değildi. Köktendincilik o aynı kuduz köpekti, sadece tasmasından kurtulmuştu! Amerikalılarla ayrılıklar, ABD emperyalizminin Irak’a saldırdığı ve bu İslamcı köktendincilerin bazılarının, özellikle bin Ladin’e bağlı El Kaide Örgütünün, Suudi Arabistan’da Amerikan birliklerinin varlığına karşı çıktığı 1991 yılında yüzeye çıktı. “Müslüman bir ülkedeki (Afganistan) yabancılar” olarak gördükleri Sovyet birliklerine karşı savaşan aynı köktendinci yobazlar, şimdi aynı mantıkla Amerika aleyhine dönüyorlardı.
Amerikan birliklerinin Arap topraklarındaki varlığı, köktendinciler arasındaki kutuplaşmayı hızlandırdı. Köktendinci grupların, CIA tarafından kontrol edilen çıkarına düşkün liderleri, Amerikan birliklerinin varlığı konusunda pasif kalmış ve böylece tabandaki desteklerini hızla kaybetmişlerdi. Sonuç olarak Amerikalıların ve onların Müslüman dünyadaki uşak devletlerinin kontrolünden çıkan çok daha aşırı köktendinci eğilimler ortaya çıktı.
Washington rüzgâr ekip fırtına biçmişti. El Kaide gibi daha zengin ve daha iyi örgütlenmiş köktendinci militan gruplar, Amerikalılar ve Suudiler tarafından kendilerine verilen fonları ve silahları kullanarak, Cezayir, Sudan, Mısır, Irak, Suriye, Türkiye, Tacikistan ve Keşmir gibi çeşitli Müslüman ülkelerde üs kamplar kurdular. 23 Şubat 1998’de, (CIA tarafından inşa ettirilen) Host kampındaki bir toplantıda, Uluslararası İslami Cephe, ABD’ye karşı cihat ilân eden bir manifesto yayınladı. Deklarasyon, yedi yıldan uzun bir süredir, ABD’nin, İslam toprağı olan Arap yarımadasını işgal ettiğine değiniyordu. Toplantı, Amerikalıları öldürmenin her Müslümanın görevi olduğunu ifade eden bir fetva yayınladı. Afrika’daki ABD elçiliklerinin bombalanması, söz konusu güçler tarafından başlatılan cihadın bir parçasıydı.
Eski müttefikleri ve yardakçıları tarafından ihanete uğradıklarını fark eden ABD emperyalistlerinin öfkesi sınır tanımadı. Önce bombalayarak, sonra da onlarca yıllık savaş yüzünden zaten sarsılmış olan milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun açlığına ve yetersiz beslenmesine neden olan zalim bir yaptırım rejimini uygulayarak, hüsranlarının acısını Afgan halkından çıkardılar. Birleşmiş Milletler’e göre Afganistan’da muhtemelen 4 milyona yakın insan açlığın eşiğinde bulunmaktadır. Üstelik bu, mevcut krizden önceydi. Usame, kuşkusuz etkilenmedi. O sadece, “manevi dostu” Taliban lideri Molla Ömer’le birlikte, Host kampından Kandahar’daki güvenli bir sığınağa taşındı.
Terörizm Gericiliği Güçlendirir
ABD’ye yönelik son terörist saldırı, duruma tümüyle farklı bir unsur kattı. Terörizm gerici bir mücadele yöntemidir ve sınıf mücadelesine yabancıdır. Marksistler ve işçi hareketinin üyeleri, terörizmi -hem devlet terörizmini hem de bireysel terörizmi- her yerde kayıtsız şartsız mahkûm ederler. ABD’deki son barbarca terörist saldırılar, kesinlikle daha büyük bir gericiliğin ve iğrenç bir eylem ve karşı-eylem döngüsü içinde daha büyük bir terörizmin yolunu açacaktır. Bu, kısa sürede, hem ülke içinde işçi sınıfı karşıtı politikaları hem de uluslararası ölçekte vahşi politikalarını çok daha kolay uygulayacak olan ABD’nin gerici egemen sınıfını güçlendirecektir. Bireysel terör, devlet terörüyle yanıtlanacaktır.
