İşçi Temsilcileri Sovyeti duruşması, devrimle Peterhof’taki komplocular hükümeti arasındaki mücadelenin sadece bir bölümüdür. Hiç kimse, hatta iddia makamındaki polis temsilcileri bile, Sovyet üyeleri duruşmasının hukuksal bir eylem olduğuna, yasaların “iç mantığı” gereğince hukuksal yetkililerin bağımsız inisiyatifinde başlatıldığına ve yürütüldüğüne, gerçekten inanamaz. Herkes biliyor ki, Sovyetin tutuklanması hukuksal değil askeri-politik bir eylemdi ve halkın reddettiği ve tanımadığı bir iktidar tarafından yürütülen kanlı kampanyadaki pek çok hadiseden biriydi.
Burada işçi temsilcileriyle uğraşmanın başka yolları da varken, yetkililerin neden onları zümre temsilcilerinin desteklediği Adalet Divanı’nın karşısına çıkarmak gibi görece karmaşık bir yol seçtiklerini irdeleyecek değiliz. Pekâlâ en az aynı etkiye sahip ama çok daha basit bir yol tutabilirlerdi. Çok zengin idari önlemlerin yanı sıra, örneğin askeri mahkeme ya da hiçbir hukuk kitabında yazmayan ama pek çok kez başarıyla kullanılmış olan bir başka yargılama biçimi vardı. Bu yöntemde sanıkların yargıçlardan birkaç adım uzaklaşması ve arkalarını dönmeleri istenir. Sanık bu işleyişe uyar uymaz, itirazı mümkün olmayan nihai kararı bildirmek için sanığa kurşun yağdırılır.
Ama gerçek şu ki, hükümet, elli iki kişinin her biriyle işkence odalarında tek tek uğraşmak yerine, elli iki kişiyi değil İşçi Temsilcileri Sovyetini yargılayacağı, hukuka uygun bir duruşma düzenlemeyi tercih etti. Böyle yaparak, bizi hukuksal tutumu eleştirmeye zorlamak istiyor.
İddianame, söz konusu elli iki kişiyi, “bilgileri dahilinde, Rusya’da temel yasalara dayanarak kurulmuş olan hükümet sistemini değiştirip, yerine demokratik cumhuriyet kurmayı amaçlayan bir teşekküle katılmak”la suçluyor. Suçlama, Ceza Yasası’nın 101. ve 102. maddelerine dayandırılıyor.
Bu nedenle, iddianame, İşçi Temsilcileri Sovyetini, önceden formüle edilmiş politik bir amaca dayanarak oluşturulan devrimci bir “teşekkül” olarak –tüm üyelerinin, ona katılmakla, önceden çizilmiş belirli bir politik programa imza attığı bir örgüt olarak– betimliyor. Sovyetin bu şekilde tanımlanması, bizzat iddianamenin teşekkülün ortaya çıktığı koşulları resmettiği tabloyla derin bir çelişki içindedir. İlk sayfada, müstakbel Sovyetin öncülerinin, “işçi sınıfı hareketine örgütlülük, birlik ve güç katacak” ve “toplumun geri kalanı nezdinde Petersburg işçilerinin sözcülüğünü” yapacak bir İşçi Komitesi seçilmesini istediklerini okuyoruz. “Temsilci seçimleri bir dizi fabrikada derhal yapıldı” diye devam ediyor iddianame. Öyleyse daha oluşma aşamasında Sovyetin politik programı neydi? Böyle bir program yoktu; aslında olamazdı da, zira Sovyet gördüğümüz gibi ortak politik görüşlere sahip insanlar temelinde (bir politik parti ya da gizli örgüt gibi) değil, seçime dayalı temsil temelinde (duma ve zemstvo gibi) kurulmuştu. İddianamede adı geçen elli iki kişi, tüm diğer Sovyet üyeleri gibi bilgileri dahilinde var olan hükümet sistemini zorla devirip demokratik cumhuriyet kurmayı hedefleyen bir komplo teşekkülüne değil, faaliyetleri üyelerinin birlikte alacağı kararlar çerçevesinde belirlenecek temsili bir organa üye olmuşlardır. Sovyetin kuruluş koşulları bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmaz.
