Karşı-devrimci komplo dönemi 3 Aralık 1905’te İşçi Temsilcileri Sovyeti tutuklamasıyla başladı. Petersburg’daki Aralık grevi ve ülkenin çeşitli yerlerindeki Aralık ayaklanmaları, devrimin Ekimde elde ettiği mevziyi korumak için gösterdiği kahramanca bir çabaydı. Bu süreçte Petersburg’daki işçi kitlelerin önderliği, ilkinden kalanlarla birlikte bazı yeni seçilmiş temsilcilerden oluşan ikinci Sovyete geçti. İlk Sovyetin yaklaşık üç yüz üyesi, üç Petersburg cezaevine kapatılmıştı. Bunların kaderi, yalnız kendileri için değil egemen bürokrasi için de uzun süre bir sır olarak kaldı. Sağlam haber kaynaklarına sahip basın, Adalet Bakanı’nın işçi temsilcilerinin mahkeme tarafından yargılanması olasılığını kesinlikle reddettiğini bildirdi. Eğer bunların tamamen açık olan faaliyetleri suç idiyse, o halde bu faaliyetlere göz yummakla kalmayıp, Sovyetle doğrudan temasa geçen üst idarenin oynadığı rol de Bakana göre suçtu. Bakanlar kendi aralarında tartıştılar, jandarmalar sorguları yürüttüler ve temsilciler tek kişilik hücrelerinde kaldılar. Aralık ve Ocaktaki cezai sevkler döneminde, Sovyetin sonunda askeri mahkemenin eline düşeceğini düşünmek için her türlü neden mevcuttu. Nisan sonunda, birinci Dumanın ilk günlerinde tüm ülke gibi işçi temsilcileri de bir genel af bekliyordu. Bu yüzden, bekleyişleri ölüm cezasıyla serbest kalmak arasında salınıyordu.
Sonunda sarkacın hareketi bir karşı-kuvvetle karşılaştı. Goremikin’in Duma (veya anti-Duma) hükümeti, Sovyet davasını, incelenmek üzere, zümre temsilcilerinin yardımcılığındaki Adalet Divanı’na[1] gönderdi.
Jandarmalarla savcıların hazırladıkları dokunaklı bir karışım olan iddianame, bu olağanüstü dönemin bir belgesi olarak önemlidir. Bu belge, tıpkı polis karakolunun bahçesindeki kirli su birikintisinin güneşi yansıtması gibi yansıtır devrimi. Sovyet üyeleri, birisi en fazla sekiz yıl diğeriyse iki yıl zorunlu çalışmayı gerektiren iki ayrı maddeden suçlanıyordu. Bu satırların yazarı, küçük bir deneme yazısında[2] bu suçlamanın hukuksal temelini –daha doğrusu böyle bir temelin kesinlikle varolmadığını– incelemiştir. Söz konusu yazıyı, parlamentoda Sovyet davasına ilişkin bir soru önergesi vermeleri amacıyla, Ön Tutukevi’nden birinci Dumadaki sosyal demokrat kanada göndermiştir. Birinci Dumanın dağıtılması ve sosyal demokrat kanadın mahkemeye çıkarılması nedeniyle, bu önerge hiçbir zaman verilmemiştir.
Halka açık olması planlanan duruşmanın tarihi 20 Haziran olarak belirlenmişti. Bütün Petersburg fabrikalarını ve atölyelerini bir protesto mitingleri dalgası kasıp kavuruyordu. İddia makamının, Sovyet Yürütme Komitesinin kendi kararlarını kitlelere empoze etmeye çalışan bir grup komplocu olduğunu iddia etmesine rağmen; liberal basının, Aralık olaylarından sonra her gün, Sovyetin “safdil devrimci yöntemleri”nin yeni “anayasal” düzen altında yalnızca sakin bir yaşam sürmek isteyen kitleler için çoktan çekiciliğini yitirdiğini tekrarlamasına rağmen; fabrikalarında, hapisteki temsilcileriyle dayanışmalarını ilân eden, devrimci olaylara aktif katılımcı olmaktan yargılanmayı talep eden, Sovyetin yalnızca onların ortak iradelerinin icracısı olduğunu iddia eden ve Sovyetin çalışmasını başarıyla sonuçlandıracaklarına dair ant içen Petersburg’lu işçilerin kararlılıkları ve Haziran mitingleri, bu polis iftiralarının ve liberal ahmaklıkların muhteşem bir çürütülmesi oldu.