Terör, ihtiyaç duyulduğu her an egemen sınıf tarafından kullanılmıştır. Bu da bir istisna değildir. Zaten Bush da 11 Eylül olaylarına, “terör eylemleri değil, savaş eylemleri” demiştir: diğer bir deyişle o, saldırıları, nokta hedefli cruise füzelerinden ibaret bir sorun olarak değil, bir açık savaş sorunu olarak ele alacaktır. O halde bu savaşın hedefi kim olacaktır? Bush buna çoktan yanıt vermiş bulunmaktadır: “Bu eylemleri yapan teröristlerle onları himaye edenler arasında hiçbir ayrım yapmayacağız.” Bu, Amerika’nın, bin Ladin ve benzerlerine yataklık eden ülkelerin askeri üslerine saldırılar düzenlemeyi düşündüğü anlamına geliyor: öncelikle kanayan Afganistan’a kuşkusuz, ama aynı zamanda da muhtemelen Irak, Sudan, Suriye ve İran’a, ve belki de saldırgan planlarında onunla işbirliği yapmayı reddederse, Pakistan’a bile.
Washington bin Ladin’in son vahşete karıştığına dair hiçbir kanıt ortaya koymamasına rağmen, yine de Afganistan’ı saldırıyla tehdit etti. Bu, bölgede yeni ve karmaşık bir duruma yol açtı. Afganistan’a karşı fiili Amerikan savaş deklarasyonundan sonra, BM tüm elemanlarını tahliye etti ve bir sonraki uçuşla yabancı STK üyeleri İslamabat havaalanına geldiler. Yüz binlerce Afganlı, Tacikistan, İran ve Pakistan sınırlarına akın ederek ülkelerinden kaçmaya başladı. Bunların büyük çoğunluğu Tacikistan ve İran’a yöneliyor, çünkü Afganistan’a karşı bir savaşta, Pakistan’ın Amerikalılar tarafından vurulacağına inanıyorlar. Bu arada Çin de, Pakistan ve Afganistan sınırlarını kapattı. Pakistan elçilik görevlileri Kâbil’i boşalttı. Pakistan ordusu, Afganların girişini durdurmak için sınır boyunca güvenliği arttırdı. Afgan ve Pakistan ordusu arasındaki sınır gerginliği, bir savaş ihtimaline doğru tırmanıyor. Afganistan içinde, temel ihtiyaç maddelerinin, özellikle de petrolün fiyatı, kitlelerin sefaletini daha da arttırarak, %50 oranında yükseldi. Örneğin buğday ununun fiyatı, 7 kilosu 80.000 Afgani’den (Afgan para birimi) 120.000 Afgani’ye yükseldi.
Taliban kuvvetlerini hazırlıyor ve bölgedeki durumu yakından takip ediyor. Bu yıl Kâbil’deki askeri törenler, Taliban’ın hâlâ en az 50 adet omuzdan atılan Stinger füzesi olduğunu açığa vurdu. Eskiden kalmış, sayısı bilinmeyen T-59’ları ve 55 Sovyet tankları var. Ellerinde bulundurdukları diğer malzemeler 130-155 kalibrelik toplar ve 122 ve 107’lik roketleri içeriyor. Bazı MI helikopterleri ve 12,7 ve 14,5 mm’lik uçak savarları da bulunuyor. Ayrıca çok sayıda tanksavar füzeleri bulunuyor. Ellerinde bir miktar MIG ve Sokari savaş uçağı da var.
ABD emperyalistleri tereddüt ediyorlar, çünkü kendileri için çok kötü sonuçları olabilecek bir çatışmaya çekileceklerinden korkuyorlar.
Pakistan’daki Durum
Pakistan’daki durum şu anda çok gergin, özellikle kuzeybatı sınırında ve Belucistan’da. Pakistan’ın tüm büyük havaalanları ordu tarafından işgal edilmiş durumda ve ABD ve Avrupa elçilikleri çok sıkı biçimde korunuyor. Tıpkı çokuluslu şirketlerin çalışanları gibi, Pakistan’daki tüm ABD’li ve Avrupalı çalışanlar da tahliye edildi.