Eğer Sovyet 101. ve 102. maddelerde belirtildiği gibi bir teşekkülse, bu teşekkülün sınırları nerededir? Temsilciler kendi tercihleri sonucu değil, seçmenler onları gönderdiği için Sovyette yer alırlar. Dahası seçime dayalı oluşum asla dağılmaz, işyerindeki varlığını daima sürdürür, temsilci attığı her adımdan ona karşı sorumludur. Bu oluşum, temsilcisi aracılığıyla, Sovyetin faaliyetlerine kesin olarak müdahale edebilir. En önemli konularda –grevler, sekiz saatlik işgünü mücadelesi, işçilerin silahlanması– inisiyatif Sovyette değil, en ileri işyerlerindeydi. İşçiler, yani seçmenler, toplantı düzenleyip kararlar alıyorlar ve temsilcileri aracılığıyla Sovyete bildiriyorlardı. Bu nedenle, Sovyet örgütlenmesi, hem gerçekte hem de biçimsel olarak, Petersburg işçilerinin büyük çoğunluğunun örgütlenmesiydi. Sovyet, Yürütme Komitesinin bizzat Sovyete ilişkin olarak oynadığı rolün benzerini, belirli bir anlamda kendisinin de oynadığı, seçime dayalı organların bir toplamıydı. İddianame bir yerde bunu açıkça itiraf etmektedir. “İşçi Komitesinin[1] tüm yurttaşları silahlandırma emeli,” denmektedir, “İşçi Komitesini oluşturan örgütlerin … tartışmalarında ve kararlarında ifade buluyordu”; iddianame, matbaa işçilerinin bir toplantısında konuyla ilgili benimsenen bir kararı alıntılayarak devam etmektedir. Ama eğer Matbaa İşçileri Sendikası, iddia makamının gözünde, Sovyetin (daha doğrusu Sovyet örgütlenmesinin) “bir parçası” ise, o halde aynı mantıkla, Sendika üyelerinin varolan sistemi zorla devirmeyi amaçlayan bir teşekkülün üyeleri olduğu aşikârdır. Sadece Matbaa İşçileri Sendikası değil, tüm fabrika ve tesislerdeki işçiler de, temsilcilerini Sovyete göndermek suretiyle, seçime dayalı bir oluşum olan Petersburg proletaryasının bu örgütüne katılıyordu. Yani iddia makamı 101. ve 102. maddeleri harfi harfine uygulayacak olsa, sanık yerinde 200.000’den fazla Petersburg işçisinin oturması gerekiyordu: Haziranda, tanık olarak katıldıkları davaya dahil olmayı talep ederek, bu yönde sert kararlar alan işçilerin görüşü de buydu. Ve bu talep yalnızca politik bir gösteri değildir; iddia makamına temel yasal yükümlülüklerinin hatırlatılmasıdır.
Ama yasal yükümlülükler, iddia makamını ilgilendiren en son şeydir. O, yetkililerin, “zafer”ini tamamlamak için birkaç düzine kurban istediğini bilmektedir ve bu yüzden bir dizi tutarsızlık ve kaba safsata sayesinde sanıkların sayısını sınırlamaktadır.
1. İddia makamı, Sovyetin seçime dayalı yapısına gözlerini kapatmakta ve onu aynı kafa yapısına sahip devrimcilerin birliği saymakta ısrar etmektedir.
2. Sovyet üyelerinin toplam sayısı –500, 600 kişi– işçi sınıfı kitlesini manipule eden ve komplocular duruşmasına dönen taraflı bir dava için çok yüksek olduğundan, iddia makamı, tamamen yapay bir biçimde Yürütme Komitesini seçmektedir. Yürütme Komitesinin seçime dayalı yapısını ve bileşiminin değişken ve akışkan olduğunu kasten görmezden gelmekte ve belgesel kanıtları dikkate almadan aslında genel oturumlarda Sovyet tarafından alınan kararları Yürütme Komitesine atfetmektedir.
3. İddia makamı, Yürütme Komitesine ek olarak, Sovyet üyelerinden, yalnızca “Sovyetin faaliyetlerinde aktif ve (?) kişisel rol oynamış” temsilcileri dava etmektedir. Bu tamamen keyfi bir seçimdir. Ceza Yasası, bir suç teşekkülüne sadece “aktif ve kişisel” katılımı değil, her türlü katılımı suç sayar. Katılımın niteliği yalnızca ceza derecesini belirler.
Peki iddia makamının kriteri nedir? Onun gözünde, giriş biletlerini kontrol etmek, grev gözcülüğü yapmak ya da hatta sadece Sovyete üye olduğunu kabul etmek gibi olgular, hükümeti zorla devirmeyi amaçlayan bir teşekküle aktif ve kişisel katılımın kanıtıdır. Örneğin, sanık Krasin, Lukanin, İvanov, ve Marlotov’a ilişkin olarak, iddia makamı sadece Sovyete üye olduklarına dair itiraflarını aktarıyor ve bu itiraflardan her nasılsa onların katılımının “aktif ve kişisel” olduğu sonucunu çıkarıyor.