Mahkeme binasının avlusu ve çevredeki sokaklar askeri bir kampa dönüştürülmüştü. Petersburg’daki bütün polisler seferber edilmişti. Bu muazzam hazırlıklara rağmen duruşma gerçekleşmedi. Hem iddia hem de savunma makamlarının –daha sonra öğrendiğimize göre bakanlığın da– talebinin aksine, Adalet Divanı başkanı biçimsel bir bahaneyle oturumu 19 Eylüle –üç ay sonraya– erteledi. Bu çok ince bir politik manevraydı. Haziran sonunda, durum “sınırsız olanaklar”la doluydu: bir Kadet kabinesi de mutlakıyetin restorasyonu kadar mümkün görünüyordu. Yine de Sovyet duruşması, mahkeme başkanının kendinden tamamen emin bir politika gütmesini gerektiriyordu. Bu yüzden söz konusu beyefendi tarihe üç aylık bir düşünme süresi daha vermeye karar verdi. Ne yazık ki, bu diplomatik mütereddit, yalnızca birkaç gün sonra görevini bırakmak zorunda bırakıldı. İzlenmesi gereken yol tamamen Peterhof’ta belirleniyordu. Çar ve sadık uşakları mutlak bir merhametsizlik için bastırıyordu.
Duruşma 19 Eylülde yeni bir başkanla başladı ve Dumalar arası ilk dönemin en kritik evresinde, askeri mahkemeler döneminin balayında bir ay sürdü. Buna rağmen yine de, sorgulamanın tamamı değilse de büyük bir kısmı akıl almaz bir özgürlük içinde yürütüldü. Bu şaşırtıcı gerçeğin ardında bürokratik bir hile yatıyordu: anlaşılan bu, Stolipin kabinesinin Kont Witte’nin saldırılarını savuşturmak için seçtiği yoldu. Stolipin’in hesabı kusursuz doğruydu: duruşmada gerçekler ifşa edildikçe, hükümetin 1905 sonunda düştüğü küçültücü durum iyice açığa çıkıyordu. Witte’nin suç ortaklığı, ikiyüzlü entrikaları, Peterhof’a verdiği sahte güvenceler, devrime yaranmak için yaptığı çiğ girişimler; tüm bunlar, Sovyet duruşmasından yüksek bürokratik çıkarlar elde edildiğinin birer kanıtıydı. Sanıklara düşen tek şey, bu uygun durumdan politik amaçlar için yararlanıp, duruşmanın çerçevesini olabildiğince genişletmekti.
Yaklaşık 400 tanık çağrılmıştı; 200’den fazlası geldi ve mahkeme huzurunda ifade verdi.[3] İşçiler, fabrika sahipleri, jandarmalar, mühendisler, hizmetçiler, sıradan vatandaşlar, gazeteciler, posta memurları, öğrenciler, duma üyeleri, kapıcılar, senatörler, sokak serserileri, temsilciler, profesörler ve askerler bir bir tanık sandalyesinden geçerek hakimlerin, savcıların, avukatların –özellikle de sanıkların– sorularını yanıtladılar ve işçi Sovyetinin faaliyetlerinin olaylarla dolu resminin nokta nokta yeniden çizilmesini sağladılar.
Buligin Dumasının sonunu getiren Rusya çapındaki Ekim grevi; Kronştad denizcilerinin askeri mahkemeye verilmesi ve Polonya’nın yağmalanmasına karşı proletaryanın o soylu ve muhteşem protestosuna sahne olan Petersburg’daki Kasım grevi gösterisi; Petersburg işçilerinin sekiz saatlik işgünü için verdikleri kahramanca mücadele; son olarak da posta ve telgraf idaresinin cefakar kölelerinin Sovyet önderliğinde ayaklanması; bütün bunlar mahkemenin gözleri önünden teker teker geçti. Sovyetin ve Yürütme Komitesinin ilk defa mahkeme önünde açığa çıkan toplantı tutanakları, tüm ülkeye, proletaryanın temsili organının, işsizlere yardım örgütleme, işçilerle işverenler arasındaki anlaşmazlıkları çözme ve ekonomik grev eylemlerini yönetme doğrultusunda gösterdiği muhteşem çabayı günü gününe anlattı.
