2 Temmuz 1993’te 35 insanın yakılarak can verdiği Sivas katliamının 14. yıldönümüne denk gelen günler genel seçimlerin de hemen öncesine rastlayınca, Aleviler ve Alevilik seçimler bağlamında sıkça gündeme gelmeye başladı. Gazetelerdeki yazı dizilerinden televizyonlardaki tartışma programlarına kadar pek çok yerde, Alevilerin siyasetle ilişkisi ve seçimlerde nasıl tutum alacakları tartışılıyor. Bu arada Alevi dernekleri de seçimlerde ortak tutum takınmak için toplantılar düzenliyor. Bütün bu çabalarla, Türkiye nüfusu içinde önemli bir orana sahip Alevi kitlesine, Sivas katliamında gericiler eliyle öldürülen canlar da hatırlatılarak, belirli bir yön verilmeye çalışılıyor.
Zaten, 28 Şubatta gerçekleştirilen “balans ayarının” ardından yeniden düzenlenen burjuva siyaset arenasında, Aleviler, statükocu “laikçi” güçlerce doğal müttefik olarak algılanmış ve duyarlılık gösterdikleri konular yine bu güçler tarafından daha yoğun istismar edilmeye çalışılmıştı. Aleviler, 27 Nisan muhtırasına uzanan süreçte uygulamaya konulan psikolojik harekâtla da milliyetçiliğe ve CHP’ye yedeklenmeye uğraşılıyordu. Bugünse çeşitli Alevi örgütlenmeleri eliyle Cumhuriyet mitinglerine yoğun katılımı sağlanan Alevi kitlelere, Sivas, Maraş, Çorum katliamlarının ardındaki gerçek güçlerin arkasında saf tutturulmuş oldu. Halen de bu güçlerin peşinden gitmesi ve seçimlerde statükocu partileri desteklemesi için uğraşılıyor.
Elbette, Türkiye’de gelişen ve derinleşen çelişkiler karşısında Alevilerin yekpare biçimde davrandığını iddia etmek doğru olmayacaktır. Zira Alevilik dinsel bir kimliktir ve Aleviler de bu toplumun tüm bireyleri gibi farklı sınıflara mensupturlar. Bu yüzden Alevilik siyasal tercihlerin ve yönelimlerin belirlenmesinde tek başına belirleyici olamaz.
Kapitalist gelişmeyle birlikte Alevilerin büyük kitlesinin artık şehirlerde yaşadığı ve “şehirleşme” ile birlikte geçmişin içe kapalı yaşam tarzından uzaklaştıkları ve yoğun bir sınıfsal ayrışma süreci yaşadıkları bir gerçektir. İstanbul’da büyük bir holdingin sahibi olan bir Aleviyle, Çorum’da küçük bir toprak parçasında tarımla uğraşan bir Alevi köylünün taleplerinin aynı olması şüphesiz ki söz konusu değildir. Keza bir Alevi işçinin de bu her iki kesimle taleplerinin örtüşmesi mümkün değildir. Bu farklılaşma ve kentleşme Alevileri farklı partilere yöneltebiliyor. Artık geçmişte olduğu gibi belirli merkezlerde toplanmış ve blok olarak kullanılan Alevi oylarından bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden değişik sınıf ve katmanlar içerisindeki Alevilerin siyasal tercihlerinin aynı doğrultuda olmayacağını kestirmek zor olmayacaktır. Ancak yine de, “şeriat” korkusu ile yönlendirilen Alevilerin, geniş kesimleri itibarıyla burjuvalar arasındaki cepheleşmede statükocu milliyetçi kesimlerin tarafında yer aldığını da ifade etmek gerekiyor.
Seçimlerde Alevilerin tutumu
Çok partili hayata geçişle birlikte Alevilerin çoğu, önce “Yeter söz milletin” diyen Demokrat Parti’yi, ardından da büyük ölçüde Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’ni desteklemişti. Daha sonra kentlere göç etmeye başlayan Aleviler, 1970’lerden itibaren yükselen işçi sınıfı hareketini kontrol altına alabilmek için sol bir söylemle boy gösteren CHP’nin sadık seçmeni oldu. 12 Eylül darbesinin ardından da büyük ölçüde CHP çizgisini sürdüren partileri destekledi.