4. Eğer bunlara, tümüyle tesadüfen Sovyetin konuğu olduğu için 3 Aralıkta tutuklanan ve Sovyetle hiçbir ilişkisi olmayan, hiçbir toplantıda asla ağzını açmamış bir avuç “yabancı”yı da eklersek, sanık seçiminde gösterilen ahlâksızca keyfi tutumun çok daha açık bir resmini elde ederiz.
5. Ama hepsi bu kadar değil. 3 Aralıktan sonra Sovyetten arta kalanlara yeni üyeler katıldı. Yürütme Komitesi yeniden oluşturuldu, İzvestia yayınlanmaya devam etti (8. Sayı Sovyet tutuklamasının ertesi gününde çıktı) ve yeniden oluşturulan Sovyet Aralık grevi çağrısını yaptı. Bir süre sonra yeni Sovyetin Yürütme Komitesi de tutuklandı. Peki ne oldu? Yalnızca eski Sovyetin işini sürdürmesine ve mücadele amaçları ve yöntemleri açısından ondan hiçbir farkı bulunmamasına rağmen, yeni Sovyet davası, bazı nedenlerle hukuksal olarak yürütülmüyor, idari önlemlerle ele alınıyor.
Sovyet yasal zemine mi dayanıyordu? Hayır, çünkü böyle bir temel yoktu.
Sovyet, basit bir nedenden ötürü, isteseydi de 17 Ekim bildirgesi temelinde oluşturulamazdı, çünkü bildirgeden önce kurulmuştu: aslında o, bildirgeye de yol açan devrimci hareket tarafından yaratılmıştı.
Tüm iddianame, geçen yıl boyunca Rusya’da yasallığın hüküm sürdüğü kaba yalanı üzerine inşa edilmektedir. İddia makamı Ceza Yasası’nın tüm maddelerinin yıl boyunca işletildiği ve ne yasal ne de fiili olarak asla ortadan kalkmadığı gibi saçma bir varsayımdan yola çıkmaktadır.
Gerçekte olan şey ise, çok sayıda maddenin, devrim eliyle, yetkililerin zımni rızasıyla Yasa’dan çıkarılmasıydı.
Zemstvo kongreleri yasal zeminde mi gerçekleşti? Tüm şölenler ve gösteriler Ceza Yasası’na uygun muydu? Basın sansür kurallarını dikkate aldı mı? Çeşitli aydın dernekleri ceza görmeksizin ve yasada tabir edildiği gibi “önceden izin almaksızın” ortaya çıkmadı mı?
Yine de biz Sovyetin kaderine dönelim. Ceza Yasası’nın 101. ve 102. maddelerinin kesintisiz yürürlükte kaldığını varsayarak, iddia makamı Sovyeti doğduğu günden itibaren bilinçli bir suç örgütü olarak değerlendiriyor ve bu nedenle de Sovyete katılmayı bir suç olarak görüyor. Peki, bu görüşten hareketle, iktidarın yüce temsilcilerinin devrimci yöntemlerle cumhuriyet kurmayı amaçlayan bir suç teşekkülüyle müzakerelere girmesi nasıl açıklanabilir? Yasal süreklilik görüşünden hareketle, Kont Witte’nin Sovyetle görüşmesi bir suç eylemidir.
Kont Witte olayı, iddia makamının Rusya’da 1905 boyunca yasallığın hüküm sürdüğünde ısrar etmekle nasıl saçmalıklara düştüğünü göstermektedir.
Kazanski Katedrali dışındaki bir sokak mitinginde tutuklanan üç Sovyet üyesinin serbest bırakılması için Witte’ye heyet gönderilmesine ilişkin vuku bulan tartışmayı aktaran iddianame, bu başvurudan “tutuklu insanların serbest bırakılmasına yönelik meşru bir girişim” olarak söz ediyor. (s.6)
Yani iddia makamı, Kont Witte’nin, devlet yürütmesinin bu yüce temsilcisinin, bizzat savunması düşünülen devlet sistemini yıkmayı hedefleyen devrimci bir teşekkülle görüşmesini “meşru” sayıyor.
Bu “meşru girişim”in sonucu neydi?
İddianame, oldukça doğru bir şekilde, Bakanlar Kurulu başkanının “il valisiyle tartıştıktan sonra, tutukluların salıverilmesini emretti”ğini kaydediyor. (s.6) Başka bir deyişle devlet iktidarı, 101. ve 102. maddelere göre üyelerinin yerleri Başbakanın odası değil çalışma kampı olan bir suç teşekkülünün talebini kabul ediyordu.