Tamamı birkaç cilt tutan stenografik duruşma kayıtları, bugüne dek yayınlanmadı. Ancak Rusya’nın politik koşullarındaki bir değişim bu paha biçilmez tarihsel belgeyi gün ışığına çıkarabilir. Eğer duruşma sırasında salonda bulunsalardı, bir Alman yargıç ve bir Alman demokrat aynı ölçüde şaşırırlardı. Abartılı sertlik ve sınırsız yetki burada garip bir bütün halinde birleşmişti, her ikisi de farklı açılardan, Ekim grevinin mirası olarak hükümet katmanlarına egemen olan kafa karışıklığını yansıtıyordu.
Mahkeme binası sıkıyönetim altına alınmıştı ve gerçekte askeri bir kampa dönüşmüştü. Avluda, girişte ve yan sokaklarda birkaç bölük asker ve Kazak bulunuyordu. Cezaeviyle mahkemeyi bağlayan koridor, mahkeme binasının her odası, sanıkların arka sırası, her köşebaşı, muhtemelen bacaların içleri bile kılıçlarını çekmiş jandarmalarla doluydu: bunlar, sanıklarla dış dünya –mahkemeye alınan yaklaşık 100-120 kişilik halk da dahil– arasında etten bir duvar oluşturmuşlardı. Ama otuz kırk avukatın cüppesi, mavi üniformalıların duvarını sürekli olarak delip geçmekteydi. Sanık bölümüne gazeteler, mektuplar, şekerlemeler ve çiçekler –sonsuz sayıda çiçek– getirilmekteydi. Yakalarda çiçekler vardı, ellerde ve kucaklarda çiçekler tutuluyordu, nihayet sıraların üstünde de çiçekler duruyordu. Mahkeme başkanı bu güzel kokulu davetsiz misafirlere müdahale etmeye cesaret edemedi. Sonunda, hüküm süren atmosferden dolayı “moralleri bozulan” jandarmalar ve mahkeme görevlileri çiçekleri sanıklara iletmeye başladı.
Ve sonra tanık olarak işçiler çağrıldı. Tanık odasında düzineler halinde toplanmışlardı ve mahkeme görevlisinin kapıyı açmasıyla bir devrimci şarkı dalgası başkanın kürsüsüne dek ulaştı. Bu işçi tanıklar çok çarpıcı bir görüntü oluşturuyorlardı. Beraberlerinde fabrika varoşlarının devrimci havasını getirmişlerdi ve mahkeme örfünün gizemli ciddiyetini öyle olağanüstü bir saygısızlıkla gözardı etmişlerdi ki, toplumun “saygın” kesiminden gelen tanıklar ve liberal gazeteciler onlara, güçsüzlerin her zaman güçlülere baktığı gibi, gıpta ve saygıyla bakarken, sapsarı kesilen mahkeme başkanı ancak ümitsizce ellerini açabiliyordu.
Duruşmanın daha ilk günü olağanüstü bir gösteriye sahne oldu. Mahkeme başkanı elli iki sanıktan sadece elli birini çağırdı. Ter-Mkrçtiants’ın ismini atladı.
“Sanık Ter-Mkrçtiants nerede?” diye sordu savunma avukatlarından Sokolov.
“Onun ismi sanık listesinden çıkarıldı”
“Neden?”
“E … şeyy … o idam edildi.”
Evet, 20 Haziranla 19 Eylül tarihleri arasında kefaletle serbest bırakılan Ter-Mkrçtiants, askeri ayaklanmaya iştirak etmekten Kronştad kalesinin surlarında idam edilmişti.
Sanıklar, tanıklar, savunma konseyi, halktan insanlar, herkes ölen kurbanın anısına saygı duruşuna geçti. Aklı karışan polis ve jandarma memurları da diğerleriyle birlikte ayağa kalktılar.
Tanıklar yemin etmek üzere yirmişerli otuzarlı gruplar halinde getiriliyorlardı. Pek çoğu iş kıyafetleriyle gelmişti, elleri işten dolayı kirliydi ve şapkalarını tutuyorlardı. Yargıçlara şöyle bir göz ucuyla bakıp bakışlarını sanıklara yöneltiyor, bizim sıralarımıza doğru enerjik bir şekilde eğiliyor ve yüksek sesle, “İyi günler, yoldaşlar!” diyorlardı. Sanki bir Yürütme Komitesi toplantısına bilgi almaya gelmiş gibiydiler. Başkan aceleyle yoklama yaptı ve tanıklara yemin etmelerini söyledi. Yaşlı bir rahip portatif bir mihrabın ardına geçti ve kendi meslek araçlarını uzattı. Ama tanıklar hiç oralı olmadı. Başkan çağrısını yineledi.