Askeri rejim -ve özellikle de Pakistan askeri aygıtı- Afganistan’a karşı Amerikalılara ve NATO kuvvetlerine destek sağlama konusunda bölünmüştür. Pakistan Ulusal Güvelik Konseyi ve Federal Kabine, 15 Eylülde, Afganistan’a bir saldırı durumunda ABD ile tam işbirliğini genişleteceğini duyurdu. Aynı gün Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell, komşu devlete karşı girişilecek askeri harekâta ilişkin olarak, Pakistan’ın ABD’nin tüm şartlarını kabul ettiğini doğruladı. Bu şartlar şunlardır: Afganistan sınırının kapatılması, Afganistan’a petrol yardımına son verilmesi ve Pakistan’da havaalanlarının ve yer imkânlarının kullanımına izin verilmesi. Bu durum Pakistan’ı iki ateş arasında tehlikeli bir cambaz ipinde yürümeye zorlayacaktır. Fakat İslamabat’ın bu durumda başka bir seçeneği yoktu: ABD ile işbirliğini reddetmek, ABD ordusu tarafından olası bir saldırı ya da en azından yıkıcı ekonomik yaptırımlar ve ABD’nin Keşmir sorununda Hindistan’ı desteklemesi anlamına gelebilirdi.
ABD, ISI’nın İslamcı terörist grupların arkasında olduğundan ve uzlaşmacı bir ruh hali taşımadığından şüphelenmektedir. Öte yandan eğer Pakistan, Afganistan’a karşı bir Amerikan savaşını desteklerse, askeri aygıtın köktendinci kesiminin -Taliban ile sıkı ittifak içinde olan- iktidarı ele geçirmeye çalışabileceği ihtimaliyle birlikte, iç savaşa bile dönüşebilecek muazzam şiddette bir iç tepki söz konusu olacaktır. Pakistan istihbarat örgütü ISI ve ordu içinde, politik ve dini görüşü Pakistanlı cihat gruplarından ya da Taliban’dan farklı olmayan güçlü bir kesim -gerçek boyutunu ölçmek çok zordur- bulunmaktadır.
Pakistan’daki bu köktendinci gruplar, şimdiye kadar askeri aygıtın bu kesimlerinin kendilerine arka çıkmasının keyfini sürdüler. Pakistan’ın, bu köktendinci grupları (aynı merkezi komutaya sahip olan ve Taliban’la bağlantısı bulunan), Mayıs-Haziran 1999’da, Kargil’de Hindistan’la çarpışırken kullandığı açıktır. Amerika ile de “savaşta” olan köktendinci örgüt Harekat-ül Ansar (HUA), Keşmir’de Amerikalıları öldürmüştü. Şimdi bu grupları kontrol altına almak istiyorlar.
Sadece Lahor’da 80 olmak üzere, bütün ülkede 5900 dini okul var, Pencap’ta 2500 dini okul eğitim veriyor. İçişleri Bakanlığı, Pencap’taki bu okulların büyük çoğunluğunun, Taliban ile sıkı politik bağları olan Deobandi düşünce okuluna bağlı olduklarını saptamıştır. Pakistan için Laskar-e-Tayyba (LT), Harkat-ül-Mücahidin (HUM) ve diğer köktendinci grupları yasaklama meselesi hiç de kolay değildir. Bu grupları yasaklamak, ordu içinde çatışmaya neden olur. Bir başka sorun da, bu köktendinci örgütlerin, Pakistan’da, Rawalpindi gibi ordunun hakim olduğu bölgelerde karargâhlarının bulunmasıdır.
Hiç şüphe yok ki, Pakistan egemen sınıfı şimdi şeytanla okyanus arasında sıkışmış durumdadır. Bir yandan ABD acımasız bir baskı uygulamaktadır. 11 Eylülde ABD’de bulunduğu için yeterince şanssız olan ISI Şefi General Mahmut Ahmed’e, Washington’da Colin Powell ve Pentagon şefleri tarafından zor saatler yaşatıldı. Öte yandan Pakistan askeri aygıtının İslamcı köktendinciliğe eğilim duyan kesimlerinden gelen bir tehdit söz konusudur. Bunlar Taliban’la yakından bağlantılıdırlar. Eski Ordu Kurmay Başkanı Mirza Aslam Baig, Pakistan’da Amerikan birliklerine izin verdiği takdirde, bunun başta Pakistan olmak üzere tüm bölge için felâket olacağı doğrultusunda Müşerref’i sert bir biçimde uyardı. General Müşerref’in yakında Çin’i ziyaret etmesi bekleniyor ve NATO’nun ve Amerikan birliklerinin bu bölgedeki faaliyetleri konusunda Çin’in çok dikkatli olduğu bilinmektedir. General Müşerref’in Pekin’de soğuk karşılanması çok muhtemeldir.