O halde “meşruluk” neredeydi? 18 Ekimde Kazanski Katedrali’nin dışında düzenlenen sokak mitingi meşru muydu? Şüphesiz değildi, zira mitingi düzenleyen Sovyet üyeleri tutuklanmışlardı. Hükümet karşıtı bir teşekkülün hükümete heyet göndermesi meşru muydu? İddia makamı öyle olduğunu söylüyor. Aslında “meşruluk” tutuklananların bırakılmasını değil, bunların serbest olan işbirlikçilerinin de tutuklanmasını gerektirirdi. Yoksa Kont Witte suçlulara genel af mı bahşetmişti? Peki ona genel af bahşetme hakkını kim vermişti?
İşçi Temsilcileri Sovyeti yasal zemine dayanmıyordu. Hükümet de öyle. Yasal zemin yoktu.
Ekim ve Kasım günleri, geniş halk yığınlarını harekete geçirdi, bir yığın yüce çıkarı açığa çıkardı, birçok yeni örgüt ve yeni politik yaşam biçimi yarattı. Eski sistem 17 Ekim bildirgesiyle kendini resmen tasfiye etti. Ama henüz hiçbir yeni bir sistem varolmadı. Bildirgeyle açıkça çelişen eski yasalar kaldırılmamıştı; ama aslında bunlar her adımda ihlâl ediliyorlardı. Yetkililer bu türden binlerce ihlâli sırf görmezden gelmekle yetinmiyor, bir dereceye kadar, açıktan teşvik ediyordu. 17 Ekim bildirgesi, varolan bir dizi yasayı mantıksal olarak değersiz ve hükümsüz kılmakla kalmıyor, mutlakıyetin mevcut yasama organını da tasfiye ediyordu.
Her türlü hukuksal tanımın dışında, yeni kamusal yaşam biçimleri doğuyor ve varlığını sürdürüyordu. Sovyet de bu biçimlerden biriydi.
101. maddedeki tanım ile Sovyetin gerçek fizyonomisi arasındaki karikatürsel tutarsızlık, Sovyetin eski Rusya yasaları çerçevesinin tamamen dışında bir kurum olmasından kaynaklanıyordu. Sovyet, eski, çürümüş legalite elbisesinin tüm dikişlerinin patladığı ve lime lime olmuş parçalarının devrimci ulus tarafından çiğnenmek üzere yerlere döküldüğü bir dönemde doğmuştu. O, hukuksal olarak savunulabilir olduğu için değil, nesnel olarak gerekli olduğu için doğmuştu.
İlk çarpışmalardan sonra, egemen gerici güçler yeniden kuvvetlenmeye başlayınca, tıpkı bir sokak kavgasına katılanların ellerine gelen ilk taşı kullanmaları gibi, onlar da gerçekte kaldırılmış olan yasalara sarılmaya başladırlar. Eğilip yerden aldıkları taş Ceza Yasası’nın 101. maddesiydi ve cahil bir jandarma ve aşağılık bir iddia makamı tarafından sunulan insanlara belirli bir ceza vererek, Adalet Divanı bir mancınık rolü oynamak zorunda kaldı.
Resmi parti temsilcilerinin Sovyetin kararlarına katılması sorunu, iddia makamının hukuksal konumunun ümitsizliğini herşeyden çok daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Sovyetle uzaktan yakından ilgili herkes bilir ki, Parti temsilcilerinin ne Sovyette ne de Yürütme Komitesinde oy hakları yoktu; tartışmaya katılıyorlardı ama oylamaya katılmıyorlardı. Bu, Sovyetin işçilerin parti grupları aracılığıyla değil, işletmeler ve meslekler aracılığıyla temsili ilkesine göre örgütlenmesinden kaynaklanıyordu. Parti temsilcileri, politik deneyimlerini ve bilgilerini Sovyete aktarma hakkına sahiptiler ve bunu yapıyorlardı da; ama işçi kitlelerinin temsili ilkesini çiğnemeksizin oy kullanma hakkına sahip olamazlardı. Tabiri caizse onlar, Sovyet üyeleri içindeki politik uzmanlar idiler.