“Hayır, yemin etmeyeceğiz” diye yanıt verdiler birkaç ağızdan, “Biz böyle şeylere inanmayız.”
“Ama sizler Ortodoks inancına bağlı değil misiniz?”
“Polis kitaplarında söylenen bu, ama biz bu tür şeylere inanmayız.”
“Bu durumda siz gidebilirsiniz Peder, bugün hizmetlerinize ihtiyaç olmayacak.”
Polislerin dışında, Ortodoks rahiple birlikte yemin edenler sadece Lutherci ve Katolik işçilerdi. “Ortodoks” olanlar yemin etmeyi reddedip doğruyu söyleyeceklerine ant içmekle yetindiler.
Bu işleyiş, her yeni grup için monoton bir şekilde tekrarlanıyordu. Ancak bazen heterojen bileşimli bir grup tanık, yeni ve beklenmedik bir unsur getiriyordu.
“Yemin edecekler” diye seslendi başkan yeni bir grup tanığa, “ilerleyin ve rahibin karşısına gidin. Yemin etmeyecekler, geride dursun.”
Ufak tefek, yaşlı bir jandarma gruptan ayrılıp gösterişli bir şekilde portatif mihraba doğru ilerledi. Birbirine bakan ve ayaklarını yere vuran işçiler, geri durdular. Onlarla yaşlı jandarma arasında ünlü bir Petersburglu avukat, aile babası, liberal ve Duma üyesi olan tanık O. öylece kalakaldı.
“Yemin ediyor musunuz, tanık O.?” diye sordu başkan.
“Ben … ben … şey, evet …”
O halde, lütfen öne çıkın ve rahibin karşısına gidin.”
Tanık yüzünü buruşturarak tereddütle portatif mihraba doğru ilerledi: Omzunun üzerinden geriye baktı; arkasında kimse yoktu. Önünde ise jandarma üniforması içinde küçük bir adam duruyordu.
“Elinizi kaldırın.”
Yaşlı jandarma üç parmağını başının üzerine kaldırdı. Avukat O., elini hafifçe kaldırdı, etrafına baktı ve durdu.
“Tanık O.” dedi başkan kızgın bir sesle, “yemin edecek misiniz, etmeyecek misiniz?”
“Ne, evet, evet, tabii.”
Ve tereddüdünün üstesinden gelen liberal tanık, elini neredeyse jandarma kadar yükseğe kalırdı. Jandarmayla birlikte rahibin ardından yeminin çocukça sözlerini tekrarladı. Eğer bir ressam böyle bir sahneyi resmetseydi, ona kimse inanmazdı! Bu küçük mahkeme salonu olayının derin toplumsal sembolizmini herkes hissetmişti. İşçi sınıfından olan tanıklar davalılarla bakışıyor, “saygın” kimselerden gelenler ise utanç içinde başlarını eğiyordu. Düzenbaz başkan ise olayı zevkle izliyordu. Salonuna gergin bir sessizlik çökmüştü.
Başka bir sahne: Petersburg Duması üyesi olan Kont Tiesenhausen’ın ifadesi. Bu zat, Sovyet heyetinin bir dizi talepte bulunduğu Duma toplantısında bulunmuştu.
“Sayın tanık” dedi savunma avukatı, “silahlı bir milis oluşturulması talebi karşısında sizin kişisel tavrınız ne oldu?”
“Bu sorunun konuyla ilgisi yok” diye yanıt verdi Kont.
“Avukatın sorusu benim duruşmayı yürütme çerçeveme göre yerindedir” diye araya girdi başkan.
“Bu durumda, şunu söylemek isterim ki, o zamanlar silahlı milise sıcak bakıyordum, ama o günden bu yana fikrimi tümüyle değiştirdim.”
Ah, şu son bir yıl boyunca, kaç tanesi o konuda, kaç tanesi diğer konularda fikrini değiştirdi! Liberal basın bir yandan davalılara şahsen “tam bir yakınlık” duyduğunu ifade etmekle birlikte, taktiklerini yerin dibine batırmak için ne söyleyeceğini şaşırıyordu. Radikal gazeteler kederli bir gülümseyişle Sovyetin “yanılsamalar”ından bahsediyordu. Sadece işçiler kayıtsız şartsız bir sadakat gösteriyorlardı.
