17 Ekimde, yüzyılların kan ve nefretine bulanmış Çarlık hükümeti, işçi kitlelerin devrimci grevi önünde teslim oldu. Hiçbir restorasyon çabası bu olguyu tarih kitaplarından söküp atamaz. Çar mutlakıyetinin kutsal tacı, sonsuza kadar proletaryanın çizmesinin izini taşıyacak.
Kont Witte, hem iç hem de dış mücadelede, Çarlığın teslimiyetinin teşrifatçısıydı. Üst düzey bürokrasinin asil safları arasında plebyen bir türedi olan, tüm bürokratlar gibi herhangi bir genel fikrin veya politik ve ahlâki ilkenin etkisine kapalı bulunan Witte, bir türedi olarak, sarayın, soyluluğun ya da süvari kışlalarının geleneklerine bağlı olmadığı için, rakipleri karşısında kesin olarak avantajlıydı. Bu olgu onun yalnız ulus, din, vicdan ve onurdan değil, aynı zamanda kast önyargılarından da kurtulmuş ideal bürokrat mertebesine yükselmesine yardım etti. Aynı olgu onu kapitalist gelişimin temel talepleri karşısında daha duyarlı kıldı. Süvari alaylarının kalıtsal ahmakları arasında, deha sahibi bir devlet adamı olarak ortaya çıktı.
Kont Witte’nin anayasal kariyeri bütünüyle devrim üzerine inşa edildi. On yıl boyunca otokrasinin denetlenmeyen muhasebecisi ve veznedarı olan Witte, 1902’de hasmı Plevhe tarafından, devrim öncesi Bakanlar Kurulu başkanlığı gibi güçsüz bir göreve indirildi. Terörist bir bomba Plevhe’nin kendisini “emekliye” ayırınca, Witte, nazik gazetecilerin de yardımıyla, kendini gayet başarılı bir şekilde Rusya’nın kurtarıcısı olarak öne çıkarmaya başladı. Gayet uygun ağırbaşlı edasıyla, onun Svyatopolk-Mirski’nin tüm liberal adımlarını desteklediği söylenirdi. Doğudaki bozgunlarla karşı karşıya kalınca anlayışlı bir şekilde kafasını sallamıştı. 9 Ocağın arifesinde dehşete düşen liberallere şöyle demişti: “İktidarın bende olmadığını biliyorsunuz.” Terörist saldırılar, Japon zaferleri, ve devrimci olaylar, bu şekilde onun önündeki yolu temizledi. Dünya borsasının ve bu borsanın politik ajanlarının dikte ettiği bir barışı imzaladığı Portsmouth’tan zaferle döndü. Herkes Doğu Asya’daki tüm zaferleri Marshal Oyama’nın değil de Witte’nin kazandığını düşünebilirdi. Tüm burjuva dünyasının dikkati Tanrının gönderdiği bu adamda toplanmıştı. Paris Matin, vitrininde Witte’nin Portsmouth’ta imzasını kurutmak için kullandığı bir parça kurutma kağıdını sergiledi. Bundan sonra da herşey kamuoyunun merakını cezbetti: onun heybetli boyu, biçimsiz pantolonları, hatta yarı çökük burnu. Üstelik İmparator Wilhelm’le görüşmesi de, en üst düzeyli devlet adamı halesini teyit ediyordu.
Bir yandan da, göçmen Struve ile yaptığı gizli sohbetler, fitneci liberalleri dizginlemekteki başarısına tanıklık ediyordu. Bankerler heyecanlanmıştı: faizlerin gününde ödeneceğini garantileyecek adam işte buradaydı. Witte, Rusya’ya dönüşünde, güçsüz görevine gözle görünür bir güvenle yeniden başladı, komitede liberal konuşmalar yaptı, ve devrim üzerine açıkça kumar oynayarak grevdeki bir demiryolu işçi heyetine “ülkenin en seçkin güçleri” diye hitap etti. Hesaplarında yanılmadı: Ekim grevi onu Anayasal Rusya’nın otokratik başbakanlık görevine yükseltti.
Programatik “En Sadık Rapor”unda Witte, en liberal ifadesini takındı. Bu rapor, bir saray dalkavuğunun ve bir maliye bürokratının bakış açısını aşmaya ve politik genellemenin yüksekliklerine ulaşmaya çalışmaktadır. Ülkeyi saran huzursuzluğun basitçe bir tahrikin sonucu olmadığını, Rusya’nın “düşünen halkının” ideolojik beklentileriyle yaşamının dış biçimleri arasındaki bozuk dengeden kaynaklandığını görmektedir. Eğer raporun, içinden ürediği ve kendisi için yazıldığı çevrenin entelektüel düzeyi bir an için unutulur ve rapor bir devlet adamının programı olarak ele alınırsa, düşüncesinin bayağılığı, biçiminin korkak kaçamaklılığı ve dilinin acınası bürokratik sığlığı karşısında etkilenmekten başka bir şey yapılamaz. Kamu özgürlüğüne ilişkin ifadelerin belirsizliği, kısıtlayıcı açıklamaların enerjisiyle katmerlenmiştir.