Bu basit olgu hiçbir zorluk olmaksızın kanıtlanabilirdi, yine de bu, araştıran ve soruşturan yetkililer için çok büyük zorluklar oluşturdu
İlk zorluk tamamen hukuksal bir nitelik taşıyordu. Eğer Sovyet önceden belirli amaçları olan bir suç teşekkülü ise, eğer sanıklar bu suç teşekkülünün üyeleri iseler ve mahkemeye de böyle çıkmak zorundaysalar, Sovyete sadece danışman sıfatıyla üye olan ve yalnızca fikirlerini söyleme hakkına sahip olan, ama oylamaya, yani suç teşekkülünün kolektif iradesinin doğrudan ve derhal belirlenmesine katılma hakkı bulunmayan sanıklara ne yapılacaktı? Tıpkı mahkemede bir uzmanın ifadelerinin karara önemli bir etki yapabilmesi, ama uzmanın bu karardan sorumlu kılınmaması gibi, parti temsilcilerinin ifadeleri de, Sovyetin eylemlerine etkileri ne kadar büyük olursa olsun, onları hukuken bu eylemlerden sorumlu kılamaz. Onlar Sovyete şöyle diyorlardı: işte bizim fikrimiz, işte partimizin fikri, ama karar size bağlı olmalı. Söylemeye gerek yok ki, parti temsilcileri, iddia makamından ötürü bu argümanın ardına saklanma niyetinde değildiler. Nihayetinde, iddia makamı, herhangi bir “madde”, herhangi bir “yasallık” ya da “yasa”yı değil, belli bir kastın çıkarlarını savunuyordu. Ve parti temsilcileri yaptıklarıyla bu kasta Sovyetin diğer üyeleri kadar darbe indirdiğinden, çok doğaldır ki, hükümetin Adalet Divanı’nın kararı şekline bürünmüş olan intikamı onlara da fabrika ve tesis temsilcilerine olduğu kadar yönelecekti.
Ama bir şey kesindir: gerçekleri ve bunların hukuksal anlamlarını kaba bir biçimde çarpıtarak temsilcileri bir suç teşekkülünün üyesi gibi göstermek mümkünse de, 101. maddeyi Sovyet içindeki politik parti temsilcilerine uygulamak hukuksal saçmalığın ta kendisidir. En azından insan mantığı bize bunu söyler; ve hukuksal mantık da evrensel insan mantığının özgül bir alana uygulanmasından başka bir şey değildir.
İddia makamının, Sovyet içindeki parti temsilcilerinin konumuna ilişkin karşılaştığı ikinci zorluk, politik bir nitelik taşıyordu. Jandarma Generali İvanov’un ve daha sonra Savcı Yardımcısı Baltz’ın ya da onun ardında kim gizleniyorsa onun önünde duran görev gerçekten basitti: Sovyeti, bir grup etkin devrimcinin baskısı altında, terörize olmuş kitleleri kontrol eden komplocu bir örgüt gibi göstermek zorundaydılar. Herşey polisin kafasındaki bu Jakoben Sovyet parodisinin aleyhindeydi: Sovyet üyeliği, faaliyetlerinin açıklığı, sorunları tartışma ve çözümleme yöntemi ve son olarak parti temsilcilerine oy hakkı verilmemesi. O halde sorgu makamı ne yapar? Eğer gerçekler onun aleyhindeyse, gerçeklere yazık olur: bunlardan “idari önlemler” sayesinde kurtuluverir. Jandarma, tutanaklardan ve oy sayımlarından, ajanlarının verdiği bilgilerden, parti temsilcilerinin Sovyette yalnızca istişari haklara sahip olduklarını kolayca bulabilirdi. Jandarma bunu biliyordu; ama bu gerçek onun yüce amaç ve planlarını bozduğu için, bu konuda mahkemeyi aldatmak için elinden gelen herşeyi yaptı. Parti temsilcilerinin Sovyet içindeki hukuksal statüleri sorununun önemine rağmen, jandarma bu sorunu sorgulamada kasten ve sistematik olarak es geçti. Jandarma, Yürütme Komitesi üyelerinin nerede oturduğuyla ve komite odasına nasıl girip çıktıklarıyla ilgileniyordu, ama 70 sosyal demokrat ve 35 sosyalist devrimciden oluşan toplam 105 parti temsilcisinin genel grev, sekiz saatlik iş günü, vs. konularda oy haklarının bulunup bulunmadığı zerrece umurunda değildi. Sırf bazı gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemek için, sanık ve tanıklara belli soruları yöneltmekten kaçınıyordu.[2] Bu gün gibi ortadadır ve kimse buna itiraz edemez.
Sorgu makamının böylece iddia makamını aldattığını söyledik. Ama öyle midir? İddia makamının bir temsilcisi her zaman sorguda hazır bulunur ya da en azından sorgu tutanaklarını imzalarlar. Bu yüzden gerçekle ilgilenme şansından hiçbir zaman yoksun değildir; yeter ki ilgilenmek istesin. Kuşkusuz böyle bir ilgiden eser yoktur. İddia makamı sadece ön soruşturmanın “gaflarını” gizlemekle kalmamış, bunları yanlış olduğunu bildiği sonuçları çıkarmak için kullanmıştır.
Bu en bariz biçimde, iddianamenin, Sovyetin işçileri silahlandırma faaliyetine ilişkin kısmında görülebilir.