Pek çok sanayi tesisi, mahkemeye çağrılan tanıklar aracığıyla kolektif şahitliklerini ifade ediyordu. Sanıklar bu ifadelerin mahkeme dosyasına geçirilmesi ve duruşmalarda okunması konusunda ısrar ettiler.
Rasgele seçilmiş bir belgeye bakalım:
Biz aşağıda imzası bulunan Obuhov fabrikası işçileri, hükümetin İşçi Temsilcileri Sovyeti duruşmasını bir hukuk cinayetine dönüştürme eğiliminde olduğunu düşünüyoruz; hükümetin Sovyeti işçi sınıfına yabancı amaçlar güden bir avuç komplocu gibi göstermeye çalışmasına çok şaşırdık; burada ilân ediyoruz ki, Sovyet bir avuç komplocudan değil tüm Petersburg proletaryasının gerçek temsilcilerinden oluşmaktadır. Hükümetin Sovyete adaletsiz yaklaşımını ve özellikle de yoldaşlarımıza yöneltilen suçlamaları protesto ediyor ve hükümete bildiriyoruz ki, eğer hepimizin büyük saygı duyduğu yoldaş P.A.Zlidnev suçluysa biz hepimiz de suçluyuz ve bunu imzalarımızla kabulleniyoruz.
Bu karara, üzerinde 2.000 den fazla imza bulunan birkaç sayfa eşlik ediyordu. Kâğıtlar kirli ve buruşuktu; fabrikanın her bölümünde elden ele dolaştırılmışlardı. Obuhov kararı hiç de en sert ifadeleri kullanmamıştı. Başkan, bazılarını, hükümet ve mahkemeye karşı “aşırı uygunsuz” dillerinden dolayı okumayı reddetti.
Bu kararlara iliştirilen imzaların sayısı on binlerle ölçülüyordu. Çoğu mahkeme salonundan çıkar çıkmaz polisin eline düşen tanıkların şahitliği de, bu belgelere mükemmel bir yorum sağlıyordu. Savcıların büyük bir kararlılıkla bulmaya çalıştığı komplocular, isimsiz kahramanlar yığınının içinde tamamen erimişti. Sonunda, dıştan bakıldığında doğru davranış ölçülerini sürdürürken, bir yandan da utanç verici rolünü yerine getiren savcı, suçlama konuşmasında iki gerçeği kabullenmek zorunda kaldı: ilki, belli bir politik gelişme düzeyinde, proletaryanın sosyalizme doğru “çekilme” eğiliminde olduğu ve ikincisi, Sovyetin faaliyet gösterdiği dönemde işçi kitlelerinin ruh halinin devrimci olduğuydu.
Savcının teslim etmesi gereken önemli bir nokta daha vardı. “Silâhlı ayaklanma hazırlamak,” şüphesiz tüm duruşmanın kalbiydi.
“Sovyet silahlı ayaklanma çağrısı yaptı mı?”
“Aslına bakarsanız, yapmadı” diye yanıtladı bir tanık, “Sovyetin tüm yaptığı silahlı bir ayaklanmanın kaçınılmazlığı yolundaki ortak kanıyı formüle etmekti.”
“Sovyet bir Kurucu Meclis çağrısı yaptı. Onu kim kuracaktı?
“Halk!”
“Nasıl?”
“Tabii ki, zorla. Her yere ikna yoluyla varamazsınız.”
“Öyleyse, Sovyet işçileri ayaklanma için silahlandırdı?”
“Hayır, kendilerini savunmaları için.”
Başkan alaycı bir şekilde omuzlarını silkti. Ama sonunda tanıkların ve sanıkların ifadeleri, mahkemeyi bu “çelişki”yi kabul etmek zorunda bıraktı. İşçiler kendilerini savunmak için silahlanmışlardı. Ama onların eylemleri aynı zamanda –devlet iktidarı pogromların baş kışkırtıcısı olduğu ölçüde– ayaklanma amacı taşıyordu. İşte yazar da mahkeme önündeki konuşmasını bu soruna ayırmıştı.[4]
Savunmanın mahkemeye sonradan çok ünlü olan “Lopuhin Mektubu”nu sunmasıyla, duruşma doruk noktasına ulaştı.