Alevilerin parlamentoda temsil edilmek için çeşitli zamanlarda oluşturdukları, Birlik Partisi, Demokratik Barış Hareketi ve Barış Partisi girişimleri ise genelde başarısız oldu. 1964 yılında kurulan Birlik Partisi, görece demokratik seçim sistemi sayesinde aldığı %2,8 oyla 8 milletvekili çıkarmış, ancak bu milletvekillerinin çoğu sonra Adalet Partisi’ne geçmişti. 90’lı yıllarda, Alevi burjuvalardan Ali Haydar Veziroğlu’nun finansal desteğiyle kurulan Barış Partisi ise seçimlerde hiçbir varlık gösterememiş, ardından da feshedilmişti.
22 Temmuzda yapılacak milletvekilliği seçimlerinde Alevilerin büyük ölçüde milliyetçi-devletçi partileri, özellikle de CHP’yi desteklemesi bekleniyor. Yükseltilen milliyetçi dalgayla beraber MHP son dönemde özellikle İç Anadolu ve Ege bölgelerinde yoğunlaştırdığı faaliyetleriyle Alevi oylarına göz dikmiş durumda. MHP, Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı Genel Başkanı Timur Ulusoy’u İstanbul’dan, Cem TV ortaklarından Ebuzer Özgür Çakmak’ı İzmir’den, Hasan Süzer’in kızı Cennet Teker’i ise İstanbul’dan aday gösterdi. AKP bile İstanbul’dan Reha Çamuroğlu, Tunceli’den ise eski milli atlet Haydar Doğan ve Kevser Fatime Akyürekli’yi aday göstererek Alevi oylarına talip oldu. Ancak CHP, 2007 milletvekilliği genel seçimlerinde de, psikolojik savaş teknikleri ile toplumda yaratılan laik/anti-laik kutuplaşmasından faydalanarak Alevi oylarının büyük kısmını alacak gibi görünüyor. Yapılan kimi araştırmalara göre, 22 Temmuz seçimlerinde Alevi seçmenlerin yüzde 70’i CHP’ye, geri kalanı da ÖDP’den AKP ve MHP’ye kadar yayılan geniş bir yelpazedeki partilere oy verme eğiliminde. Zaten Alevi derneklerinin 19-20 Mayıs günlerinde Ankara’da yaptıkları eğilim belirleme toplantılarından çıkan sonuçlar da bu yönde oldu.
20 Mayıs 2007’de Ankara’da toplanan Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, AKP iktidarına dur demek için, CHP-DSP güç birliğini eksik bulsa da, seçimlerde CHP’ye destek vereceğini ilan etti. Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu tarafından düzenlenen “Alevi Bektaşi Meclisi”nin sonuç bildirgesinde “Alevi Bektaşi Meclisi Alevilerin siyasi alana kendi demokratik hakkını kullanarak katılmayı ve müdahil olmayı zorunlu görmektedir. Çünkü Türkiye’deki siyasi partilerinden hiç biri ülkemizin genel ve Alevilerin sorunlarına ilişkin ciddi bir siyasi çözüm projesi üretmemiştir” belirlemesi yapıldıktan sonra “Henüz bütün solu temsil etmekten uzak mevcut CHP-DSP seçim işbirliği zaman kaybetmeden solun diğer renklerini de hemen kucaklamalı ve Alevi Bektaşi kurumlarının belirlediği milletvekili adayları da kendi listelerinden doğrudan aday gösterilmelidir” denerek, kontenjan isteğiyle beraber CHP’ye destek verildiği ifade edildi.