Burada silahlı bir ayaklanma ve Sovyetin buna karşı tutumu konusunu tartışacak değiliz. Bu konu başka makalelerde işlenmiştir. Yalnızca şunu söylemekle yetineceğiz: İşçi Temsilcileri Sovyeti 101. maddede tanımlanan teşekkülden ne kadar farklıysa, kitlelere ilham veren ve onların seçime dayalı örgütlerine kılavuzluk eden devrimci bir fikir olarak silahlı ayaklanma da, iddia makamı ve polisin kafasındaki ayaklanma “fikri”nden o kadar farklıdır. Ama yetkililerin Sovyetin anlamını ve ruhunu anlamaktaki başarısızlıkları, onun politik fikirleriyle ilgili kafa karışıklıkları, suçlamalarını son derece mekanik bir nesne, bir Browning revolver etrafında şekillendirme arzularıyla doğru orantılıdır.
Göreceğimiz gibi, polis soruşturmasının bu konuda çok kıt malzemeler sunmasına rağmen, iddianamenin yazarı, Yürütme Komitesinin işçileri silahlı ayaklanma amacıyla kitlesel olarak silahlandırdığını ispatlamak için son derece küstah bir girişimde bulunmuştu. İddianamenin ilgili pasajını alıntılamak ve ayrı ayrı incelemek zorundayız.
“Açığa çıkacaktır ki,” diye akıl yürütüyor iddianame, “Yürütme Komitesinin Petersburg işçilerini silahlandırma yönünde yukarıda adı geçen tüm niyetleri aynı dönemde (yani Kasımın ikinci yarısı) hayata geçirilmiştir; zira Bogdanov’un tütün fabrikasından bir temsilci olan Grigori Levkin’in ifadesine göre, Kasım ortalarında gerçekleşen bir toplantıda, gösterileri desteklemek üzere “onlarca” ve “yüzlerce” insanın silahlandırılmasına karar verilmiştir (kim tarafından?) ve aynı dönemde Nikolay Nemtsov’un işaret ettiği gibi işçilerin silahı yoktu ve üyelerden bu amaçla para bağışları toplanmıştır (nerede?).” Buradan öğreniyoruz ki, Kasımın ortalarında Yürütme Komitesi proletaryayı silahlandırma yönündeki “tüm” niyetlerini hayata geçirmiş. Bunu nasıl ispatlayacağız? İki karşı konulmaz delil var elimizde. Birincisi, Grigori Levkin’in o dönemde (herhalde Sovyet tarafından) “onlarca” ve “yüzlerce” insanın silahlandırılmasına karar verildiği şeklindeki ifadesi. Böylece Sovyet, Kasım ortalarında, işçi sınıfının silahlandırma niyetini … dile getirerek (ya da bu konuda bir karar alarak), tam da o dönemde işçi sınıfını silahlandırma yönündeki niyetini hayata geçiriyordu. Peki Sovyetin böyle bir karar aldığı doğru mudur? Hiçbir biçimde. Bu konuda iddianame, asla varolmamış bir Sovyet kararı yerine Sovyet üyelerinden birinin (benim) yaptığı ve aynı iddianamenin 17. sayfasında yer alan konuşmaya bakmayı her nedense tercih etmiyor.
Böylece iddia makamı, “niyetlerin” hayata geçirilmesinin kanıtı olarak, gerçekten alınmış olsa bile ancak böyle bir niyetin ifadesi olan bir kararı ortaya koyuyor.
Petersburg işçilerinin Kasım ortalarında silahlandırılmasına ilişkin ikinci kanıtı, “tam da o dönemde” (!) işçilerin hiç silahı olmadığına dikkat çeken Nikolay Nemtsov sunuyor. Nemtsov’un silahların olmadığına ilişkin ifadesinin, niçin silahların varlığının delili olduğunu anlamak kolay değildir. Ama bunun ardından “orada toplanan insanlar arasında silahlar için para toplandı” deniliyor. İşçiler arasında silahlar için para toplandığı şüphe götürmez. İddia makamının söz ettiği toplantıda da bu amaçla para toplandığını varsayalım. Ama bu, neden “Yürütme Komitesinin Petersburg işçilerini silahlandırma yönünde yukarıda adı geçen tüm niyetleri aynı dönemde hayata geçirilmiştir” anlamına gelsin? Dahası: Nikolay Nemtsov silahların olmadığını kime belirtti? Belli ki, bir Sovyet veya Yürütme Komitesi toplantısına. Bu yüzden, işçileri silahlandırmak için paranın birkaç düzine ya da taş çatlasa yüz temsilci arasından toplandığını varsaymalıyız; ve kendi içinde pek olası olmayan bu olgu, o dönemde kitlelerin zaten silahlanmış olduğunun kanıtıdır!