Sanık ve onun savunma avukatı şunları söylüyordu:
Mahkemenin sayın bayları! Bizim pogromları hazırlamada ve örgütlemede devlet iktidar organlarının önder bir rol üstlendiği iddiamıza inanmamış görünüyorsunuz. Belki bu davadaki tanıkların sunduğu kanıtlar sizi ikna etmek için yeterli değil. Belki eskiden Devlet Dumasında İçişleri Bakanı olan Prens Urusov’un ifşaatlarını çoktan unuttunuz. Belki yeminli ifadesinde, pogromlardan söz etmenin kitleleri silahlandırmak için sadece bir bahane olduğunu söyleyen jandarma General İvanov’a inandınız. Belki de yine yeminli ifadesinde Petersburg’da bir tek pogrom bildirisi bile görmediğini söyleyen gizli polis memuru tanık Statkovski’ye inandınız. O halde buna bir bakın! Bu gördüğünüz polis müdürlüğünün eski başkanı Lopuhin’in İçişleri Bakanı Stolipin’e gönderdiği bir mektubun onaylı bir kopyasıdır.[5] Kont Witte’nin özel direktifiyle şahsen yürüttüğü araştırmalara dayanan bay Lopuhin, pogrom bildirilerinin tanık Statkovski’nin görevli olduğu gizli polis matbaalarında basıldığını; bu bildirilerin gizli polis ajanları ve monarşist partilerin üyeleri tarafından tüm Rusya’ya dağıtıldığını; polis departmanıyla Kara Yüzler arasında sıkı örgütsel bağlar bulunduğunu; Sovyetin faaliyet gösterdiği dönemde bu suç örgütünün başında bulunan ve saray komutanı sıfatıyla muazzam bir güce sahip olan General Trepov’un, polisin faaliyetlerini Çara rapor ettiğini ve pogromları örgütlemek için bakanlığın denetimi dışında devasa devlet fonlarına hükmettiğini ifade ediyor.
Ve başka bir gerçek, sayın baylar! Çok sayıda Kara Yüzler broşürü –bunlar ön soruşturma dosyasında elinizin altında bulunuyor– Sovyet üyelerini işçilere ait paraların üstüne oturmakla suçluyordu. Jandarma generali İvanov, bu broşürlerdeki bilgiye güvenerek, Petersburg’daki birçok fabrika ve tesiste özel bir araştırma (kuşkusuz hiçbir sonuç vermeyen) yürüttü. Biz devrimciler yetkililerin böyle yöntemler kullanmasına alışığız. Ama jandarma kuvvetini idealize etmekten uzak olan bizler bile, bu servisin ne kadar ileri gidebileceğinin farkına varmadık. Bugün ortaya çıkmıştır ki, Sovyeti işçilerin fonlarına el koymakla suçlayan bildiriler bizzat General İvanov’un jandarmaları tarafından hazırlanmış ve basılmış. Bu gerçek de bay Lopuhin tarafından doğrulanmıştır. Sayın baylar! Yazarının imzasını taşıyan mektubun bir kopyası işte burada. Bu değerli belgenin tümünün mahkeme önünde okunmasını talep ediyoruz. Ayrıca, Danıştay Üyesi Lopuhin’in bu duruşmaya tanık olarak çağrılmasını istiyoruz.
Bu ifade, yıldırım etkisi yarattı. Duruşma sona eriyordu ve başkan, fırtınalı bir yolculuğun ardından adeta sakin bir limana ulaştığını hissetmeye başlıyordu ki, aniden azgın denize geri fırlatıldı.
Lopuhin’in mektubu, Trepov’un Çara verdiği gizemli raporların niteliğine işaret ediyordu. Şimdi geçmişine sırt çevirmiş olan bu eski polis şefinin, sanıkların çapraz sorgusu altında bu imaları nasıl geliştireceğini kim söyleyebilirdi? Dehşete kapılan mahkeme, daha fazla ifşaat korkusuyla geri çekildi. Uzun tartışmalardan sonra, mektubu dikkate almayı ve Lopuhin’i tanık olarak çağırmayı reddetti.
Bunun üzerine sanıklar artık mahkeme salonunda işleri kalmadığını bildirdiler ve hücrelerine geri götürülmeyi istediler.
