18 Ekim büyük şaşkınlık yaşanan bir gündü. Muazzam kalabalıklar düzensiz bir halde Petersburg sokaklarında hareket ediyorlardı. Bir anayasa ilân edilmişti. Ya sonra? Nelere izin veriliyor, nelere verilmiyordu?
Bu sıkıntılı günlerde hükümet hizmetinde çalışan bir arkadaşımın evinde kaldım[1]. On sekizi sabahı, zeki yüzündeki alışıldık kuşkuculukla çelişik bir mutlu heyecan gülümseyişiyle, elinde Pravitelstvenny Vestnik’le (Hükümet Haberleri) beni selâmladı.
“Bir anayasal bildirge yayımlamışlar!”
“Bu imkânsız!”
“Şunu okusana.”
Sesli biçimde okumaya başladık. Önce huzursuzluk karşısında baba yüreğinin kederi, ardından “halkın acısı, bizim de acımızdır” teminatı, sonunda bütün özgürlüklere, Dumanın yasama haklarına ve seçim kanunlarını genişletmeye ilişkin kesin vaatler.
Sessizce bakıştık. Bildirgenin uyandırdığı çelişik duygu ve düşünceleri ifade etmek güçtü. Meclisin özgürlüğü, kişisel dokunulmazlık, yönetim üzerinde denetim.… Bunlar, elbette, yalnızca laftan ibaretti. Ama bunlar liberal bir kararın sözleri değil, Çarın bildirgesinin sözleriydi. Bu sözlerin yazarı, Nikola Romanov’du, pogromcuların en saygıdeğer patronu, Trepov’un Telemakhos’u.[2] Ve bu mucize, genel grev tarafından gerçekleştirilmişti. On bir yıl önce, liberaller, otokratik hükümdarla halk arasında daha yakın ilişkiler isteyen mütevazı bir dilekçe sunduklarında, tepedeki Junker, böylesi “akla aykırı düşler”den dolayı kulaklarını çekmişti. Bunlar onun kendi sözleriydi! Şimdi grevci proletaryanın önünde hazırol vaziyetinde duruyordu.
“Güzel, ne diyorsun buna?” diye sordum arkadaşıma.
“Korktular, aptallar!” diye yanıtladı.
Kendi türünde klasik bir anlatımdı bu. Witte’nin Çarın kararını ileten en sadık raporunu okumaya devam ettik: “Prensipte kabul edilmiştir.”
“Haklısın” dedim, “aptallar gerçekten korktular.”
Beş dakika sonra sokaktaydım. Karşılaştığım ilk insan, nefessiz kalan ve elinde kasketini tutan bir öğrenciydi. Bu, beni tanıyan partili bir yoldaştı.[3]
“Dün gece askerler Teknoloji Enstitüsü’ne ateş açtılar. İnsanlar, içerden üzerlerine bomba atıldığını söylüyorlar … açık bir provokasyon.… Daha şimdi bir devriye, Zabalkanski Bulvarında küçük bir toplantıyı dağıttı. Konuşmacı olan profesör Tarle kılıçla ağır yaralandı. Öldüğünü söylüyorlar.… “
“Güzel, güzel. Bir başlangıç için fena değil.”
“İnsan kalabalıkları etrafta geziniyor ve konuşmacıları bekliyorlar. Parti ajitatörleri toplantısına gidiyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Hangi konularda konuşmalıyız? En önemli konu genel af mı?”
“Herkes, genel af konusunda biz olmaksızın da konuşacaktır. Askerlerin Petersburg’dan çekilmesini talep edin. 25 verstlik bir yarıçap içinde tek bir asker kalmasın.”
Öğrenci şapkasını havada sallayarak koştu. Caddeden bir atlı devriye geçti. Trepov hâlâ işbaşındaydı. Enstitü’deki saldırı onun bildirgeyi yorumlayışıydı. İyi adam, insanların besledikleri anayasal yanılsamaları yıkmakta hiç zaman kaybetmemişti.
Teknoloji Enstitüsü’ne kadar yürüdüm. Hâlâ kilitliydi ve kapısında askerler bekliyordu. Trepov’un mermi esirgenmeyeceğine dair eski sözü duvarda asılıydı. Birisi onun yanına, Çarın bildirgesini astı. Kaldırımlarda küçük insan grupları toplanıyordu.
“Üniversiteye gidelim” dedi birisi, “orada konuşmalar olacak.”
Onlarla gittim. Hızlı ve sessizce yürüyordum. Kalabalık her dakika büyüyordu. Herhangi bir sevinç duygusundan çok, belirsizlik ve sessizlik egemendi. Artık devriyeler görünmüyordu. Yalıtık kalan polisler, ürkek bir şekilde, kalabalığın izlediği yolun dışında kaldılar. Sokaklar üç renkli bayraklarla donatılmıştı.
“Herod, kuyruğunu bacakları arasına kıstırdı” dedi kalabalıktan bir işçi yüksek sesle.