Savaş ihtimali Pakistan için bir kâbustur. Zaten Taliban, Pakistan eğer Afganistan’a karşı Amerika’ya destek verirse, savaş ilân edeceği yönünde bir demeç yayınlamıştır. Taliban Pakistan’ı hedef alan çok sayıda scud füzesini Durand hattı boyunca (Afganistan ile İngiliz kontrolündeki Hindistan arasına sınır çeken, İngilizlerin dayattığı hat) yerleştirmiştir. Pakistan tarafından büyütülen Taliban, şimdi iki ucu keskin -daha keskin kenarı Pakistan’a yönelmiş- bir kılıca dönüşüyor. Afganistan’daki köktendinci gericiliğe onyıllardır verdiği örtülü destek politikası için, bu hain politika için, İslamabat’ın aldığı mükâfat budur. Sonunda bumerang geri döndü.
Şu anda tehdit eden durum Pakistan için felâket olacaktır. Zaten milyonlarca Afganlı mülteci Pakistan’da yaşamaktadır ve ülkenin her yanına dağılmışlardır. Üstelik Durand hattının -Afganistan ile 1400 millik sınır- her iki yanında da aynı insanlar vardır: Peştunlar. Afganistan’a yönelik bir ABD saldırısının etkileri, Afgan mülteciler arasında olduğu kadar, Pakistan’daki Peştunlar arasında da büyük bir karışıklığa yol açar. Pakistan’da ulusal sorun çözülmemiştir ve potansiyel bir barut fıçısıdır.
İslamabat’taki askeri rejim Amerika ve NATO kuvvetleriyle işbirliği yaparsa, sınırın her iki yanındaki Peştun halkı, diğer milliyetlerden çok daha fazla zarar görecektir ve bu bir öfke dalgasının zincirlerinden boşalmasına yol açacaktır. Bu, Pakistan devletine karşı, diğer milliyetlere de yayılacak açık bir ayaklanmaya dönüşebilir. Pakistan’da ezilen milliyetlere karşı şiddetli bir baskı vardır, özellikle de Belucistan’ın güneyinde. Hatta muhtemeldir ki, Afganistan’daki Amerikan saldırısı bu tip kuvvetleri zincirlerinden boşaltabilir ve Pakistan dağılmaya başlayabilir. Bu, Pakistan’ın işçi ve köylüleri için kâbus olur.
Kitleler hâlâ aklı karışık ve şaşkın durumdalar, fakat askeri rejime ve ABD’ye karşı muhalefet büyüyor. Kitleler arasında ABD emperyalizmine karşı büyük çaplı bir düşmanlık var. Daha şimdiden PPP liderliği kaostadır ve Benazir Butto rejimi destekleyerek taviz vermiştir. Şimdilik en büyük gürültüyü, kitlelerin içgüdüsel anti-emperyalist ruh hali üzerine oynayan köktendinci gruplar çıkarıyorlar. Karaçi ve Pakistan’ın diğer şehirlerindeki pazarlarda, bin Ladin’in resimleri göze çarpacak biçimde “Büyük Mücahit” diye sergileniyor ve insanlar bin Ladin’in fotoğrafını satın alıyorlar. Fakat işçi sınıfı bir kez kendi bayrak ve sloganları altında mücadele etmeye başlar başlamaz, bütün bunlar değişebilir. Kitlelerin karışık anti-emperyalist ruh hali, kolayca, rejim karşıtı, anti-kapitalist, anti-emperyalist bir harekete dönebilir. Fakat bunun olması için doğru bir önderlik gereklidir.
Tehlikeli Bir Macera
Pakistan askeri rejimi giderek artan ölçüde çaresizlik sinyalleri veriyor. ISI şefi öncülüğünde bir heyet, Taliban’dan Usame bin Ladin’i Amerikalılara teslim etmesini rica etmek ve böylece Pakistan’ın korktuğu çatışmayı önlemek üzere İslamabat’tan Kandahar’a gönderildi. ISI şefi ABD yetkililerine, Taliban’a Usame bin Ladin’i teslim etmesi için üç gün mühlet verileceği mesajını iletti. Fakat bu hareket fena halde başarısız oldu.