Bizler mahkeme salonundan çıkarıldık ve aynı zamanda savunma avukatımız da geri çekildi. Sanıkların, savunmanın ve halkın yokluğunda, savcı kuru ve “doğru” suçlama konuşmasını yaptı. Neredeyse bomboş bir salonda Divan kararını verdi. Sovyet, işçilere ayaklanma amacıyla silah temin etmekten suçsuz bulundu. Buna rağmen bu satırların yazarının da içinde bulunduğu on beş sanık, tüm kamu haklarından menedildi ve ömür boyu Sibirya’ya sürgüne mahkûm edildi. İki kişi kısa hapis cezası aldı. Geri kalanlar beraat etti.
Temsilciler Sovyeti duruşması, ülke üzerine büyük bir etki yarattı. Rahatlıkla denebilir ki, sosyal demokrat parti ikinci Duma seçimlerindeki muazzam başarısının büyük bir kısmını Petersburg proletaryasının devrimci parlamentosunun yargılandığı bu duruşmanın ajitatif etkilerine borçludur.
Duruşma, burada anılmayı hak eden bir olaya da neden oldu.
Kararın son haliyle halka duyurulduğu 2 Kasımda, Novoye Vremya’da, yurtdışından yeni dönmüş olan Kont Witte’nin bir mektubu yayınlandı. Bu mektupta Kont, sağ kanat bürokrasinin saldırılarına karşı kendini savunarak, Rus devriminin baş kışkırtıcısı olma onurunu reddetmekle –bunda haksız da değildi– kalmadı, Sovyet ile herhangi bir kişisel ilişkisi olduğunu da reddetti. Duruşmada tanıkların ve sanıkların ortaya koyduğu kanıtları “savunma amacıyla uydurulmuş” diyerek kendinden emin bir şekilde kabul etmezken, herhalde cezaevi duvarlarının ardından herhangi bir yalanlama geleceğini pek beklemiyordu. Ama yanılmıştı.
İşte 5 Kasımda Tovariş gazetesinde yayınlanan sanıkların ortak yanıt metni:
Bizler, kendi politik fizyonomimizle Kont Witte’ninki arasındaki farklılığın, biz proletarya temsilcilerini politik faaliyetimizin her aşamasında gerçeği söylemeye iten güdüleri eski Başbakana açıklayacak kadar net biçimde farkındayız. Ama savcının konuşmasından alıntı yapmanın yersiz olmadığını düşünüyoruz. Bize kökten düşman bir hükümetin maaşlı elemanı olan bu profesyonel suçlayıcı, bizim ifadelerimizin ve konuşmalarımızın kendisine iddia makamı –iddia makamı, savunma değil!– için gerek duyduğu tüm malzemeyi verdiğini kabul etti ve bizim mahkeme önündeki ifademizi dürüst ve içten diye tanımladı
Dürüstlük ve içtenlik, yalnız politik düşmanlarının değil, profesyonel hayranlarının bile Kont Witte’ye asla yakıştırmadıkları niteliklerdir.
Ortak yanıt daha sonra Kont Witte’nin inkârlarının[6] cüretkârlığını göstermek için belgesel delil gösteriyor ve duruşmanın bir özetiyle son buluyordu:
Kont Witte’nin inkârının amaçları ve güdüleri ne olursa olsun ve ne kadar acemice yapılmış olursa olsun, yayınlanması tam zamanında oldu. Sovyetin karşı karşıya kaldığı bu devlet iktidarının resmini tamamlamak için son fırça darbesiydi bu. Birkaç satırla bu resim hakkında tartışma özgürlüğümüzü kullanmak istiyoruz.
Kont Witte bizi adaletin ellerine teslim edenin kendisi olduğunu vurguluyor. Bu tarihsel yiğitliğin tarihi, yukarıda belirtildiği gibi 3 Aralık 1905’ti. Bizler, gizli polisin, daha sonra da jandarmanın elinden geçtik ve sonunda mahkemeye çıkarıldık. Gizli polis departmanından iki memur duruşmada tanık olarak ortaya çıktılar. Geçen yılın sonbaharında Petersburg’da bir pogrom hazırlanıp hazırlanmadığı sorusuna çok kesin bir “Hayır!”la yanıt verdikten sonra, pogrom çağrısı yapan bir tek broşür dahi görmediklerini eklediler. Ama polis departmanının eski müdürü olan Danıştay Üyesi Lopuhin, pogrom bildirilerinin o dönemde bizzat gizli polis idaresince basıldığını söyledi. Kont Witte’nin bizi ellerine teslim ettiği “adalet”in ilk aşaması bu kadardı.