Böylece işçilerin silahlanması kanıtlanmış oldu; bu eylemin amacını açığa çıkarmaya gelince. İddianame bu konuda şunları söylüyor: “Temsilci Aleksey Şişkin’in ifadesine göre, bu silahlanmanın bahanesi olası pogromlardı, ama Şişkin bunun sadece işin bahanesi olduğunu, gerçekte 9 Ocak için bir silahlı ayaklanma hazırlandığını söylüyor. Gerçekte,” diye devam ediyor iddianame, “Odner işletmesi temsilcisi Mihail Haharev’e göre silahların dağıtımı daha Ekimde Hrustalev-Nosar tarafından başlatılmış ve bizzat Haharev Hrustalev’den «Kara Yüzlerden korunmak için» bir Browning almıştır. Bununla birlikte silahların savunma amacıyla dağıtıldığı iddiası, Sovyetin yukarıda bahsedilen kararlarının dışında, Georgiy Nosar’ın evrakları arasında bulunan bazı belgeler tarafından da çürütülmüştür. Örneğin, bu evraklar arasında, bir Sovyet kararının üzerinde tarih bulunmayan orijinal bir nüshası bulunmaktadır. Bu karar, silaha başvurmayı, silahlı birlikler oluşturulmasını ve «Rusya toprağını yağmalayan Kara Yüzler hükümetini defetmek için hazırlık» yapacak bir işçi ordusu kurulmasını içermektedir.”
Burada biraz duralım. Kara Yüzlere direnmek yalnızca bir bahanedir; Sovyetin Kasım ortasında gerçekleştirilen halkın silahlandırılmasındaki gerçek hedefi, 9 Ocakta silahlı bir ayaklanmadır. Bu gerçek hedef yalnızca silahlandırılanlarca değil silahlandıranlarca da bilinmiyordu, öyle ki, Aleksey Şişkin’in ifadesi olmasa, işçi kitleleri örgütünün silahlı ayaklanma için kesin bir tarih kararlaştırdığı hiçbir şekilde sızmayacaktı. Yürütme Komitesinin Kasım ortasında kitleleri Ocak aıynda bir ayaklanma için silahlandırdığının bir diğer kanıtı da, Haharev’in Hrustalev’den “Kara Yüzlere karşı savunma amacıyla” bir Browning almış olmasıdır.
Ama iddia makamına göre silahlanmanın savunma amaçlı olduğu iddiasını çürüten bir diğer nokta daha var: Nosar’ın evrakları arasında bulunan bazı belgeler, örneğin işçileri “Rusya toprağını yağmalayan Kara Yüzler hükümetini defetmek” için silahlanmaya çağıran bir kararın orijinal nüshası (?). Sovyetin kitlelerin silahlanması gerektiğini ve bir ayaklanmanın kaçınılmaz olduğunu saptadığı pek çok karardan bellidir; bunu kimse inkâr edemez; iddia makamının bununla ilgili delil toplaması gereksizdir. Asıl kanıtlamak istediği Yürütme Komitesinin Kasım ortasında kitleleri silahlandırma yönünde “tüm niyetlerini” hayata geçirdiği ve bu silahlandırmanın aslında doğrudan silahlı bir ayaklanmayı hedeflediğidir; ve bu noktayı kanıtlamak için iddia makamı diğerlerinden farklı olarak tarihi belirsiz ve Sovyet tarafından benimsenip benimsenmediği bile belli olmayan başka bir karar çıkardı ortaya. Ve nihayet silahlanmanın savunmaya yönelik olduğunu reddetmek için ortaya konan bu karar da, çok açık ve anlaşılır bir şekilde, ülkeyi yağmalayan Kara yüzleri defetmekten bahsediyordu.
Ama iddia makamının Browninglerle olan macerası burada bitmiyor. Operasyonun savunmaya yönelik olduğunu yalanlamaya çalışan iddia makamı, “dahası” diye devam ediyor, “Nosar’ın evrakları arasında, Hrustalev’in maliyetine birkaç Browning ve Smith Wesson marka revolver temin etme sözü verdiğine işaret eden, bilinmeyen birinin yazdığı bir not bulunmuştur ve Kolpino’da ikamet eden notun yazarı söz verilen silahların kendisine elden verilmesini istemektedir.”
“Kalpino’da ikamet eden” bu zatın revolverleri “maliyetine” almasının neden silahlı bir ayaklanma amaçlı değil de savunma amaçlı olamayacağını anlamak güçtür. Revolver isteyen bir not duruşmaya yeni hiçbir şey eklemez.