Taliban rejimi, kendisinin 11 Eylül olaylarıyla ilgisinin olduğunu tekrar tekrar reddederek, bunu zaman kazanmak için kullandı. Taliban’ın bin Ladin’i hiçbir şekilde teslim etmeye razı olmayacağı açıktı. Teslim için tek olasılık, bin Ladin konusunda Taliban liderleri arasında açık çatışmaya dönüşecek bir bölünmedir. Din adamları konseyi olan Ulema meclisi, Usame konusunu tartışmak üzere Kâbil’de toplandı, fakat bu tahminen Taliban’ın halkını Kâbil dışına çıkarmasına fırsat vermek için yapılan başka bir oyalama taktiğiydi. Sonunda Bush’un sabrı tükendi ve açık bir ültimatom yayınladı. Bu aslında bir savaş ilânıydı.
Belki şimdi bile, bir çarpışmadan kaçınmak için bazı sürpriz hareketler olabilir. Afganistan ve Pakistan’ın güvenilmez politik bataklığında neredeyse her şey mümkündür ve her şeyin bir bedeli vardır. Ama asıl soru ABD’nin bir bedel ödeyip ödemeyeceğidir. Kısa yanıt ise hayırdır. Taliban’ı iktidara yerleştiren Washington, şimdi onu saf dışı bırakmakta kararlı. Taliban Afganistan’ın büyük kısmını kontrol ettiği müddetçe, rejimle herhangi bir pazarlık yapmazlar. Savaş hazırlıkları çoktan başladı.
Pakistan, denizle hiçbir bağlantısı olmayan bu ülkeye transit ticareti durdurarak, Afganistan’a mal gidişini engellemeye başladı. Haber kaynakları, Başkan Bush’un acil emrindeki hava savaş kuvvetlerinin neredeyse yarısını içine alan 82. ve 101. ABD hava tümenlerinin, Pakistan’da üslenmek üzere çoktan havalandığını iddia ediyorlar. Bu güçlerin büyük kısmı kuzey Pencap’a gönderilecek ve Dara İsmail Han şehri yakınında konumlanacak.
Amerikalılar Afganistan’la bir savaşa başladıkları takdirde, pek çok güçlükle yüz yüze geleceklerdir. Time dergisinin dikkat çektiği gibi: “Eğer buradaki savaş, 145 milyon nüfusu ve nükleer silahları bulunan, İslamcı köktendinci bir devlet olan Pakistan’a dönerse, Afganistan’daki Amerikan zaferi hızla feci bir bozguna dönüşecektir.” Afgan macerası sorunlarla dolu olacaktır. Öncelikle bu bir lojistik kâbustur. Çünkü Afganistan’ın alt yapısı 21 yıllık kesintisiz savaşla bütünüyle hasara uğramış durumdadır. Kayda değer hiçbir tren yolu ya da karayolu bulunmamaktadır. Eğer Amerika ve NATO kuvvetleri hava üslerini ülke dışından kullanarak işletmek zorunda kalırsa, bu oldukça güç olacaktır.
Afganistan, dağınık bir şekilde yayılmış doğal engelleri olan dağlık bir ülkedir ve ABD’ninki gibi modern yüksek teknolojili bir orduya hiç de uygun değildir. Fakat tek başına hava saldırıları, Washington’un savaş hedeflerini gerçekleştirmeye yetmeyecektir. Taliban’ın defedilmesi, büyük olasılıkla, Kâbil ve diğer büyük şehirlerin ele geçirilmesine ve işgaline yol açan bir kara harekâtını gerektirecektir. Köktendinci üs kamplarının bulunduğu, Amerikan askeri kontrolü dışındaki sarp kırsal bölge yine kalacaktır.