Anayasal reformun inisiyatifini alma cesaretini toplayan Witte, “anayasa” sözcüğünü telâffuz etmemektedir. Onu, kimse farkına varmadan pratikte gerçekleştirmeyi ummaktadır, çünkü kendi gücü onun adını bile duymaya tahammül edemeyenlerin desteğine dayanmaktadır. Ancak bunu yapmak için bir durgunluk dönemine ihtiyacı vardır. Tutuklamalar, müsadereler ve infazlar halen eski yasalar temelinde gerçekleştirilmesine rağmen, bundan böyle bunların 17 Ekim bildirgesinin “ruhu ile” gerçekleştirileceğini ilân ediyor. Düzenbaz aptallığıyla sanıyordu ki, nasıl dün otokrasi devrim önünde teslim olduysa, devrim de onun liberalizmi önünde derhal teslim olacak. Bunda ciddi biçimde yanılmıştı.
Witte, Ekim grevinin zaferinin, ya da daha doğrusu zaferin eksik niteliğinin bir sonucu olarak iktidara geldi. Ancak aynı koşullar daha en baştan onu mutlak olarak umutsuz bir konuma soktu. Devrim eski devlet aygıtını parçalamak ve kendi örgütünün unsurlarından yeni bir aygıt inşa etmek için yeterince güçlü olmadığını ispatladı. Ordu aynı ellerde kalmaya devam etti. Başlangıçta otokrasinin ihtiyaçlarına hizmet etmek için seçilmiş olan, valisinden kasaba polisine kadar tüm eski yöneticiler görevlerinde kaldılar. Benzer şekilde tüm eski yasalar yenilerinin yayınlanmasını beklerken bozulmadan kaldılar. Böylece mutlakıyet maddi bir olgu olarak bütünüyle muhafaza edildi. “Samoderjets” –otokrat– sözcüğü Çarın ünvanından kaldırılmadığı için, bir isim olarak dahi korundu. Yetkililere mutlakıyet kanunlarını 17 Ekim “ruhuyla” uygulama emrinin verildiği doğrudur. Ancak bu, Falstaff’a ahlâksız yaşamını iffet “ruhuyla” sürdürmesini söylemekle aynı şeydi.
Sonuç olarak, Rusya’nın altmış satraplığının yerel otokratları tamamen akıllarını yitirdiler. Devrimci gösterilerin arkasından sürüklendiler ve kızıl bayrağı selâmladılar, Gessler’i parodileştirdiler ve Majestelerinin kutsal kişiliğini temsil ettikleri için halkın kendi önlerinde şapka çıkarması gerektiğinde ısrar ettiler, yemin etmeye giden askerlerin başında yürümeleri için sosyal demokratlara izin verdiler, açıkça karşı-devrimci darbeler örgütlediler. Anarşinin âlâsı hüküm sürdü. Hiçbir yasal otorite mevcut değildi ve böylesi bir otoritenin ne zaman ve nasıl oluşturulacağı dahi bilinmiyordu.
Dumanın toplanıp toplanmayacağına dair şüpheler arttı. Ve tüm bu kaosun üstünde, hem Peterhof’u hem de devrimi aldatmaya çalışan ve belki en çok kendini aldatmakta başarılı olan Kont Witte asılı duruyordu. Hem radikal hem de gerici sonsuz sayıda heyet kabul etti, her iki tarafa karşı da eşit ölçüde nazikti, planlarını anlaşılmaz bir şekilde Batılı muhabirlerin önünde geliştirdi, gözü yaşlı bir şekilde, liseli çocukları hükümet karşıtı gösterilere katılmamaları için uyaran ve tüm öğrencilere ve toplumun tüm sınıflarına elbirliği yapmalarını ve işe dönmelerini tavsiye eden günlük hükümet bildirileri yazdı. Kısaca, o da tamamen aklını yitirdi.
Öte yandan bürokrasinin karşı-devrimci unsurları canla başla çalışıyordu. “Halk güçlerinin” desteğine değer vermeyi öğrenmişlerdi, her yerde pogrom örgütleri yaratıyor ve resmi bürokratik hiyerarşiyi hiçe sayıyor, kendilerini, bizzat kabinenin içinde kendi adamları –Durnovo– olan tek bir vücut halinde örgütlüyorlardı. Rus bürokrasisinin bu en iğrenç numunesi, bizzat unutulmaz III. Aleksandr’ın bile “çekin bu domuzu” sözleriyle kapı dışarı etmek zorunda kaldığı bu hırsız memur, bu Durnovo, “liberal” Başbakana karşı-ağırlık sağlamak üzere İçişleri Bakanı sıfatıyla şimdi çöp tenekesinden çıkarıldı.
Witte bu işbirliğini –onun gibi birisine bile bir hakaretti– kabul etti ve hemen kendi rolünü bürokrasinin güncel pratiğinin 17 Ekim bildirgesini indirgediği düzeyle aynı sahte düzeye indirgedi. Liberal-bürokratik bir sürü bıktırıcı beylik söz yayınlayan Witte, Rus toplumunun temel politik duyudan, manevi güçten ve toplumsal içgüdülerden yoksun bırakıldığı sonucuna vardı. Kendisinin iflâs ettiğine inanır oldu ve yeni bir rejime geçmek için bir “hazırlık” olarak kanlı bir misilleme politikasının kaçınılmazlığını öngördü. Ancak “gerekli yetenekler”den yoksun olduğundan, kendisini böyle bir politikayı yerine getirmeye yazgılı görmüyordu ve yerini bir başkasına terk edeceğine dair söz verdi. Burada da bir yalancı olduğunu kanıtladı. Tüm Aralık ve Ocak dönemi boyunca durumun hakimi Durnuvo kollarını sıvar ve karşı-devrimin kasabı olarak kanlı işine devam ederken, o, herkes tarafından hor görülen güçsüz başkanlık görevini elinden bırakmadı.
link: Lev Troçki, Witte Hükümeti, 1909, https://marksist.net/node/1420