Toplantıya katılan CHP’nin Alevi kökenli milletvekili Ali Rıza Gülçiçek “Alevilerin Cumhuriyet kazanımları için bir kez daha fedakârlıkta bulunacağı”nı belirterek, devletçi partinin yıllardır kullandığı argümanların halen geçer akçe olduğunu ortaya koydu. 1964’te Aleviler tarafından kurulan Türkiye Birlik Partisi’nin tarihini yazan araştırmacı Kelime Ata ise, “ortada başka alternatif yok. Alevilerde CHP’ye oy verme alışkanlığı var ama bu mantıklı bir alışkanlık değil. Aleviler kerhen CHP’ye oy verecek” diyerek Alevilerin oyunu kim bilir kaçıncı defa “kerhen” de olsa CHP’ye vereceğini belirtiyordu.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ise daha sol bir söylem kullanmakta ve AKP ve MHP gibi partiler aleyhine keskin sözler söyleyip bunlara oy verilmemesi gerektiğini savunmaktadır. Fakat Alevi kitleler için asıl önemli gözbağı durumunda olan CHP’yi sakınmaktadır. Nitekim bu derneğin başkanı Kazım Genç, “CHP-DSP güç birliğini, olumlu buluyor olmakla birlikte, yeterli bulmuyoruz. Şeriata karşı mücadelede, bir tek kum tanesine dahi ihtiyacımızın olduğunu düşünüyoruz” demektedir.
Yani, en geniş örgütlülüğe sahip Alevi dernekleri, Kemalizm merkezli ve tabii ki sol söylemli bir bileşime oy vermek istediklerini beyan ettiler. Oysa haklı tarihsel duyarlılıklara ve kaygılara sahip Alevi kitleler Kemalizmle hesaplaşma cesaretini gösteren bir bakış açısına sahip olmadıkları sürece, bugün ve yakın gelecekte egemen sınıf içindeki çatışmanın en karanlık oyunlarına dayanak olmaktan kurtulamayacaklardır. Üstelik sözde şeriatçılara karşı oldukları için statükocu burjuvalara verilen destek, yükselen Kürt düşmanı milliyetçi dalgaya hizmet edecektir.
Emekçi Aleviler ne yapmalı?
Uzun bir tarih kesiti boyunca Sünni İslam şeriatı ile ezilmiş olmanın getirdiği kaygılar nedeniyle, buna karşıymış gibi görünen devletçi-laik güçlere sarılan Alevilerin kendi yaşadıklarından öğrenmeleri gereken çok şey var. Bunun için de ilk önce gözlerindeki Kemalizm bağından kurtulmaları gerekiyor. Statükocu burjuvaların laiklik duyarlılığı bugüne kadar Alevilerin Alevi olmaktan kaynaklanan ezilmişliklerini ortadan kaldırmadı ya da onların kendilerini ifade etmelerini sağlayacak demokratik gelişmelerin önünü açmadı.
Benzeri demokratik sorunların çözümünde olduğu gibi bugün Alevilerin demokratik haklarının yaşam bulabilmesi için de işçi sınıfının mücadelesine ihtiyaç var. Burjuvazinin, hele Türkiye’deki gibi en küçük demokratik hakları tanımaktan ödü kopan ödlek bir burjuvazinin Alevilere özgürlük alanları açmasının ya da bugüne kadarki sicilinin ortaya koyduğu gibi Alevileri korumasının imkânı yok. Zaten bugün var olduğu düşünülen laikliğin de özde değil, sözde bir laiklik olduğu unutulmamalı. Devlet ve din işlerinin tam ve kesin ayrılığının sağlandığı, dinin bireylere ve cemaatlere bırakıldığı, dolayısıyla Diyanet İşleri gibi kurumların ortadan kaldırıldığı, din derslerinin okullardan kaldırıldığı, hiçbir dinsel faaliyete devlet desteğinin yapılmadığı gerçek laiklik uygulamaları bugün yoktur ve bir işçi iktidarına kadar da burjuvazi bunların hayata geçmesini önleyecektir.