Bu sözü, sevimli bir kahkaha karşıladı. Ruh hali göze çarpan bir şekilde yükseliyordu. Bir çocuk, bir evin bahçe kapısı üzerinden üç renkli bayrağı sopasıyla birlikte kaptı, mavi ve beyaz şeritleri yırttı ve “ulusal” bayrağın geri kalan kırmızı kısmını kalabalığın üzerine doğru kaldırdı. Düzinelerce insan bu örneği izledi. Birkaç dakika sonra, bir yığın kızıl bayrak, halk kitlesinin üzerinde dalgalanıyordu. Beyaz ve mavi bez parçaları yerlerde süründü ve kalabalık bunları ayaklarıyla çiğnedi. Vasilyevski Adası’na uzanan köprüden geçtik. Rıhtımda, sayılamayacak bir kitlenin aktığı, dev bir insan kalabalığı oluşmuştu. Herkes, hatiplerin konuşacağı balkona doğru ilerlemeye çalışıyordu. Balkon, pencereler, üniversite kulesinin tepesi kızıl bayraklarla donatılmıştı. Güçlükle içeriye girdim. Konuşmam üçüncü ya da dördüncü sıradaydı. Balkondan gözlerimin önüne açılan manzara olağanüstüydü. Cadde insanlarla dolup taşmıştı. Öğrencilerin mavi kasketleri ve kızıl pankartlar, yüz binlerce kişilik kalabalık arasında parlayan noktalardı. Tam bir sessizlik vardı, herkes konuşmacıları duymak istiyordu.
Yurtaşlar! Şimdi egemen kliğin sırtını yere getirmiş bulunuyoruz ve bize özgürlük vaat ediyorlar. Bize seçmen hakları ve yasama gücü vaat ediyorlar. Bunları kim vaat ediyor? İkinci Nikola. Bütün bunları kendi iyi niyetinden mi vaat ediyor? Yoksa temiz kalpliliğinden mi? Hiç kimse onun için bunları söyleyemez. Yaroslav işçilerinin katleden muhteşem Fanagoriytsi’sini[4] kutlayarak saltanatına başladı ve ceset üstüne ceset çiğneyerek 9 Ocaktaki Kanlı Pazara kadar geldi. Bize özgürlük vaat etmek zorunda bıraktığımız adam, tahttaki bu yorulmak bilmez cellâttır. Ne muazzam bir zafer! Ama zaferi kutlamak için çok acele etmeyin, zafer henüz tamamlanmadı. Ücret vaadi, gerçek altınla aynı şey midir? Özgürlük vaadi, özgürlüğün kendisiyle aynı mıdır? Eğer içinizden herhangi biri Çarın vaatlerine inanıyorsa, bırakın bunu yüksek sesle söylesin; böylesine ender bulunur bir adamla karşılaşmaktan hepimiz memnun oluruz. Çevrenize bakın yurttaşlar; dünden beri değişen bir şey var mı? Cezaevlerimizin kapıları açıldı mı? Peter ve Paul Kalesi hâlâ kente nazır duruyor, değil mi? Lanetli duvarları arkasından gelen iniltileri ve diş gıcırtılarını hâlâ duymuyor musunuz? Kardeşlerimiz Sibirya çöllerinden evlerine döndüler mi?
“Genel af! Genel af! Genel af!” diye geliyor çığlıklar aşağıdan.
Eğer hükümet, halkla kavgasını bitirmeye içtenlikle karar verseydi, yapacağı ilk şey, bir genel af ilân etmek olurdu. Ama yurttaşlar, genel af herşey midir? Bugün yüzlerce politik mücadeleciyi bırakacaklar, yarın binlercesini tutuklayacaklar. Özgürlüklerimiz hakkındaki bildirgenin yanında, hiçbir kurşunu boaş harcama diyen buyruk asılı değil mi? Kılıçlarını daha bu sabah sükûnet içinde bir konuşmacıyı dinleyen insanlara karşı kullanmadılar mı? Cellât Trepov, Petersburg’un efendisi değil mi?
“Trepov istifa!” çığlıkları yükseliyor.
Evet, Trepov istifa! Ama yalnızca o mu? Bürokrasinin elinin altında onun yerini alacak başka caniler yok mu? Trepov ordunun yardımıyla bize hükmediyor. 9 Ocağın kana bulanmış muhafızları onun dayanağı ve gücüdür. Onun gövdelerinize ve kafalarınıza karşı hiçbir kurşunun esirgenmemesi emrini verdiği kişiler, bunlardır. Biz ölüm tehdidi altında yaşayamayız, yaşamak istemiyoruz, yaşamamalıyız. Yurttaşlar! Talebimiz askerlerin Petersburgdan çekilmesi olmalıdır. Başkentten 25 verstlik bir yarıçap içinde tek bir asker kalmamalı. Özgür yurttaşlar düzeni bizzat sağlayacaklar. Zorbalık ve keyfi yönetimden kimse zarar görmeyecek. Halk, herkesi koruma altına alacaktır.
“Askerler geri çekilsin! Bütün askerler Petersburg’u terk etsin!”
Yurttaşlar! Gücümüz kendi ellerimizde. Elimizde kılıçla özgürlüklerimizin bekçiliğini yapmalıyız. Çarın bildirgesine gelince, bakın, o yalnızca bir kağıt parçası. İşte önünüzde; işte avcumun içinde buruşturulmuş duruyor. Bugün bunu yayınladılar, yarın geri alacaklar ve parçalayacaklar, tıpkı benim şimdi bu özgürlük kağıdını gözlerinizin önünde parçaladığım gibi.
İki ya da üç konuşmacı daha vardı ve hepsi de konuşmalarını, saat dörtte Nevski’de toplanma ve oradan genel af talebiyle cezaevlerine yürüme çağrısıyla bitirdiler.
[1] A. A. Litkens, Konstantinovsk Topçu Okulunda kıdemli tıbbi görevli.
[2] Telemakhos: Yunan Mitolojisinde Odysseus ile Penelopeia’nın oğlu. Düşmanları yok etmesi ve devleti yeniden ele geçirmesi için babasına yardım eder. (ç.n.)
[3] A. A. Litkens, Doktor’un oğlu, genç bir Bolşevik, ağır bir şoku takiben kısa bir süre sonra öldü.
[4] Bir Kazak alayı.
link: Lev Troçki, On Sekiz Ekim, 1909, https://marksist.net/node/1419