Amerika Vietnam savaşından beri kara kuvvetlerini kullanma konusunda tereddüt etmiştir. Afganistan’da bir savaş kazanmak Amerikan kuvvetleri için son derece güçtür. Salt Kâbil’i kontrol etmek, hiçbir işgalciye, Afganistan’ın geri kalan kısmı üzerinde bir hakimiyet sağlamamıştır. Afgan halkı, son 21 yılın bir sonucu olarak, gerilla savaşı taktikleri konusunda iyi eğitilmiştir. ABD’nin, Taliban’ı defettikten sonra, Afganistan’ın eski kralı olan Zahir Şah’ı getirmeyi planladığı söylenmektedir. Bir diplomat “bize, ABD saldırıları sonrası Afganistan’ın birleşik ve yaşayabilir bir devlet olarak kalması için de, Zahir Şah’ın gerektiği söylendi” demektedir. Ne müthiş bir fikir! Ülke toptan yok edildikten sonra, bir mezarlığın tepesinde yeni bir devlet kurmak için 86 yaşındaki bir eski kralı istiyorlar.
Washington aynı zamanda kendisini Kuzey İttifakı’na da dayandırmaya çalışıyor. Taliban ve Kuzey İttifakı arasındaki savaş, Kuzey İttifakı’nın muhalif komutanı Ahmet Şah Mesud’un suikasta uğramasından sonra şiddetlendi. Suikast girişiminden sonra ağır şekilde yaralanan ve 13 Eylülde ölen Mesud, Burhaneddin Rabbani önderliğindeki ve Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri dışındaki tüm ülkeler tarafından hâlâ resmen tanınan Badahşah merkezli birleşik cephe hükümetinin savunma bakanıydı. Kuzey İttifakı kuvvetleri, onun öldürülmesinden ISI ve Taliban’ı sorumlu tuttular.
Saldırıdan önceki son röportajında Mesud, doğru bir şekilde, Pakistan olmaksızın “Taliban’ın altı aydan fazla dayanamayacağı”na işaret etmişti. Paris’te Avrupa Parlamentosuna hitap ettiği son Avrupa ziyaretinde Ahmet Şah Mesud, -yine doğru bir şekilde- “Pakistan Ordusu ve ISI’nın Taliban rejiminin arkasında olduğunu” belirtti. Ahmet Şah, Amerika’yı da bu kez savaşın Afganistan’la sınırlı olmayacağı konusunda uyardı.
Kuzey İttifakı Afganistan’ın sadece %5’ini kontrol etmektedir, geri kalan kısım Taliban’ın kontrolü altındadır. ABD’deki 11 Eylül terörist saldırılarının ardından Kuzey İttifakı, roket rampalarını kullanarak Kâbil’e füze saldırısı yaptı. Kuzey bölgesindeki ağır savaş devam ediyor. Rusya birliklerini Tacik sınırı yakınında yoğunlaştırmış durumdadır, İran da Afgan sınırına yakın birliklerini arttırıyor. Savaş ateşi tüm bölgede doruğa tırmanıyor.
Amerikan İşçi Sınıfına Çağrı
İşçi hareketi, sorumlusu kim olursa olsun bireysel terörizmi mahkûm eder. Fakat bir şey çok açıktır: Afganistan’daki Taliban gericiliğinin sorumlusu ABD emperyalizmidir. Afganistan’daki deforme işçi devletine karşı mücadelelerinde köktendincileri silahlandıran ve finanse edenler onlardır. Afganistan’daki mevcut barbarlıktan tümüyle onlar sorumludur. Kendi yarattıkları şey şimdi onlara karşı dönmüş durumda. ABD yardımını kullanan Taliban, artık güvenilir bir kukla olmadığını ortaya koyuyor ve şimdi eski efendisine meydan okuyor.
Marksistler bireysel terörizmi kınarlar, fakat biz sonuçları çok daha zalimce ve insanlık dışı olan devlet terörizmini de kınarız. Afgan halkı şimdi korkunç bir durumla yüz yüzedir. Tarifsiz acılara neden olan BM yaptırımlarından sonra, şimdi de bomba ve füzelerle tehdit ediliyorlar. Bu terörizmin en kötü şekli değil de nedir? Bu “resmi” terörizm konusunda BM, İnsan Hakları Grupları, STK’lar ve tüm Sosyal Demokrat reformist liderler suskunlar. Bu, terörizmle savaşma isteklerini hiç fırsat yitirmeden ifade eden, ama ABD emperyalizminin Irak, Afganistan ve diğer yerlerdeki terörist eylemlerini destekleyen söz konusu uzmanların iki yüzlülüğünü açık bir şekilde göstermektedir.