Ayrıca, Sovyet davasıyla ilgili araştırmayı yürüten jandarmalar da mahkemeye çıktılar. Kendi ifadelerine göre, Sovyetin bazı paralara sözde el koymasıyla ilgili araştırmalarını savcının “yalancı ve düzenbaz” diye nitelediği Kara Yüzlerin broşürlerine dayandırmışlardı. Peki burada ne öğreniyoruz? Danıştay Üyesi Lopuhin bu yalancı ve düzenbaz bildirilerin bizzat Sovyet davasını araştıran jandarma karakolunda basıldığını söylüyor. İşte adaletin ikinci aşaması.
Ve ardından on ay sonra kendimizi mahkemede bulduk, duruşma başlamadan önce de ana hatlarıyla bilinen şeyleri söylememize izin verildi; ama biz, Sovyetin faaliyet gösterdiği dönemde ciddi anlamda bir devlet otoritesi bulunmadığını; en aktif organlarının yalnız yazılı yasaları değil tüm insani yasaları da çiğneyen karşı-devrimci yapılar haline geldiğini; en önemli makamlardaki devlet görevlilerinin Rusya çapında pogromlar gerçekleştirecek bir örgüt kurduklarını; Temsilciler Sovyetinin özünde ulusal savunu görevini yerine getirdiğini göstermek ve kanıtlamak için derhal bir girişimde bulunduk; bu gerçekleri göstermek ve kanıtlamak için, duruşmamız sayesinde ortaya çıkan Lopuhin’in mektubunun dava dosyasına yerleştirilmesini ve Lopuhin’in tanık olarak dinlenmesini talep edince, mahkeme, adalet taleplerine rağmen, güçlü elini uzattı ve ağzımızı kapattı. İşte adaletin üçüncü aşaması da böyle gerçekleşti.
Ve en nihayetinde, iş bitip, karar açıklandığında, Kont Witte sahneye çıkıyor ve artık alt edildiklerini düşündüğü politik hasımlarını karalamaya girişiyor. Tıpkı asla bir pogrom broşürü görmedik diyen gizli polis memurları kadar kesin bir şekilde, Kont Witte de, asla İşçi Temsilcileri Sovyeti ile ilişkisi olmadığını söylüyor. Tıpkı onlar kadar kesin ve tıpkı onlar kadar dürüst bir şekilde!
İçinden geçtiğimiz resmi adaletin bu dört aşamasına soğukkanlılıkla yeniden bakıyoruz. İktidarın temsilcileri bizi “her haktan” mahrum bıraktılar ve sürgüne gönderiyorlar. Ama bizi proletaryaya ve onurlu yurttaşlara güven duyma hakkından mahrum bırakamazlar. Ulusal yaşamın tüm diğer sorunlarında olduğu gibi, bizim davamızda da son sözü halk söyleyecek. Tüm güvenimizle halkın bilincine baş vuruyoruz.
4 Kasım 1906
Ön Tutukevi
[1] Yedi kişi: dört baş yargıç; Petersburg bölgesindeki soyluları temsilen Kont Gudoviç; Petersburg dumasının temsilcisi, zimmetine para geçirmekten görevden alınmış eski bir eyalet valisi ve Kara Yüzler üyesi Troynitski; ve son olarak da Petersburg eyaletine bağlı alt bölgelerden birinin temsilcisi, yanılmıyorsam bir “ilerici.”
[2] Sovyet ve İddia Makamı başlıklı bir sonraki bölüme bakınız.
[3] Duruşma sırasında pek çok şahit ya “adresi belirsiz” durumdaydı ya da Sibirya’daydı.
[4] Rusya’da henüz basılmamış olan steno kaydından kopya edilen konuşma metni, aşağıda yeniden basılmıştır.
[5] Stolipin, Goremikin kabinesinde İçişleri Bakanıydı.
[6] Witte sonunda Sovyetle temas kurduğunu itiraf etmek zorunda kaldı, ama Sovyet eyetlerini sadece “işçi temsilcileri” olarak görmeyi tercih ettiğini “açıkladı.”
link: Lev Troçki, İşçi Temsilcileri Sovyeti Duruşması, Kasım 1906, https://marksist.net/node/1439