Sonuçta iddia makamının Petersburg işçilerinin silahlanması sorunuyla ilgili olarak mahkemeye sunduğu veriler son derecede yetersizdir. “Nosar’ın belgelerinde silah alımıyla ilgili çok önemsiz harcama kayıtları bulundu” diye yakınıyor iddianame, “çünkü (!) onun evrakları bir defterden ve farklı model revolverlerle şarjörlerin işçilere dağıtılması hakkında notlar içeren bir kâğıt parçasından ibaretti ve bu notlara göre, yalnızca altmış dört revolver dağıtılmıştı.”
Bu altmış dört tabancayı Yürütme Komitesinin Ocaktaki silahlı ayaklanmayla ilgili “tüm niyetlerinin” hayata geçirilmesinin delili olarak göstermek, iddia makamı için bir utanç kaynağıdır. Bu yüzden gözüpek bir adım atmaktadır: eğer revolverlerin satın alındığı kanıtlanamıyorsa, satın alınmış olabileceği kanıtlanmalıdır. Bu amaçla iddia makamı, altmış dört revolveri sunarken beraberinde çarpıcı mali tahminler eklemeyi ihmal etmemektedir. Silâh için para toplanmasının Compagnie des Wagons-Lits işletmesinde gerçekleştirildiğini belirttikten sonra, iddianame şöyle devam ediyor. “Bu tip bağışlar silah edinme fırsatı sunuyordu; İşçi Temsilcileri Sovyeti ihtiyaç duyduğunda büyük miktarda silah edinebilirdi, çünkü tasarrufunda büyük miktarda paralar vardı.… Yürütme Komitesinin toplam geliri 30.063 ruble 52 kopekti.”
Burada, delille en ufak ilgisi bulunmayan şeyleri yazan bir gazeteci edası ve tavrıyla karşı karşıyayız. Önce bazı notlardan ve kararların “orijinal nüshasından” bahsediyorsunuz, sonra da onları bir kenara itip basit bir varsayım ileri sürüyorsunuz: Yürütme Komitesinin çok parası vardı, bu yüzden çok silah vardı.
Eğer iddia makamının yöntemi doğruysa şöyle diyebiliriz: gizli polis departmanlarının çok parası vardır, dolayısıyla pogromcuların çok silahı vardır. Ama böyle bir sonuç iddianamedekine ancak kısmen benzeyebilir; çünkü Sovyetin elindeki her kopeğin hesabı ortadayken –ki bu iddia makamının cesur tahmininin saçmalığını göstermeye yeter– gizli polisin elinden geçen paranın miktarı uzun süredir soruşturulması gereken gizemli bir olgudur.
İddianamenin halkın silahlanmasıyla ilgili argümanlarını ve sonuçlarını son olarak değerlendirmek için, bunları tam anlamıyla mantıksal biçimde sunmaya çalışalım.
İDDİA
Kasım ortalarında Yürütme Komitesi Petersburg proletaryasını silahlı bir ayaklanma için silahlandırmıştır.
KANITLAR
a) 6 Kasımdaki toplantıda Sovyet üyelerinden biri işçilerin 10 ilâ 100 kişilik silahlı birimler şeklinde örgütlenmesini savundu.
b) Kasım ortalarında Nikolay Nemtsov silah eksikliğini vurguladı.
c) Aleksey Şişkin 9 Ocak için bir ayaklanma kararlaştırıldığını biliyordu.
d) Ekim gibi erken bir tarihte, Haharev, Kara Yüzlerden korunmak için bir revolver edinmişti.
e) Tarihsiz bir karar silah gereksiniminden bahsediyor.
f) “Kolpino’da ikamet eden” ve kimliği belirsiz bir şahıs “maliyetine” revolver istemişti.
g) Sadece altmış dört revolverin dağıtımı kanıtlanmış olmasına rağmen, Sovyetin parası vardı ve para genel eşdeğer olduğundan pekâlâ silah karşılığı kullanılabilirdi.
Bu sonuçlar ortaokul mantık kitaplarında mantık hatasına örnek olarak verilemeyecek kadar kötüdürler. O kadar kabadırlar ki, kabalıkları normal bir zekâ için bir hakarettir.
İşte Adalet Divanı kararını bu malzemelere ve bu hukuksal yapıya dayanarak vermek zorunda kalacaktır.
[1] Sovyet ilk başlarda bazen bu isimle anılıyordu.
[2] İddianame sadece bir paragrafta Rastorguyev’e göre “parti temsilcilerinin, sözde, seçimlerde oy haklarının bulunmadığını” (s.39) ifade ediyor. Ama iddia makamı bu konunun üzerine gitme zahmetinde bulunmadı ya da daha doğrusu bunu yapmaktan kasten uzak durdu.
link: Lev Troçki, Sovyet ve İddia Makamı, Kasım 1906, https://marksist.net/node/1440