Gerçekte Afganistan’da savaşa girişen Amerikan emperyalistlerinin niyeti, terörizme karşı mücadele etmek değil, ABD’nin dünya hakimiyetini yeniden kurmak ve Ortadoğu, Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarına gözdağı vermektir. Afganistan’a saldırma bahaneleri, Afganistan’ın bin Ladin’i barındırmasıdır; fakat buna ilişkin en küçük bir kanıt ortaya koymamışlardır. Öte yandan ABD emperyalizminin bütün dünyadaki -Afganistan da dahil- terörist grupları desteklediği, silahlandırdığı ve finanse ettiğine dair oldukça fazla kanıt bulunmaktadır.
Sıradan Amerikalılar terörist zulme ve barbarlığa karşı olduklarını söylediklerinde, onlara inanabiliriz. Fakat bu konuşmalar Bush ve Amerikan aygıtı tarafından yapıldığında inanmayız. 11 Eylüldeki terörist saldırı açık bir vahşet eylemidir, fakat bu suçla uğraşmanın sorumluluğu, çok daha büyük suçların sorumlusu olan Amerikan egemen sınıfının eline bırakılamaz.
Amerikan işçi sınıfının ilk görevi, mevcut durumun gerçek nedenlerini anlamaya çalışmaktır. Sorunun temel nedenleri, Amerika’nın uzağında değildir, bunlar Afganistan’da değil bizzat Amerika’nın içindedir. Amerika’nın ve diğer sözde uygar (yani kapitalist) dünyanın egemen sınıfları, eninde sonunda bu korkunç katliamı üreten koşulları yaratmaktan sorumludurlar. Faaliyetleriyle, yeni ve çok daha kötü barbarlıkları hazırlıyorlar.
Amerikan işçi sınıfı, 11 Eylül felâketinin yol açtığı derin şoktan kurtulduğu zaman, içeride ve dışarıda yüz yüze geldiği sorunun gerçek nedenini anlamaya başlayacak ve kendi egemen sınıfına karşı mücadele etmeye başlayacaktır. Amerikan egemen sınıfının propaganda makinesi tarafından mütemadiyen aptallaşmayacaktır. Muazzam güçteki Amerikan işçi sınıfı, bir kez eyleme geçtiğinde, tüm dünya durumunu değiştirecektir.
Amerikan işçi sınıfının düşmanları, CIA ve onun kuklaları tarafından yönetime getirilen korkunç Taliban rejimi altında dehşet verici baskılara maruz kalan Afganistan’ın ezilen yığınları değildir. Gerçek düşmanınız içerdedir: o Amerikan emperyalizmidir. Egemen sınıftan, onun vahşi ve zalim politikalarından ve merhametsiz ikiyüzlülüğünden kopmak, Amerikan işçi sınıfının tarihsel görevidir. Amerika’nın Afganistan’a yönelik saldırısına karşı çıkmak ve savaşın, ölümün, terörizmin, ırkçılığın, açlığın, işsizliğin ve küresel ölçekteki sömürünün gerçek nedeni olan kapitalist sisteme karşı mücadele etmek zorunludur.
Bu feci savaşlara, terörizme ve köktendinciliğe son vermenin tek yolu, işçi sınıfının iktidarı alması ve toplumun sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmesidir.
Afganistan ve Pakistan’ın işçileri olan bizler, dünyanın bu bölgesine Amerikan emperyalizmi ve NATO kuvvetlerinden gelen tüm saldırıları şiddetle kınayacağız. Saldırıları yalnızca kınamakla kalmayacağız, emperyalist saldırıya direnmek üzere işçi sınıfını emeğin ve sendika hareketinin bayrağı altında seferber etmek için, kapitalizme ve toprak ağalığına karşı mücadele etmek ve sosyalizmin bayrağını yükseltmek üzere sistemin krizinden yararlanmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız.
Keta, Pakistan
[Bu yazının İngilizce orijinali www.marxist.com adresinde yer almaktadır.]
link: Doktor Zayar, Afganistan, Bin Ladin ve Amerikan Emperyalizminin İkiyüzlülüğü, 26 Eylül 2001, https://marksist.net/node/157
Baş Düşman İçerde!
Küreselleşme ve MAI