Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez geçtiğimiz günlerde temsil ettiği resmi devlet ideolojisinin Alevilere ve Alevilerin ibadethaneleri olan cemevlerine bakışını yansıtan bir açıklama yaptı. Görmez’in çelişkilerle, tutarsızlıklarla ve Sünni devletin kibriyle bezeli açıklaması devletin Alevisi olmayacaklarını defalarca dile getiren Alevilerin ve tutarlı demokratların haklı tepkisini çekti. “Biz dini statü veremeyiz, statüyü ancak bu yolun bizatihi sahipleri belirleyebilirler” diyen Görmez’in sözlerinin devamı şöyle: “Alevilik meselesini teolojik bir tartışma zeminine çekmeden, sadece sosyal, hukuki zeminde konunun ele alınması gerektiğini hep ifade etmişimdir. Bizim daima iki kırmızıçizgimiz olmuştur, bundan hiçbir zaman vazgeçmedik. Bir tanesi; Aleviliğin İslamın dışında bir yol olarak tarif edilmesi. Çünkü bin yıllık tarih bunu yalanlıyor, doğru olmadığını ortaya koyuyor. İkincisi de; cemevlerinin caminin alternatifi, başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesi. Ama kendi tarihinde var olduğu şekliyle ocakların talepleri doğrultusunda özgürce kendi geleneklerini, kendi kültürlerini, kendi inançlarını yaşamalarının da hem İslamın, hem hukukun onlara verdiği bir hak olduğunu düşünüyorum.”
Cemevlerini geleneksel Sünni İslam bakışına göre yorumlayan bu sözler, AKP’nin başından beri sürdürdüğü asimilasyon odaklı politikanın bir kez daha dile gelmiş ve billurlaşmış halidir. Görmez, son derece muğlak bir ifadeyle, dini statünün ancak bizatihi bu yolun sahipleri tarafından belirlenebileceğini söylüyor. Ancak temsil ettiği devlet yüzyıllardır ezilen “bu yolun sahiplerinin” demokratik taleplerine ve inanca saygı isteklerine kulaklarını tıkıyor. Alevilerin kendi inançları hakındaki görüşlerini, inançlarını, ibadethanelerini itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Osmanlı İmparatorluğu zamanından bu yana ezdiği, sürdüğü, katlettiği Alevilerin neye inanacağını, nereyi ibadethane olarak göreceğini, kültürel ihtiyaçlarını nerede karşılayacağını tayin etmeye çalışıyor. Bu en âlâsından bir “statü belirleme”dir ve üstelik Alevilerin aleyhinde bir statü belirlemedir. Buna göre Aleviler, Sünni İslama ve dolayısıyla devlete yakın olmalı. Taleplerde bulunmamalı, devletin inayet ve hoşgörüsüne sığınmalı. İslamın içinde bir yol olarak İslama uygun davranmalı. Yani Alevilerin devletin resmi dini dışında bir dine veya inanışa bağlı insanlar olarak eşit yurttaşlık hakları olmamalı!
Alevilik meselesi gerçekten teolojik bir zemine çekilmeyecekse, Aleviler dışında hiçkimsenin Aleviliğin İslamın içinde ya da dışında bir yol olup olmadığı konusunda konuşma hakkı yoktur. Ama devletin Diyanet İşleri Başkanı tam da bunu yapıyor. Aleviliğin İslamın dışında bir yol olarak tarif edilmesinin kendilerinin kırmızıçizgisi olduğunu ifade ediyor. Alevilerin bile bu konuda kırmızıçizgiler dayatmadığı, bazı Alevilerin Aleviliği İslamın bir parçası, bazılarının İslamın dışında bir inanış, bazılarınınsa sadece kültürel-geleneksel bir çerçeve, bir öğreti olarak tanımladığı durumda, Alevilikle ilgisi olmayan birinin Aleviliğin İslamın içinde olduğunu dile getirmesi despotça bir zihniyetin ürünüdür. Ancak din işlerinden sorumlu bu zat sadece görüş bildirmekle kalmıyor, bunun kendileri için kırmızıçizgi olduğunu buyuruyor. Üstelik Aleviliğin Sünni devlet egemenliği altında ezildiği bin yıllık tarihi buna kanıt olarak göstermekten çekinmiyor.
Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Başkanı “mesele sosyal ve hukuki zeminde ele alınmalı” diyor ama sorunu dönüp dolaşıp teolojik alana getiriyor. “Hukuki zeminde” ise, hükümet, Alevi dedelerine maaş bağlamak, cemevlerini ibadethane statüsü vermeksizin kültür merkezleri olarak tanımak gibi uyduruk düzenlemeler dışında hiçbir adım atmaya yanaşmıyor. Resmi devlet politikasının, AKP’nin sözde Alevi açılımlarının ve Diyanet İşleri Başkanının açıklamalarının Alevilerin bu denli tepkisini çekmesinin nedeni işte tam da budur. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, bu sorunun özü siyasaldır ve çözme yükümlülüğü de hükümettedir:
“Alevilerin «eşit yurttaşlık ilkesi» temelinde ileri sürdüğü bu demokratik ve siyasal taleplerin çözüm alanı siyaset alanıdır ve bu noktada muhatap da devleti temsilen hükümettir. Oysa AKP hükümeti, Alevilerin karşısına Sünni ulemayı muhatap olarak çıkartarak, sorunu ilahiyat alanına transfer etmiş, sorun bir anlamda mezhepler arasında dinsel bir uzlaşma sağlama sorununa dönüştürülmüştür. Böylelikle Alevilerin talepleri Sünni ulemanın insafına ve onayına bırakılmıştır. AKP, sorunu Sünni ve Alevi kesimler arasındaki karşılıklı önyargıların ortadan kaldırılması, karşılıklı birbirini daha iyi tanıma ve geçimsizliğin sona erdirilmesi olarak takdim etmekte, adeta karı-koca geçimsizliğini gidererek onları uzlaştırmaya çalışan tarafsız hakem görüntüsü sergilemek istemektedir. Hâlbuki devlet ve onu temsilen hükümet, sorunun doğrudan ve tek muhatabıdır, tarafsız hakem olmadığı gibi, sorunun açıkça ezen-egemen tarafıdır. Sorun, karı-koca geçimsizliği değil, bunların yasalar karşısındaki eşitsiz konumudur. Sünniliğin devletin fiilen resmi dini olarak örgütlenmiş olması ve Alevilerin hem yasal çerçevede hem de fiilen baskı ve asimilasyona tâbi tutulması sorunudur.” (Oktay Baran, Alevi Çalıştayları ve Laiklik Sorunu, MT, Mart 2010)
Geçmişten bu yana devlet tüm olanaklarını Sünni inancını tüm topluma kabul ettirmek, Sünniliği tek meşru ve makbul inanış kılmak için kullanıyor. Bu despotik, dayatmacı ve asimilasyoncu zihniyet, bir yandan sorunun kaynağını beslerken bir yandan kitlelerden bu sorunları yok saymalarını, biat etmelerini, devlete sığınmalarını istemektedir. Kitleleri bu yolda ayrıştırmaya ve düşmanlaştırmaya çalışmaktadır.
İnkâr üzerine kurulu resmi politikanın ayrıcalıklı temsilcisi Görmez’in “kırmızıçizgimiz” olarak tabir ettiği ikinci konu cemevlerinin caminin alternatifi, başka bir inancın mabedi olarak gösterilmesiymiş. Alevi örgütlerinin ve Alevilerin tüm tepkilerine rağmen, devletin onların ibadethanelerini cami olarak görme tutumu devam ediyor. Az buçuk demokrat olanlar, dinler, inançlar ve o inançların gerekleri söz konusuysa, o inançlara sahip olanların beyanlarını esas alır. “Senin ibadethanen cemevi değil, camidir” demek hiçbir kişinin, kurumun ve devletin haddine değildir. Görmez, bu sınırı fazlasıyla aştığı yetmiyormuş, devlet Alevilere olmadık zulümler yapmıyormuş gibi, Alevilerin kendi tarihlerine uygun şekilde, ocaklarının talepleri doğrultusunda özgürce kendi geleneklerini, kendi kültürlerini, kendi inançlarını yaşayabileceklerini söylüyor. Sanki lütufmuş gibi, üstten bir dille hem İslamın hem de hukukun onlara bu hakkı tanıdığını dile getiriyor. Oysa bu koca bir yalandır. Devlet Alevilerin inanç ve kültürlerine her fırsatta müdahale ettiği gibi, en temel demokratik taleplerini bile karşılamaktan uzak durmaktadır. En basitinden, zorunlu din dersi tahakkümü devam etmektedir; Alevilerin inanç ve ibadet merkezi olarak gördükleri cemevlerinin halen yasal statüsü yoktur vb.