Kemalizmin laikliği, bütçesi beş bakanlığın bütçesine denk bir Diyanet İşleri kurumunun varlığına, Alevi köylerine bile kurulan camilere, okullarda Alevi çocuklarına da zorla verilen Sünni din eğitimine ve devletçe maaşa bağlanmış on binlerce din adamına dayanır. Bu yüzden de Alevilerin sempatisini eksik etmedikleri Kemalist laiklik bugüne kadar Alevilerin herhangi bir yarasına merhem olmamıştır. Aksine, ihtiyaç duyduğunda dinsel farklılıkları kışkırtarak faşist sürüleri Alevilerin üzerlerine sürmüştür. Bundan sonra da ihtiyaç duyduğunda Alevilere karşı provokasyonlar örgütlemekten geri durmayacaktır. Burjuvazi dünyanın hiçbir yerinde bu türden kışkırtmalardan vazgeçmiş değildir. En gelişmiş burjuva demokrasilerinde de işçiler dinsel, etnik vb. hassasiyetlerle birbirine düşürülmektedir. Bu yüzden Avrupa Birliği gibi demokrasi getireceği umulan burjuva birliklerden medet ummak da boşunadır.
İşçi sınıfının Alevi inancına sahip unsurları da kurtuluşu Aleviliğe dayalı örgütlülüklerde aramamalıdır. Çünkü Alevilik bir sınıf olmadığı gibi farklı sınıflardan gelen insanların ortaklaşabileceği bir siyasal çizgi de değildir. Tabanı emekçi Alevilere dayanan, maddi gelir kaynaklarını ise Alevi burjuvaların bağışlarına dayandırmış olan Alevi örgütlerinin solculuğu da CHP ile sınırlıdır. Bu tür örgütlerin varlık sebebi de emekçi Alevileri bu sınırda tutmaktır. Oysa doğru bir bilince sahip olmak için başlangıç noktası, burjuva Alevi ile işçi Alevinin ortak bir çıkarının bulunmadığını kavramaktan geçmektedir.
Türkiye’nin savaş ve olağanüstü rejim tehdidi altında ciddi bir siyasal kriz döneminden geçtiği bugünlerde, seçim olağan bir seçim olmaktan çıkmıştır. Şeriat tehdidi ile korkutulan emekçi Alevi kitleler de burjuvalar arasındaki kavgada ve beraberinde Kürt halkına karşı yükseltilen savaşta, burjuvazinin bir koluna payanda edilmek istenmektedir.
Ordunun baskılarını arttırdığı, Kürt halkına karşı milliyetçiliğin azdırıldığı bu zehirli atmosferde emekçi Aleviler, statükocu burjuvaların ekmeğine yağ sürecek tutumlardan kaçınmalıdırlar. İşçilerin ve diğer emekçilerin yaşadığı ve ileride yaşayacağı sorunlarla ancak örgütlü, militan bir mücadele ile baş edebileceği açıktır. Ancak işçi sınıfının örgütlülükleri bugün zayıf, dolayısıyla etkisizdir. Bu yüzden, diğer öncü işçiler gibi Alevi öncü işçiler de burjuvazinin amaçlarına hizmet eden örgütler, dernekler yerine işçi sınıfının militan mücadeleci örgütlülüklerine güç vermeli ve kurtuluşun ancak böylesi bir mücadele ile mümkün olabileceğinin farkına varmalıdırlar. Devrimci işçi örgütlerini güçlendirmeden yol almanın mümkün olmadığını bilerek, düzen partilerinden ve onlara destek veren örgütlenmelerden uzak durmalıdırlar. Burjuva partilerine kerhen oy vermek yerine onlara karşı gönülden mücadele etmeyi seçmeyenlerin, başlarına gelenlere karşı söyleyecek sözleri olamaz.
link: Selim Fuat, Aleviler ve Seçimler, Temmuz 2007, https://marksist.net/node/1545
Ekim Devrimi ve Enternasyonalizm
İdeolojinin Önemi ve Sınıf Temeline Oturmayan Devrimcilik