Sosyal demokrat partinin Stockholm’de düzenlenen kongresinde, Rusya’daki proletarya partisinin çalışma koşullarıyla ilgili ilginç istatistiki veriler yayınlandı.
Kongre’deki 140 üye, toplam olarak 138 yıl 3,5 ay hapis yatmış.
148 yıl 6,5 ayı sürgünde geçirmiş.
18 üye bir kez, 4 üye ise iki kez hapisten kaçmış.
23 üye bir kez, 5 üye iki kez, 1 üye ise üç kez sürgünden kaçmış.
Eğer 140 üyenin sosyal demokrat hareket içinde toplam olarak 942 yıl geçirdiğini hesaba katarsak, hapiste ve sürgünde geçen sürenin, aktif olarak partide geçen sürenin yaklaşık üçte birini oluşturduğunu görürüz. Ama bu sayılar, en azından aşırı-iyimserdir. 140 kongre üyesinin toplam 942 yıl boyunca parti çalışmalarında yer aldığını söylemek, sadece kongre üyelerinin politik faaliyetlerinin o kadarlık bir döneme yayıldığı anlamına gelir; asla 942 insan-yılın tümüyle politik çalışmaya ayrıldığı anlamına gelmez. Gizlilik koşulları gözönüne alındığında, gerçek doğrudan politik faaliyetlerin, söz konusu sürenin ancak beşte birini veya onda birini kapsaması pekâlâ mümkündür. Öte yandan, hapiste veya sürgünde geçirilen süreler tam da sayıların işaret ettiği kadardır: kongre üyeleri 50.000’den fazla gün ve geceyi demir parmaklıkların ardında, bundan daha fazlasını da ülkenin ücra ve barbar bölgelerinde geçirmişlerdir.
Belki kişisel geçmişimizden de bazı istatistikler eklememiz yerinde olur. Bu satırların yazarı, Nikolayev kentinin işçi çevrelerinde yürüttüğü on aylık faaliyetin ardından, ilk olarak 1898 Ocağında tutuklanmış, iki yıl hapis yatmış ve dört yıllığına sürgüne gönderildiği Sibirya’dan iki yıl sonra kaçmıştı.
Yazar ikinci kez 3 Aralık 1905’te İşçi Temsilcileri Sovyetinin üyesi olarak tutuklanmıştı. Sovyet yedi haftadan fazla yaşadı. Sovyet üyeliğiyle suçlananlar elli yedi hafta hapiste tutulduktan sonra, “sürekli ikamet” için Obdorsk’a nakledildiler. Partide on yıl kadar çalışmış herhangi bir Rus sosyal demokratı, kendisiyle ilgili aşağı yukarı aynı bilgileri verebilir.
Rusya’da 17 Ekim 1905’ten sonra ortaya çıkan ve Gotha Yıllığı’nın bilinçsiz bir hukuki ukalâlık nüktesiyle “otokratik bir Çara sahip anayasal bir monarşi” diye tanımladığı son derece karmaşık rejim, hiçbir şekilde bizim politik çalışma koşullarımızı değiştirmemişti. Elli günlük bir özgürlüğümüz oldu; o süreyi dolu dolu yaşadık. Bu görkemli günler boyunca Çarlık bizim uzun süredir bildiğimiz bir gerçeği gördü: ikimiz bir arada varolamazdık. Ardından korkunç hesaplaşma ayları geldi. Çarlık, 17 Ekimden sonra, bir boa yılanının derisini değiştirmesi gibi, Dumayı değiştirdi; ama derisi ne olursa olsun boa yılanlığı değişmeden kaldı. Geçen iki yıl boyunca durmadan yasallığı benimsememizi isteyen budala ve liberal ikiyüzlüler, aç köylülere pasta yemelerini öneren Marie-Antoinette’e benziyorlar. Sanki bizim pastaya karşı alerjimiz vardı. Sanki ciğerlerimize, Petro ve Paul Kalesi’nde hücre hapsi için tıkıldığımız zindanların havasını solumak için dayanılmaz bir özlem bulaşmıştı! Sanki gardiyanların yaşamımızdan çaldığı o bitmez tükenmez saatler için farklı bir meşgale bulamıyorduk ya da bulmayı istemiyorduk.
Biz, boğulan birinin deniz dibine tutkun olması kadar az tutkunuz yeraltına. Ama –doğrusunu söylemek gerekirse– düşmanımız muklakiyet, bu konuda bize hiçbir seçenek bırakmıyor. Bu gerçeğin farkında olmamız, yeraltı boğazımıza geçirdiği halkayı acımasızca sıkarken bile iyimser kalmamızı mümkün kılıyor. O bizi boğamayacak, bundan hiç kuşkumuz yok. Herkesten çok yaşayacağız. Yeryüzünün şu anki prenslerinin, bunların hizmetkârlarının ve hizmetkârların hizmetkârlarının kemikleri toprağa dönüştüğünde, bugünkü pek çok partinin ve bunların faaliyetlerinin gömülü olduğu mezarlar bulunamadığında, işte o zaman bizim hizmet ettğimiz dava tüm dünyaya egemen olacak, o zaman bugün yeraltında yaşam mücadelesi veren partimiz, tarihte ilk defa kendi kaderinin efendisi olan insanlığın içine hiçbir iz bırakmaksızın emilmiş olacak.
Tüm tarih, ideallerimizin hizmetindeki muazzam bir makinedir. O, barbarca bir yavaşlıkla, duyarsız bir zalimlikle işliyor; ama işliyor. Bundan hiç kuşkumuz yok. Ama onun herşeyi yutan mekanizması yakıt olarak bizim kanımızı emince, var gücümüzle şöyle bağırmak geliyor içimizden:
“Daha hızlı! Daha hızlı yap!”
Oglbi (Helsingfors yakınları)
8-21 Nisan 1907
link: Lev Troçki, İkinci Kısıma Önsöz Yerine, Nisan 1907, https://marksist.net/node/1438