Devletin dümenini eline alan, bu sözleri eden Diyanet İşleri Başkanına astronomik fiyatlı Mercedesleri layık gören AKP-Erdoğan devleti, Alevi açılımı yapacağını, sorunu çözeceğini iddia etmişti. Zaten AKP ve şefi Erdoğan, sorunu çözecekmiş gibi yapma, yanılsamalar yaratma ama hiçbir somut adım atmama konusunda hep ustaydı. AKP zihniyetinin bu tutumu şaşırtıcı değildir. Bu durum biriken sorunlar ve keskinleşen çelişkiler yaratıyor. Bu açıklamalar, bu zihniyet açıkça ayrımcılık yapıyor, kin ve düşmanlık yaratıyor. Alevi sorununu daha da büyütüyor. Alevi kitleler, zorunlu din derslerinin kaldırılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığının tasfiyesini, Alevi köylerine cami yapılmasına ve imam atanmasına son verilmesini, atanan imamların geri çekilmesini, çocuklarının imam-hatip liselerine zorlanmamasını, karma eğitimin tartışma konusu yapılmamasını, cemevlerinin yasal bir güvenceye kavuşturulmasını, toplumsal yaşamda ayrımcı uygulamalara son verilmesini, Alevilere dönük katliamların dosyalarının yeniden açılıp tüm sorumluların yargılanmasını ve Madımak Otelinin müzeye dönüştürülmesini istiyorlar.
Oysa devlet ve Sünni entelijensiya ne yapıyor? Aleviliği kültürel ve sosyal bir mefhuma indirgemeye çalışıyor, Aleviliğin de Sünniliğe eşit düzeyde bir inanç olduğunu kabul etmiyor. Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması talebini din düşmanlığı olarak göstermeye, Sünni halkı bu kurumun kalkanı haline getirmeye çalışıyor. Diyanet İşleri Başkanlığına devasa bir bütçe ayırıyor. Okullarda zorunlu din derslerinde ısrar ediyor. Eğitim sistemindeki değişikliklerle çocuklarının din dersi almasını istemeyen ailelere bile imam-hatipleri dayatıyor. Karma eğitimin gayri ahlâkî sonuçlar doğuracağı yalanlarını yayıyor. Alevilere dönük pogromlardan biri olan Maraş katliamının yıldönümünde protestocuların Maraş’a girmesine izin vermiyor. O günleri hatırlatırcasına Alevilerin evlerinin işaretlendiği provokasyonlara imza atıyor. Madımak Oteli ile ilgili taleplerle açıkça dalga geçiyor. Alevi örgütleri Diyanet İşleri Başkanının açıklaması üzerine tepkilerini eylemlerle, suç duyurularıyla göstermeye çalışırken ayrımcı politikalar tam gaz devam ediyor. Diyanet’e bağlı Din İşleri Başkanlığı internet sitesinden Alevilerle evlenilip evlenilmeyeceği üzerine gelen sorular üzerine Müslüman olmayanla evlenilmeyeceği şeklinde fetva veriyor.
Alevi toplumunun sorunları, böyle samimiyetsiz ve anti-demokratik tutumlarla çözülemez. Asimilasyoncu-dayatmacı yaklaşım Alevileri kendi talepleri etrafında daha sıkı kenetliyor. Alevi kitleler “devletin Alevisi olmayacağız” diyerek, demokratik hakları için, geçmiştekine göre çok daha güçlü ve örgütlü bir mücadele yürütüyorlar. Demokratik hak ve özgürlükler için yürütülen bu mücadelenin gelişmesi, hiç kuşkusuz Diyanet’in ve devletin dayatmalarını boşa çıkarmanın da güvencesi olacaktır.
link: Ezgi Şanlı, Alevilerin Talepleri ve Diyanet’in Kırmızıçizgileri, 13 Ocak 2016, https://marksist.net/node/4826
İşçi Sınıfı ve Güvensizlik
Emperyalist Dış Politikanın Çöküşü ve Tehlikeler