Türkiye savaş ve olağanüstü rejim tehdidi altında ciddi bir siyasal kriz döneminden geçiyor. 22 Temmuzda yapılması öngörülen erken genel seçime bu kriz şartlarında gidilmektedir ve ne yazık ki bu süreç işçi sınıfı hareketinin son derece zayıf ve örgütsüz olduğu koşullarda yaşanmaktadır. Bu gidişatın tüm acı faturasını ödeyecek olan işçi sınıfı, emekçi katmanlar ve Kürt halkıdır. Bu nesnel ve öznel şartlar altında biçimlenen seçim sürecinde, işçi sınıfı devrimcilerinin görevi, sürecin gerici-faşizan niteliğini teşhir etmek ve burjuva kamplardan bağımsız devrimci bir sınıf çizgisinin gerekliliğini propaganda etmektir.
Statükocu güçler Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, laiklik sorunu, kısmi demokratik açılımlar sorunu, AB ile entegrasyon sorunu, asker-sivil bürokrasinin siyaset üzerindeki geleneksel ağırlığı, Türkiye’nin yeni dönem uluslararası saflaşmalardaki konumu gibi temel siyasal sorunlarda kendi izledikleri çizginin dışına çıkmayacak bir hükümet istiyorlar. Bu nedenle AKP’nin yeniden hükümet olamaması için ant içmiş görünmektedirler. ‘80 öncesinde faşist darbeye doğru yol alınan süreçte kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerine benzer güncel formüllerin (örneğin CHP-MHP koalisyonu gibi) ortalıkta uçuşuyor olması boşuna değil.
Tam burada seçimlere ilişkin boykotçu tutumun yanlışlığına da işaret etmek gerekiyor. Biz böylesi bir tutumun mevcut duruma uygun olmadığını düşünüyoruz. Niyet ne olursa olsun bu yanlış tutum darbeci güçlere karşı çıkması gereken blokun gücünü zayıflatacak ve son tahlilde statükocuların ekmeğine yağ sürecektir.
Bugün Türkiye’de yaşanan siyasal kriz, dünya ölçeğinde ilerleyen çatışmalı bir emperyalist yeniden paylaşım süreci içinde daha da derinleşmektedir. Türkiye’nin de bir parçası olduğu Ortadoğu’nun bu süreçte kilit bir yer tutması, Kürt sorununun derinleşerek yeni boyutlar alması, yaşanan siyasal kriz sürecinin arka planındaki önemli faktörlerdir. Marksistler seçimlere ilişkin olarak, statükocu burjuva kampın yarattığı kutuplaştırma ve cepheleştirmenin gerisinde yatan bu geniş arka plana işaret ederler.
Bu koşullar altında ilerleyen seçim süreci, halk yığınlarında belirli bir politizasyona da yol açmış bulunuyor. Böyle bir ortamda, savaş naraları eşliğinde darbeciliğe yönelen statükocu güçlere ve onların politik hedeflerine öncelikle vuran net bir tutum ortaya koymak önemlidir. Ama bununla yetinmemek ve
Demokrasi havariliğine soyunan AKP hükümeti, darbecilerin itip kakmalarına maruz kalmakla birlikte, olağanüstü gidişi tersine çevirebilecek tek güç olan emekçi kitlelerin seferberliğinden öcü gibi korkmaktadır. Bu nedenle AKP hükümeti bu tür bir seferberliğin önünü açabilecek demokratik açılımlardan kaçınmakta ve darbecilerin yükselttiği gerici dalgaya uyarlanan boyun eğici bir hat izlemektedir. Bir yandan bayrak ve milliyetçilik yarışında onlara katılıp Kürt düşmanlığına ortak olurken, diğer yandan polis devletini güçlendirici adımlar atmaktadır. O halde hükümetin darbeci baskıları engellemesi, şovenist-milliyetçi zehri bertaraf etmesi mümkün olmadığı gibi, şimdiye kadarki pratiğinden de malum olduğu üzere, işçi-emekçi kitlelerin diğer yakıcı ekonomik-demokratik taleplerini karşılaması da mümkün değildir. Bu bağlamda, “düzen partilerine oy yok” şiarı özellikle öne çıkarılmalıdır.
İşçi ve emekçi kitlelerin yaşadığı ve önümüzdeki süreçte daha da acılı bir şekilde yaşayacağı sorunların ancak işçi sınıfının örgütlü militan mücadelesiyle aşılabileceği açıktır. Fakat ne yazık ki bugün işçi sınıfı son derece örgütsüz ve dağınıktır ve bu nedenle de siyaset sahnesinde bağımsız sınıfsal gücünü ortaya koyamamaktadır. İşçi sınıfı içerisinde anlamlı bir güce sahip ve onun önderliğine aday bir devrimci partinin eksikliği burada temel olmakla birlikte, işçilerin en küçük mücadele girişimlerinin bile daha doğdukları noktada boğulmasına olanak veren 12 Eylül Anayasasının ve yasalarının temelde hâlâ yürürlükte olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İşçi sınıfı bugün hâlâ temel demokratik haklardan yoksun durumdadır. Darbeci basınç ve olağanüstü rejime doğru gidiş nedeniyle demokratik taleplerin daha da önem kazandığı mevcut şartlarda mücadelenin bu boyutunu öne çıkarmak özel bir önem taşımaktadır.
İşçi cephesini örelim, darbeci güçleri püskürtelim!
Savaş kışkırtıcılığına, şovenizme, milliyetçiliğe hayır!
Kürt halkının demokratik-siyasal hakları tanınsın!
Düzen partilerine oy yok!
12 Eylül Anayasası çöpe! Sınırsız söz, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü!
link: Marksist Tutum, Seçim ve Görevler, 15 Haziran 2007, https://marksist.net/node/1529
Bürokrasinin Sultası ve Sendikal Birleşmeler
ÖSS Duvarını da, Kapitalizm Duvarını da Yıkalım!